hesabın var mı? giriş yap

  • komik kararlardır. her ayrılık bir milattır, önemsenen bir ilişki olduğunu varsayarsak tabi.
    1. artık kolay kolay "seni seviyorum" denilmiycek
    2. hisler ne derse desin akılla hareket edilecek
    3. hiç bir klasik taktik küçünmeyecek hepsi uygulanacak (kaçan kovalanır vs)
    4. her içinden geldiğinde aranmayacak sevgili yada adayı
    5. düzelir diye beklenmeyecek, düzgün değilse en karizmatik şekilde baybay denecek
    6. yeni stajyerle yüz göz olunmayacak, herkesle hanım bey diye konuşması sağlanacak
    7. kimseye, yeni stajyere de acınmayacak, en ağır işler sınavı olsa bile ona yüklenecek
    8. gülümseyerek uyanılacak, sevgili olsa da olmasa da
    9. anne iki günde bir aranacak
    10. her zaman hoş ve bakımlı görünülecek
    11. eski dostlar aranacak, onlara zaman ayrılacak, sonra niye kimse beni aramıyo diye hayıflanılmayacak
    12. az içilecek, ortamlardan ve mekanlardan mümkün olduğunca uzak durulacak
    13. öküz olma sanatı öğrenilecek
    14. bencil olma sanatı öğrenilecek
    15. dört aydan önce bağlanılmayacak

    editle devam ediyoruz:
    16. eski sevgiliye geri dönülmeyecek, her dilde, kültürde ve durumda asla! (gülmeyin len)

    2011/17. karaoke yapılacak

    2013/oylandıkça karşıma çıkıyor, gülüyorum da bu sefer en çok 15. madde güldürdü. 4 ay: ) stajyerle yine yüz göz olup sıçtığımı da eklemeliyim. neyse hadi bakalım, büyüyoruz, değişiyoruz ama silmiyoruz geçmişimizi.. ayrılık konusunda bunu yazdığım zamandan beri çok şey öğrendim, madem bu kadar sık okunuyor onları da burada söyliyim.
    müptela olmayın sevgilinize. kendinize de müptela olmayın. müptelalık kötü değil, bilakis, en tepesinde "hayat"ın kendisi yazan bir "müptela olunacaklar listesi" yazabilirim buraya. mutluluğunuzun kaynağını tek bir insana indirmeyin. düşününce ne acı değil mi: o varken mutlusun, yokken mutsuz. saçmalık bu. ha, böyle bir gerçeği hepimiz yaşıyoruz, bir bacak entrisiydi: hayatlarımız o kadar boktan ki piyango çıkınca düzelecek sanıyoruz. gibi birşey. söylenecek çok şey var ve ayrılık acısı çekene gerçekten üzülürüm ondan yazıyorum. şunu da diyip kaçiyim şimdilik: zamanında kendimi biri için duvardan duvara vurmuştum. sonra biri için kendimi yerden yere attım. 3-4 ay önce de, yatakta tek başıma yatıyorum, birini seviyorum, çok severek yüzünü düşünüyorum, şöyle bir düşünce geldi: öncekiler iyi ki olmamış. şükür ki olmamış. ne şanslıyım ki olmamış. şimdi, bundan sonrası ne olur hiç belli olmaz ama ne olursa olsun, öncekiler iyi ki olmamış. bunun niyelerini nedenlerini yazamam, kendimden bahsetmek konusunda epey gerilediğim için şimdi bile kendimce fazla gitmiş olabilirim ama sizler için değerli ayrılanlar kendimi zorladım bak. üzülmeyin. üzülmeyince geri geliyorlar zaten: ) hadi çav şimdilik.

  • fırsat kollayandır.

    ulan yeniköy şubesine gidip dekontu verip çıktım. başka sevgili bulmuş. pes.

  • bütün aile gün içinde aranır. mümkünse akşam erken gelin, konuşmamız lazım gerek denir.

    kızım söyle işte diye baskılar gelirken, öyle telefonda söylenecek gibi değil denir, gözden iki üç damla yaş düşer.
    akşam herkes geldiğinde "boşanmaya karar verdim" denir.
    derin bir sessizlik yerini yavaş yavaş dozu artan bir gürültüye bırakır.

    son sözüm "sizden bu konuda izin istemiyorum, bilgi veriyorum" olmuştu. sağlam durun. ailenizin "millet ne der" baskısına aldırmayın. sizi mutlu görünce, onlar boşanmanın ne kadar normal ve aslında mutlu eden bir şey olduğunu görecekler.

    sabredin ve aileniz hayatta olduğu için şükredin...

