hesabın var mı? giriş yap

  • çok istediği halde çocuk sahibi olamamış ağabey telefonda "çocuklar nasıl?" diye sorduğunda, sırf özlem duymasın diye sadece şikayet etmek, haylaz, vurdumduymaz olduklarını anlatmak. aslında ne mükemmel, başarılı, saygılı, merhametli v.s. olduklarını anlatamamak.
    bir de bunun üzerine ağabey'den "çocuk oğlum onlar, olacak o kadar. hem sen çok mu matahdın?" diye fırça yemek.

  • haram olan içikiyi kullanmamalarına rağmen, içki içenleri destekleyen zihniyet. başkalarının yaşam tarzlarını desteklemekteler. helal olsun.

  • proloteryanın sınıf mücadelesinin laiklik kavrayışı ve laiklik mücadelesi açısından da bir örnektir.

    komünün laiklik mücadelesi konusundaki tutumunu, engels ve marx'tan alıntılayarak yazarsak; 2 nisan günü komün, din ve dini kurumlar ile devleti tamamen ayırmış, din işleri bütçesini kaldırmış; bütün kiliseler kamulaştırıp dini görevliler "öncelleri olan havariler gibi, inanların sadakaları ile yaşamak üzere, özel yaşamın dünya işlerinden dingin elçekmişliğine" gönderilmişlerdir. gene bir kaç gün sonra; bütün dinsel simge, dua ve dogmaların, kısacası "herkesin bireysel vicdanı ile ilgili her şeyin" okullardan uzaklaştırılması kararlaştırılmıştır.

  • tamamen saftirik ve avanak bir insan olduğumu kanıtlayan test. herkes gerçekten gülüyormuş sanıyorum. demek ki yüzüme gülüp arkamdan iş çevirenleri bile farkedemeyeceğim. şerefsizler.

  • “adapazarı’na gitmeye hazırlanıyorduk. gitmeden önce bazı siparişler vermek üzere biriyle buluşmam gerekiyordu. birden, üstümün başımın pek güven verici olmadığını fark ettim, özellikle ayakkabılarım çok kötü durumdaydı. taksim sineması’nın (şimdi devlet tiyatrosu’nun bulunduğu bina) uzun duvarı boyunca art arda dizili ayakkabı boyacılarına doğru hızla yürüdüm, az vaktim vardı, en öndekinin sandığına ayağımı koydum. ‘çabuk usta, şişir, acelem var’ dedim. boyacı başparmağı ile arkayı gösterdi. ‘arkadaki arkadaşa geç beyim’ dedi. ‘neden, ne oluyor’ dedim. ‘ben ayakkabı boyarım’ dedi adam, ‘bu benim işim, şişirme istiyorsan arkaya geç’. bir an kalakaldım. bütün alacağı yirmi beş kuruştu, bir liranın dörtte biri. ayağımı sandıktan çekmedim. ‘buyur, bildiğin gibi boya’ dedim, ‘hakkını ver’. beni bekleyen sonsuza kadar bekleyebilirdi, ben burada hayatımın dersini alıyordum.”

    lütfi akad, ışıkla karanlık arasında, sayfa 24.
    türkiye iş bankası kültür yayınları, istanbul 2004

  • buna canı sıkılanın başka derdi yoktur.

    beni de arayan oldu birkaç kere. tarif ediyorum geliyor. konum atıyorum geliyor. canları sağ olsun.

  • kalan bu dört bölümünde aşağıdaki noktaları aydınlatması gereken dizi;

    1) hayalet'in free shop'çı arkadaşı kim..
    2) bahar şimdi napıyo, atarlı oğlu sbs'yi kazandı mı.
    3) şevket'in oğlu reşat şimdi nerde.. babası nafakasını düzenli olarak yatırıyor mu.

    gerisi sikimde değil.. bu üçünün akıbetini merak ediyorum.

  • hala bilmeyen kaldıysa diye söylüyorum, şimdilerde bu programın yerini fazlasıyla dolduran potacast var. bilmeyen kaldıysa dedim çünkü ben de güya nba'yi çok takip eden bir insan olarak bu güzide programın varlığını daha geçen sezonun sonunda öğrendim.

    reklam yok, süre sınırlaması yok, televizyonda saatini kaçırma derdi yok. ne zaman vaktin olursa aç ses kaydını dinle. üstelik ilgilenenler için türkiye ve avrupa basketbolu da konuşuluyor. sadece nba kısmı bile nba stüdyo programlarından daha uzun sürüyor.

    bulunmaz bir nimet. bu vesileyle kaan kural ve orkun çolakoğlu reyizlere bir kez daha teşekkür edeyim. murat (kosova + murathanoğlu) sizler de kalbimizdesiniz.