hesabın var mı? giriş yap

  • kendimde de gözlemlediğim korkunç bir eylem. tüyler ürperten bir dönüşüm. şimdi açık konuşalım: kendimizle başbaşa kaldığımız anlarda, acıkan karnımızı huzura kavuşturmak için hazırladığımız eppek arası tomato peynir gibi gıdaları yerken insanlıktan çıkmıyor muyuz? özellikle geceleri sinsi sinsi hazırladığımız eppek arasını yerken, uydurmasyon dürümleri yutarken o ekmekle o dürümle kavga etmiyor muyuz? dişlerimizi eppeğe geçirip 45 derecelik bir açıyla kafamızı sallar gibi kopardığımız her lokmada bir vahşi yaşam belgeseli tadı yok mu? normalde son derece beyefendi insanlarken, uçan kaburgalıların kanatlarını söken kratos gibi olmuyor muyuz eppek arası yerken?

    avvvvvvvvkkkk avvvvkkkk diye yutmuyor muyuz ekmek arasını? neden en sakinimiz, en beyefendimiz, en hanımefendimiz bile ekmeğe hülya avşar'ı öpmeye hazırlanan ibrahim tatlıses haşinliğiyle yaklaşıyor? sırf şu ritüel yüzünden eppek arası yemeden önce ibrahim tatlıses bıyığı takmayı düşünüyorum. insan eppek arası gıdayı alırken bu kadar mı coşar arkadaş? o yüzden böyle subway mabwey gibi mekanlarda hiç huzur bulamıyorum. sandiviçiniz kaç santim olsun diyorlar, isyan edesim geliyor. sandiviçim 10 santim olsa ne olur, 75 inç olsa ne olur efendi, sen bana vahşileşmeden sandiviç nasıl yenir ondan bahset. kendisini sandiviç, dürüm ya da eppek arası bir gıdayı yerken vahşileşmiş hissetmeyenlere leydi gaga'nın sigaralı gözlüğünden yapacağım kendi elimle. şu an ağzımda 10 adet sigara var, hepsi eşit yansın diye yaktım koydum ağzıma. fakat son sigara zamlarından sonra gözlüğün maliyeti yükseldiği için sigaraların hepsi lodos denizcisi marka. marka sempatik ama tat bir garip, inşallah ölmem...

  • şile'deyiz 5 arkadaş... öğrencilik yılları. kış vakti, açık mekan yok... olanlar da bizi sarmıyor. eski alışkanlık, arabada içelim diyoruz. kimse bilmiyor şile'yi. özellikle kızlar, bulduğumuz yerleri "buranın manzarası yok ki" diyerek beğenmiyor. ortalıkta, "abi bu civarda nerede içilir arabada" diye sorabileceğimiz kimse de yok. polis karakolunun önünden geçerken sağa çekiyorum arabayı... sıkılmışım ring atmaktan. nöbetçi polis ve yanında bir başka polis sohbet etmekteler. camı açıp selam veriyorum polislere.

    - memur bey iyi akşamlar.
    - iyi akşamlar.
    - ya biz yabancıyız da, bu civarda arabayı çekip içebileceğimiz bi yer var mı?
    - tabii tabii, hemen şu yokuşu çıkın. solda bir alan var. deniz manzaralı içersiniz.
    - çok teşekkürler.

    söz konusu yokuşu çıkarken arabadakiler...

    - olm manyak mısın, polise içilecek yer mi sorulur?
    - bir saattir araba kullanıyorum. ne var işte, mis gibi yardım etti adamlar.

    neyse, mekana çekilir araba... müziktir, yıldızlardır falan. geyik yapılır, biralar içilir... biraz zaman sonra ekip arabası gelir. yanımıza gelen, nöbetçi polisin yanındaki diğer polis ve arkadaşlarıdır.

    - iyi akşamlar gençler.
    - iyi akşamlar memur bey.
    - burada içmek yasak.
    - abi sen yolladın ya bizi buraya...
    - olsun, yasak.

    türk polisi eliyle koymuş gibi yakalar diye bir laf var ya... doğrudur o laf.