  • yasaklanmasi gereken sunnet degil. yasaklar hicbir zaman iyi sonuc vermez. 18 yasindan kucuk, kendi kararlarini kendi veremeyen cocuklari istismar etmesinler yeter. 18'inden sonra isteyen isterse kokunden kestirsin, bence bir problem yok.

  • üniversite, yüksek, askerlik derken...

    3-4 yıllık iş deneyimiyle birlikte kurumsal bir şirkette senior web developer falan olurdu şu yaşıyla. (bkz: alkış)

    iş çıkışı mochasını içer, boş vakitlerinde twitter'da karı-kız kovalar ve her zaman aklında olan kendi şirketini açma hayali toplum baskısı sonrasında yapmak durumunda kaldığı evlilikle biterdi.

    sonrasında ne bileyim... görümce, elti ne boksa işte onların evinde çoluk çocukla beraber beyaz çoraplarıyla bağdaş kurmuş vaziyette çay içerken, acun programlarına katıla katıla gülerdi.

  • bir dönemler paris'te perde açan ve le théâtre du grand-guignol adıyla bilinen, korku tiyatrosu denildiğinde hala akıllara gelen* tiyatrodur.

    macerası 1897’de le théâtre du grand-guignol adıyla (guignol adı meşhur fransız kukla tiyatrosu tiplerindendir) paris’te pigalle’de eski bir şapelden bozma 293 koltuklu küçük bir tiyatro salonunda başlamıştır.

    şapel mimarisinin izlerini taşıdığından ve değiştiremediklerinden en başta sorun olmuşsa da sonradan sonraya bilhassa fuaye kısmında gotik mimariyi yansıtan eşyalarla destekleyerek ürpertici bir hava kazandırılmış, bu tarzıyla burada sahneye konulan korku oyunları kadar mekanın da hayli etkisi olmuştur. ifade edildiğine göre insanlar sadece oyun izlemek için değil bu hissi yaşamak için tiyatroya gelmişlerdir. dönemine göre kanlı sahneleri eksik olmayan canlandırmalar birçok insanı etkilese de bu heyecanı yaşamak için hayli rağbet gördüğü, kilise olduğu dönemden kalma yapı unsurlarının da korku şovuna dâhil edildiği, oyunda kullanılan “özel efektlerin” gerçekçiliği nedeniyle seyircilerin midelerinin dahi kalktığı gibi anekdotları kaydedilmektedir.

    tabi ilk kurulduğunda “korku tiyatrolarından” ziyade “natüralist temsillerin” sahnelenmesi söz konusudur. fransız oyun ve roman yazarı oscar metenier (1859-1913), eksikliğini duyduğu bir sahne performansını icra etmek için açmıştır bu tiyatroyu. emile zola’nın takipçilerinden olup natüralist novellalar kaleme almış olan metenier, yine bu türde oyunlar kaleme almıştır. tiyatroda paris’in aşağı tabaka insanlarını, sokak çocuklarını, suçlularını olduğu gibi gösteren “naturalistik” türde oyunlar sergilenmesini amaçlamıştır.

    grand guignol’un korku oyunlarıyla anılması, ikinci idarecisi max maurey’in ve onun başyazarı “korkunun prensi” lakaplı andre de lorde’nin işbirliğiyle başlamıştır.

