hesabın var mı? giriş yap

  • dünyanın ilk total futbolunu oynamış macar millî takımının efsanevi isimlerinden biri, nam-ı diğer milletvekili. puskas'ın kapı komşusuydu josef bozsik ya da jozsef bozsik; her iki şekilde de yazıyorlar adını, şaşırmayın. hep beraberdiler. birlikte büyüdüler, aynı okula gittiler. solak çocuk o kadar yetenekliydi ki onu kaybetmemek adına, kankasını da oynatıyorlardı mahalle maçlarında. giderek sivrilmeye başlamıştı sağ haf, malum kankasını affedersiniz eşek seyretse adam olurdu. ikili, beraber genç takımda oynadı, a takıma geçti, honved oluşturulunca onun bir parçası oldu. millî takımda da kendine yer bulmuştu bozsik. göbekli solaktan bağımsız olarak da bir değer ifade etmeye başlamıştı. 1954 isviçre dünya kupası'nda battle of berne olarak tarihe yazılmış brezilya karşılaşmasında sahadan atılmıştı milletvekili. nilton santos ile tepişmesi pahalıya patlamıştı. unutulmaz final maçında da almanya'nın attığı ve şampiyonluğu getiren son golün adeta yaratıcısı olmuştu sağ haf; bir kötü pas nelere kâdirdir. 19 şubat 1956 türkiye macaristan maçında da sahadaydı, bu yüzden adına rastlanır arşivlerde. 1958, onun sahne aldığı son dünya kupası yılı olacaktı...

  • bu yazı genel olarak başarıda çalışmak mı daha önemli zeka mı konusunu ele almaktadır.satranç üzerinden temellendirilmiştir.

    zekâ, en genel tanımıyla çözüm bulma gücü ve öğrenebilme; yetenek ise uygulayabilme becerisidir. birçok bilim insanı başarı için bu iki özelliğin olmazsa olmaz olduğunu savunur.

    macaristanlı eğitim psikoloğu lazio polgar ise bu bilim insanlarından birisi değildi. çoğunluğun aksine başarıda yeteneğin önemli olmadığı tezini öne sürdü ve bu tezi kanıtlamak için bir deney başlatmaya karar verdi. fakat deneyin başlaması için evlenmesi gerekiyordu. o da bu doğrultuda gazeteye ‘’teorimi kanıtlamak üzere hayat arkadaşı arıyorum’’ ilanını koydu. ilanı ilgi çekici bulan ukraynalı öğretmen klara, deney uğruna evlenecek delirmiş çift sözlerine aldırış etmeden evlenme teklifini kabul etti. bu sayede deney başlamış oldu.

    lazio, seçtiği alan satrancın nasıl eğlenceli hale getirebileceğini araştırırken 1969 yılında ilk kızları suzan dünyaya geldi. suzan 4 yaşına bastığında satrançla tanışarak günde 6 saat babası tarafından özel eğitime tabi tutuldu. 1974 ve 1976’da doğan sofia ile judit kız kardeşleri ile de satranç sınıfına iki öğrenci daha eklendi.

    polgar kardeşler: (bkz: https://eksiup.com/p/u5412117wo7d)

    sonuç; ilk kızları susan, fide’nin en yüksek ünvanı olan ‘’grandmaster’’ ünvanını alan ilk kadın, ortanca kardeşi sofia, o tarihteki dünyanın en iyi beş performanstan birini sergileyerek birçok önemli derece kazanan kişi, en küçük kız kardeşleri judit ise hem genel kategoride hem de kadınlar kategorisinde en genç ”grandmaster” ünvanını kazanıp, dünya sıralamasında ilk 8’e girebilen tek kadın sporcu olarak satranç tarihine isimlerini altın harflerle yazdırdılar..

    lazio, kızlarını dünya şampiyonu yaparak deneyini başarıyla tamamlamış oldu. peki, gerçekten de tezinde haklı mıydı?

    florida üniversitesi profesörü anders ericsson’ın ortaya koyduğu, malcolm gladwell’in outliers kitabıyla popüler hale gelen 10.000 saat kuralı lazio’nun ‘’dahi doğulmaz dahi olunur!’’ tezini desteklemekte.