  • istihbarat teşkiltları arasında yarışma yapılıyormuş. finale kgb(şimdi fsb), cia, mossad ve mit kalmış.
    demişlerki ormana bir zürafa sakladık kim önce getirirse o birinci olacak. cia gitmiş 2 saat sonra zürafa ile gelmiş, kgb gitmiş 1,5 saat sonra gelmiş, mossad gitmiş 1 saat sonra zürafa ile gelmiş. mit gitmiş yarım saat sonra fil ile gelmişler ama filin kafa göz yarılmış.
    - adamlar yahu bu fil demişler.
    fil hemen atılmış:
    - abi valla ben zürafayım

  • üst edit; ak köpekler 2017'den sonra pkk'yi keşfettiler, oysa pkk 1980'li yıllardan beri var olan bir örgüt... eğer çözüm süreci başarılı olsaydı eren bülbül için "şehit" demeyeceklerdi. bana laf yetiştireceğinize açın hilal kaplan'dan okuyun ak köpekler, kim şehit kim değil...

    normal şartlarda "bu örgüt karadeniz'e hiç gelmemişti, çözüm süreci sayesinde buralara kadar geldiler, kim sebep olduysa..." demesi gereken biri.

    umarım günün sonunda oslo'da pkk ile ne planlar yapıldı da pkk karadeniz'e yayılmaya çalıştı onu da sorgular.

  • sinemadan dizilere, edebiyattan müziğe kadar kalitenin hızla düştüğü ülkemizde mabel matiz kendine özgü ve başarılı çalışmalarıyla öne çıkan nadir isimlerden birisi. şarkılarının yanı sıra kliplerine de fazlaca emek harcıyor ve ortaya çıkardığı işler adeta ödüllü bir kısa film tadında. obur bir seyirci olarak ben de kliplerini keyifle izliyorum. mendilimde kırmızım var klibindeki tasavvufi ögeleri ve color çalışmasını, aşk yok olmaktır klibindeki sanat yönetimini ve öyle kolaysa klibinde gizem aksu’nun çağdaş dansı ile nostaljik kostümleri birleştirmelerini de hayli başarılı bulmuştum.

    bugün ise a canımşarkısına çekilen klibi incelemeye karar verdim. çünkü bu klip mabel matiz'in tarzı ve duruşu hakkında çok şey söylüyor. şimdi dört buçuk dakikalık bu klibimiz içerisinde hangi ögeleri barındırıyor, bunları nasıl bir araya getiriyor bir bakalım.

    klibimiz retro bir kasetçalara maya kasetinin konulmasıyla başlıyor. genelde kliplerde aşırı kısa planlar kullanılır. burada da aynı yöntem ile bize hızlıca mekan tanıtılıyor. mekan tanıtımı sırasında ufak ancak çok özenli şekilde hazırlanmış detaylar var. kasetçaların üzerinde hafifçe sallanan dantel, kasetçaların altına serilmiş ve üçgen şekilde sarkıtılmış örtü, kitaplıkta görülen heykelli saat, mobilyalardaki işleme, yeşilçam sevgisini gösteren türkan şoray işlemesi, kristal avize gibi detaylar bize geleneksel bir evde olduğumuzu işaret ediyor. ancak bunlar ufak detaylar, bu fikrin altını çizen asıl nokta ise mabel’in ilk görüldüğü planda arkasında bulunan dev vitrin ve sandalyeler oluyor.

    daha sonra isteme ve kına sürecini yönetecek olan teyzeleri şipidik terlikleri giyerken görüyoruz. burada görüntünün doğal olması için ellerinden gelen her şeyi yapmış klip ekibi. çünkü teyzelerin kapının önünde hafif topuklu arkasından bağla tutturulan ayakkabıları bırakıp her evde olduğu gibi farklı farklı, kullanılmaktan formunu kaybetmiş terliklere geçiş yaptığını izliyoruz. buradan mabel’i kınadığımı da belirtmek isterim. çünkü kendisi belli ki evinde misafir terliği bulundurmuyor ve gelen kafile kalabalık olunca balkondaki terlikleri de mecburen devreye alıyor.