    1898’de tiyatronun idaresi fransız oyun yazarı max maurey’e geçtiğinde “korku oyunları” sergilenmeye başlamış ve ağırlıklı olarak korku temsilleri sahnelenmiştir. onun bulunduğu dönemde (1914’e kadar) tiyatronun hayli ilgi görüp para kazandırdığı, neredeyse her gece birkaç kişinin etkilenerek fenalık geçirdiği ifade edilmektedir. maurey aynı zamanda korku piyesleriyle ünlenecek olan tiyatronun meşhur olmasında belki de en büyük pay sahibi kişi, fransız oyun yazarı andre de lorde’yi de keşfetmiştir. 1901’den 1926’ya kadar grand guignol’ün başyazarı olarak de lorde, gündüzleri meşhur arsenal kütüphanesi’nde kütüphanecilik yapmaktayken geceleri “korku dramaları” kaleme almıştır. tamamı korku ve delilik sömürüsü üzerine 150 civarında oyun ve birkaç roman yazmıştır. akıl hastalığı ile ilgili (oyunlarda en sık işlenen temadır) oyunları için bazen ünlü psikolog alfred binet (iq testinin geliştiricilerindendir) ile birlikte çalıştığı ve 100 civarında oyunu onun katkılarıyla yazdığı, 1920’lerde emsalleri tarafından “korkunun prensi” (prince de la terreur) olarak seçildiği bilinmektedir. bir diğer önemli katkıyı ise 1914’te tiyatronun başına gelen camille choisy, tiyatroyu asıl ününe kavuşturan grand guignol’e has özel efektleriyle sağlamıştır.

    tiyatronun en ünlü bir diğer ismi ise “dünyanın en çok öldürülen kadını” unvanı ile anılan paula maxa olmuştur. 1917’den 1933'e dek ağırlıklı olarak “kurbanları” oynadığı oyunlarda bu unvanı kazanmıştır: birçok gösteride 10.000 kere 60 farklı yoldan öldürülerek ve 3000 kere tecavüze uğrayarak.

    tiyatronun etkisini kaybetmesi ise 1930’da tiyatronun idaresine gelen jack jouvin’den sonradır. tiyatronun alışıldık temasını değiştirmiş, kanlı korkudan ziyade psikolojik dramalar ağırlık kazanmıştır onun döneminde. bu nedenle tiyatro giderek popülaritesini yitirmiş, bilhassa ikinci dünya savaşı’ndan itibaren seyircisi azalmıştır. son idareci charles nonon döneminde sinema karşısında seyirciyi yeniden tiyatroya çekebilmek adına 1962’de oyuncularıyla son kez bir turneye çıkmış, anlaşıldığı kadarıyla bu turnede gereken ilgi görülmediğinden grand guignol bir daha açılmamıştır.

    nitekim dönemin milliyet gazetesinde bu kapanış kendisine şöyle yer bulmuştur:

    (alıntıdır) “paris, t.h.a: korku tiyatrosu kapandı, sebep: seyircilerin artık korkmaması! burada 65 yıldan beri devamlı faaliyette bulunan meşhur “korku tiyatrosu” kapanmıştır. genç çocuklardan tutun da çok yaşlı insanlara kadar bir yığın meraklısı, abonesi bulunan korku tiyatrosunun kendine göre belirli gelenekleri mevcuttu. “grand guignol” adı ile anılan bu küçük tiyatroda devamlı surette korkutucu piyesler temsil edilirdi. burada sahneye konan eserlerin hemen hepsinde akla hayale gelmeyecek şekillerde cinayetler, işlenir, deli doktorlar, vampirler, hortlaklar sahnede, seyircileri dehşetten dehşete düşüren araçlarla, adam öldürürlerdi! kendisi de sahne artisti olan ve bazı korku piyeslerinde rol alan madam christiane wiegant “grand guignol” tiyatrosunda aksesuar masraflarının çok olmasından da şikâyet etmiştir. filhakika madam c. wiegant, temsillerin çoğunda en aşağı bir “kova” kan kullanıldığını açıklamıştır. grand guignol tiyatrosunun kapanmasının asıl sebebi, seyircilerin korku piyeslerinden artık korkmamaya başlamış olmalarıdır.” (milliyet, 24.01.1963)

    bu ilgi kaybetme meselesi, sinemanın zaferinden çok insanlığın dünya savaşlarında tanık olduğu vahşetin ardından sahnedekini artık korkutucu bulmamaya başlaması da olabilir. zira son idareci charles nonon’ın şu sözleri oldukça manidardır: “biz asla buchenwald toplama kampı ile boy ölçüşemeyiz. savaştan önce herkes sahnede olup bitenlerin imkânsız olduğunu hissederdi. şimdi bunları biliyoruz ve daha kötüsü: bunlar gerçekte mümkün.”

    (bkz: korku tiyatrosu/@songulyabani)
    (bkz: alfred binet/@songulyabani)

    (not: daha önce artkolik dergisinde kaleme aldığım bir yazıya atfen işbu entry'i yazdım.)