    10.000 saat kuralı basitçe başarılı olmak için yetenek ve zekâdan ziyade çok çalışmanın önemli olduğunu belirtiyor. günde 3.5 saat çalışan kişi 10 yılın sonunda yaklaşık 10.000 saat harcamış oluyor ve o alanda üst düzey başarıya erişiyor. kitapta bahsedilen örneklerden bir tanesi efsanevi dünya satranç şampiyonu bobby fischer. fischer, 6 yaşında satrancı öğrendikten bir süre sonra ‘’yapmak istediğim tek şey satranç oynamak’’ diyerek yemek yerken bile vaktini satranç çalışmaya ayırmış, 15 yaşında satranç tarihinin en genç büyük ustası olmayı başarmıştı.(bu rekorun daha sonra kimin tarafından kırıldığını artık biliyorsunuz).

    bobby fischer: (bkz: https://eksiup.com/p/mg412119zctk)

    10.000 saat kuralını desteklemek için ‘’öğrenme sanatı’’ kitabının yazarı, ‘’searching for bobby fischer’’ ( masum hamleler ) filmiyle tanıdığımız joshua waitzkin örneğini de verebiliriz. fischer gibi çok küçük yaşlarda satrancı öğrenip çalışmalarına başlayan joshua, uluslararası usta olduktan sonra (2480 elo) satrancı bırakıp uzak doğu sporlarından birisi olan ju jitsu’ya yöneliyor ve orada da yoğun çalışmalarının sonucunda şampiyon olmayı başarıyor! ya da bugün dünyanın en iyi çocuk piyanistlerinden birisi olarak kabul edilen, aynı zamanda amatör bir satranç sporcusu olan izmirli kaan turan’a bakabiliriz. kendisi bir röportajında anne karnında dinlediği çaykovski’nin fındıkkıran balesini hayatı boyunca unutamadığını söylüyor. daha doğmadan piyano sesi ile tanışan kaan, aldığı birçok eğitimin yanında, çalışma önceliğini her daim piyanoya ayırıyor. 13 yaşına geldiğinde ise girdiği okul sınavlarında türkiye şampiyonu olmasının yanı sıra piyanoda dünya şampiyonu oluyor. (sofia polgar da satrançtaki başarısının haricinde ünlü bir ressamdı)

    örnekleri beethoven, mozart, picasso gibi birçok ismi ekleyerek çoğaltabiliriz. bilindiği gibi beethoven ile mozart müzisyen picasso ise ressam bir aileden geliyordu. beethoven’in babası ludwig van ünlü bir piyanist, mozart’ın babası leopold besteci ve müzisyen, picasso’nun babası blasco ise ressamdı. doğru eğitimle çok küçük yaşta tanıştılar ve kendi alanlarında binlerce saat harcadılar.

    bizler de bu mantıkla nobel ödüllü aziz sancar’ın ‘’çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum. bizi birbirimizden ayıran emektir. ben çalışmaya inanıyorum’’ sözünün ışığında hepimiz çok satranç çalışırsak shakhriyar mamedyarov gibi bir oyuncu olabiliriz diyebilir miyiz?

    maalesef! bir insan ne kadar emek harcarsa harcasın ‘’üst düzey’’ başarıya ulaşamayabilir. çünkü başarının %80’i çalışmaksa %20’si yetenek ve zekâdır. aziz hocamız çalışmanın önemini vurgulamak adına zekâya inanmıyorum dese de zekâ: %50’si kalıtsal olarak aileden geçen %50’si ise çevresel faktörler sonucunda şekillenen bilimsel bir gerçektir. m. gladwell’in kitabında çalışmasıyla örnek gösterdiği bobby fischer’in ıq’sunun 187 (einstein'ın 160) olduğunu unutmamak gerekir. yine de çok çalışmayla mamedyarov gibi üst düzey bir oyuncu olamasak bile ünvanlı bir satranç sporcusu olabileceğimizi söyleyebiliriz.

    azeri gm shakhriyar mamedyarov : (bkz: https://eksiup.com/p/xb412121nf8c)

    satrançta başarılı olmak için neler önemlidir?