    bu durum böyle detaylara benden 128 kat daha hakim olan teyzelerin de tabi ki gözünden kaçmıyor ve eve girişlerinde çok da memnun olmadıklarını bakışları ve duruşlarıyla hissettiriyorlar. teyzelerin etrafa attığı inceleyici bakışlar bize klibin ana çatışmasını da anlatıyor. bu klipte post-modern ile gelenek karşı karşıya geliyor. gelenek teyzeler üzerinden işleniyor. bu kadınlar dünya hakkında çok bir bilgiye sahip değiller. ne çocukluklarında ne evliliklerinde kendi çevrelerinden uzaklaşmalarına çok izin verilmemiş. birçok insan da bu gelenekçi bakış açısını “mahalle baskısı” ya da başka bir slogan altında sert şekilde eleştirir. toplumun geneline baktığınızda bu eleştirilerin haklılık payı olduğunu da söyleyebiliriz. ancak mabel’in derdi kavga etmek değil, gelenekle bir araya gelip bir sentez oluşturmak, kendisine nefes alacağı bir alan yaratmak ve mabel matiz olarak var olabilmek. bu yüzden zaten geleneğin temsilcisi olarak sevimli teyzeleri seçmişler klipte.

    mabel misafirlerini karşılamaya geldiğinde bu uyumsuzluk da bize hissettiriliyor. burada kadınlar kendi aralarında konuşuyorlar ama mabel ile aralarında bir diyalog gelişmiyor. hatta teyzelerden bir tanesi başını olmaz anlamında geriye atıyor. ancak mabel terliklerden yediği golü burada devam ettirmiyor ve teyzeler “hararet”lerini alsın diye onlara kolonya ikram ediyor. teyzeler bir an rahatladıktan sonra da mabel’in aşırı geleneksel hazırlanmış bir kahve tepsisiyle geldiğini görüyoruz. burada kahve fincanlarının motiflerinden güllü lokumların servis edildiği kasenin ayaklı ve kulplu olmasına kadar hiçbir detay es geçilmemiş. böylece post-modern duruşlu mabel’in aslında gelenekten kopmadığı, gelenekseli temsil edilen kişiler tarafından anlaşılmış oluyor.

    kahveler belli ki beğeniliyor. daha sonra gelen kahve falı ise buz kırıcı işlevi görüyor. fal bittiğinde mabel’in mutlu ve rahat bir şekilde çektiği “amin” de aradaki bağın kurulduğunun bir işareti. zaten daha öncesinde teyzeler adeta bir duvar gibi tek sıra halinde oturuyordu. bu noktadan sonra ise mabel daha ortaya geliyor ve teyzeler ile bir çember oluşturup konuşmaya başlıyorlar. muhabbet ise teyzelerin ve mabel’in gülen yüzlerinden anlaşılacağı üzere iyice koyulaşıyor. hatta samimiyet bıçağa takılan elma diliminin ikram edilmesine kadar geliyor.

    kına sahnesi mabel’in geleneği ne kadar iyi özümsediğini bize tekrar gösteriyor. kına yakılmadan önce altın gelsin diye avucunu açmaması bu tür geleneksel kodları bilmeyen bir insanın atlayacağı detaylar hep. klibin son kısmında da gelenek ve post-modern bir araya geliyor. teyzeler kaşıklarla oynarken mabel onların tam ortasında kültürü yenilikle sentezleyebilen birisi olarak, hem onlar gibi hem de kendine özgü bir şekilde dans ediyor. klip de mabel’in teyzelerin elini öpmesiyle son buluyor.

    mabel matiz, yaptığı işlerde post-modern dokunuşları olan ancak gelenekten asla kopmayan bir insan. bu klipte de görüleceği üzere bir yanı sezen aksu evet ama bir yanı da david bowie'ye bakıyor. mabel matiz'in tarzını anlatmak için bu klibi seçme nedenim de tam olarak bu. öyle bir sanat yönetimi ve akış belirlemişler ki klipte "bir sanatçı olarak mabel matiz kimdir?" diye sorduğunuzda tek bir video size cevap olabiliyor.

  • bu baba:

    amerika'da ise; "tabi korunmak şartıyla" diye ekler.
    fransa'da ise; "tabi fransızca konuşması şartıyla" diye ekler.
    rusya'da ise; "tabi ayık olmak şartıyla" diye ekler.
    türkiye'de ise; "tabi bir daha kalkmamak şartıyla" diye ekler.

  • cumhurbaşkanı mı, köy muhtarı mı bazen anlamak zor oluyor. şu ortamdaki ucuzluğa bile şaşırmıyor insan.

    bu arada süleymaniye camii 7 yılda tamamlandı, her şeyden anlayan reis 1 yıla düşürdü hahaa