    1- sevmek

    satrancı seven, isteyerek oynayan sporcu, öğrenmekten zevk alır ve satranç çalışmayı kolaylıkla alışkanlık haline getirir.

    2- doğru antrenör

    başarı için iyi eğitim şarttır. iyi eğitim ise ancak iyi antrenörle mümkündür. antrenör, sporcu potansiyelini sistemli bir çalışmayla destekleyerek, hazırladığı çalışma programını sporcu seviyesine göre ayarlar. en iyi öğrenme yöntemlerinden birisinin sporcunun kendi deneyimi olduğunu bilir, bu sebeple sporcusunun bol bol hata yapmasına izin verir. sonrasında geri bildirimlerde bulunarak sporcusunun hatalarından ders çıkarmasını hedefler.

    aynı zamanda antrenör, sporcunun eksiklerini fark edip sporcu stiline göre yönlendirmeler yapar. günümüzde maalesef bir takım antrenörler sporcularının oyun karakterine bakmaksızın sadece kendi bildikleri en iyi açılışı öğretmektedir. bu açılışlar kısa vadede başarı getirse de uzun vadede sporcunun satranç gelişimi için son derece zararlıdır. ( örneğin: beyazda da siyahta da ezbere oynanan taşduvar tarzı sistemler )

    3- disiplinli çalışmak ve sebat

    zaman zaman sporcular üzücü bir turnuva yenilgisinden sonra hırslanıp satrançta çok iyi olmak üzere kendilerine söz verir. ilk birkaç gün, günde 6-7 saat çalışıp sonraki günler yavaş yavaş bu çalışma sürelerini azaltan sporcu bir süre sonra çalışmayı tamamen bırakır.

    satranç emek isteyen zekâ ve bilgi oyunudur. dolayısıyla ne kadar çok bilgi öğrenilirse kazanma ihtimali o kadar çok artar. sporcu bunun bilincine vararak anlık motivasyonlarla bir günde 7 saat çalışıp sonrasında hiç çalışmamak yerine günde bir saatten yedi gün çalışmalı, satrancı hayatının bir parçası haline getirmelidir. ek olarak; canı sıkılsa dahi çalışmalarına devam edebilecek iradeyi göstermelidir.

    4- odaklanmak

    sporcu her çalışmayı, kendisini bir önceki halinden daha iyi noktaya taşıyacak bir araç olarak görmeli, bu şekilde çalışmalara odaklanmalıdır. çalışmalar esnasında otokontrol sağlayarak olumsuz etkileneceği her şeyden kendisini soyutlamalıdır. tahta başına geçtiğinde ise sadece oyunu düşünmeli, yaptığı hamleleri hissetmelidir.

    beethoven’ın dediği gibi ‘’yanlış bir nota çalmak önemsizdir. tutkusuz çalmak affedilemez!’’

    5- çevresel faktörler

    özellikle küçük yaş gruplarında ailelerin yanlış tutumu sporcunun başarısını doğrudan etkilemektedir. bazı aileler satrancın keyifle oynanan bir spor dalı olduğunu unutup olumsuz bir sonuçta çocuklarına ‘’senden 400 rating düşük güçteki sporcuyu nasıl yenemezsin?!’’ şeklinde kızmakta, sporcuyu satranca küstürmektedir. aynı şekilde bu durum aşırı hırslı antrenörler için de geçerlidir. antrenör sporcusuna maçtan önce ‘’o kadar çalıştık! mutlaka kazanacaksın’’ şeklinde stres yüklememeli bunun yerine ‘’elinden geleni yap, sonuç önemli değil’’ şeklinde rahatlatıcı söylemlerde bulunmalıdır.

    satranç ölüm kalım mücadelesi, sporcular da asker değildir!

    edit: yazıyı kaynaklarıyla birlikte sitemizden okumak isteyenler için : https://www.chessinside.com/…eka-calisma-ve-basari/

  • özellikle karşı cinsten bir arkadaşın annesiyle tanışırken yaşanan muazzam olay.

    normalde koya koya gezen adamlar bir anda "namütenahi"ler, "ziyade olsun"lar, teşekkürler ricalarla doluyor.

    bunun yanında duruşta da değişme oluyor. padişah fermanı dinleyen vezir gibi duruyosun. harika.

  • bir etkinliğe katılmak için geldikleri yunanistan'ın selanik kentinde ilk olarak atatürk evi'ni ziyaret eden türeci ve şahin çifti atatürk evi'ndeki anı defterine ise, "atatürk'ün doğduğu yeri ziyaret etmek türk kökenli bilim insanları olarak bizler için bir onurdur. atatürk modern avrupa'nın öncü liderlerinden biri olarak özgür düşünce ve bilimin insanlık için taşıdıkları temel değeri anladı. 'hayatta en hakiki mürşit ilimdir' şeklindeki bilge sözüne tamamen katılıyoruz" notunu yazdı.

  • şüphesiz ki kariyerlerinde iyi yerlere gelenler çok çalışıp başarılı olanlar değil, başkaları tarafından çok çalıştığı ve başarılı olduğu zannedilenlerdir, bu sebeple iş hayatının birinci kuralı algıyı iyi yönetmektir.

  • bugün 133. doğum günü olan dünya edebiyatının en önemli kadın yazarlarından biri. ayrıca 20. yüzyıl modern romanının kurucularından ve feminizmin ilk önemli savunucularından.

    - bazı yazarlar vardır; yapıtları sizi kendine bağlar ama hayatları pek ilgi çekici değildir. mesela john steinbeck, ivan turgenyev, samuel beckett gibi.

    - bazı yazarların hayatları olağanüstü ekşın içerir ama yapıtları hayatları ölçüsünde enteresan değildir. mesela sylvia plath, casanova

    - bazı yazarlar ise hem yapıtları hem de yaşantısıyla sizi kendisine tutkuyla bağlar. mesela dostoyevski, tolstoy, edgar allan poe, franz kafka ve elbette virginia woolf. işte en sevdiğim yazar türüdür bu.

    beni, poe ve dostoyevski hariç, hiçbir yazarın hayatı böylesi cezbetmiyor. belki de hiçbir yazarın öyküsü bu derece fantastik, dramatik, komik ve trajik olaylarla iç içe değil. türkçede yayımlanmış beş adet woolf biyografisi mevcut. beşini de kitapçı kitapçı gezerek satın alıp okudum. önemli tüm romanları ve yayımlanmış denemelerini okudum. yapıtlarını kütüphanemin en nadide köşelerinden birine konumlandırdım. ama biliyorum, tüm bunlara karşın hiçbir zaman onu tam olarak kavrayamayacağım. tıpkı onun hayatıyla ilgilenen diğer tüm hayranları gibi...

    öylesi çalkantılar ve sansasyonlarla dolu bir hayatı ve insan bilincinin öyle derin noktalarına dokunan satırları var ki...insan psikolojisinde bu derece derine dostoyevski ve proust dışında hiç kimsenin ulaşabildiğini düşünmüyorum. keşke aynı çağa tanıklık edebilseydim dediğim iki kadın edebiyatçıdan biri, diğeri tüm çirkefliklerine rağmen jane austen.

    doğum günün kutlu olsun kadınım.

  • "sevgilim hapşurunca çok sev dedim.
    elhamdülillah dedi.
    yerhamükallah dedim.
    yehdina ve yehdikum dedi.
    sonra oturup hatim indirdik.
    nerden nereye... "

  • genellikle altında art niyet bulunan sorudur. karşıdaki kişiyi "sen üniversiteyi nasıl kazanmışsın ki" şeklinde iğnelemeye çalışır soruyu soran üniversite okumamış şahıs.

    -hangi bölümde okuyorsun sen?
    +makine mühendisliği?
    -2 yıllık mı ?
    +... evet 2 yıllık
    -2 yıllık mühendislik mi olur ya?
    +yarrağım o zaman neden soruyorsun?