hesabın var mı? giriş yap

  • çoğunlukla 50 gb olarak uygulanan adil kullanım kotası o kadar komik ve adaletsiz ki, bunu rakamlarla açıklamaya çalışalım:

    8 mbps'lik bağlantıyı tam kapasite kullanan biri saniyede 1 mb veri indirebilir. bu da ayda, (60*60*24*30=) 2.592.000 mb eder.

    yani ayın 1'inden 30'una kadar hiç durmadan 24 saat full download yapan birinin indirebileceği toplam miktar en fazla (2,592,000 / 1024=) 2531 gb'dır. yani yaklaşık 2,5 terabyte. interneti download olarak görüyorlar ya, işte 8 mbps'lik hattın download kapasitesi bu: 2,5 terabayt.

    aylık kapasitesi 2.5 terabayt olan bir hattın daha 50 gb'ını kullanan birine, "sen bu hattı sömürüyorsun" demek, en basit anlamıyla arsızlıktır.

    ben hattımın kapasitesinin daha % 2'sini kullanmışken, sen bana nasıl "adaletsiz kullanıyorsun" dersin?

    adil kullanım kotası gerekli olabilir ama bu şekliyle ve ttnet'in uyguladığı biçimle en adaletsiz uygulamalardan biri. rakamlar da ortada.

    üstüne üstlük, bu paketleri "limitsiz" adı altında satıyor. yani % 2'den sonra sınırlayacağı hattı satarken "limitsiz" ibaresini koyup tüketiciyi aldatıyor.

    benim kapasitemin % 2'sini bana sınır olarak koyan, paketin ismiyle tüketiciyi yanıltan şirketi hangi mahkeme haklı bulur acaba?

    avukat olsam veya bu işlere harcayacak param olsa bu sisteme dava üzerine dava açarım.

  • evimin yanında kreş olması sebebiyle her sabah gördüğüm manzara.
    annesinin peşinden sürüklene sürüklene, ayakta uyur vaziyette kreşe bırakılan çocuk bu.
    küçücük yaşta yaşam kavgasına girişmiş bebecik.
    bir bıraksalar oracıkta kıvrılıp uyuyacaklar oysa.
    lan bir insan 3 yaşında mı başlar hayatın yükünü yüklenmeye?
    bir kaç sene sonra da okul derdi başlayacak.
    sonra sınavdı, ygs lgs igs hayatı sikilecek garibimin.
    sokaklarda topaç çevirmek, akşam ezanına kadar maç yapmak hiç olmayacak hayatında.
    varsa yoksa ders, sınav, koşuşturmaca.
    dershane, rekabet ve başarılı olma zorunluluğu.
    şu an ne olduğunu tam idrak edemese de birşeyler oluyor.
    tv'de mutsuz insanları görüyor.
    nefretten gözü dönmüş amcaları görüyor.
    polisler var, sirenler çalıyor.
    sonra uyku saati geliyor.
    sabah gene annesi uyandıracak.
    süklüm püklüm annesinin peşine takılıp kreşin kapısına bırakılacak.
    akşama kadar annesini özleyecek.
    debe edit:
    (bkz: taşlıdere ilköğretim okulu yardım kampanyası)

  • ilk otomobillerin yollara çıkmasından kısa bir süre sonra ilk trafik kazası da gecikmeden gerçekleşti. bunları önlemek için birçok şehir ve büyük kasabalarda, yoğun kavşaklardaki trafiğin düzenlenmesi için trafik kuleleri yerleştirildi.

    görsel - görsel
    istanbul 2018, dünya tütünsüzlük günü için kalp şeklinde yanan trafik lambaları.

    trafik görevlileri bu kulelerde manuel olarak yaptığı ışıklarla kavşakta hangi yöndeki araçların bekleyip, hangilerinin geçeceklerini tayin ediyorlardı. bugünkü modern ışıklara göre oldukça ilkel olsa da bu yöntem işe yarıyordu.

    ancak, sürücülerin hangi rengin dur, hangi rengin geç demek olduğunu benimsemesi için trafik kurallarının standartlaşması gerektiği anlaşıldı. trafik polisleri/görevlileri ilk başlarda renkleri seçerken tren yollarındaki renkleri seçtiler. buna göre beyaz ışık geç, yeşil ışık dikkat ve sarı ışık dur demekti.

    ancak ışıkları renklendirmek için kullanılan lenslerin düşmesi yanan ışık ne renk olursa olsun beyaz görünmesine neden olduğu ve kaza ile sorunlara yol açtığı için bu renklerin yeniden düzenlenmesi gerekti.

    1953, stockholm'de bir trafik ışığı.

    1920'de william potts adlı bir trafik polisi detroit'te, woodward avenue ve fort street'in kesiştiği kavşaktaki dört yönlü trafik lambasını geliştirdi. icadı iyi karşılansa da yine bir görevlinin ışıkları açmak için trafiği gözlemesi ve anahtarları çevirmesi gerekiyordu.

    1920'lerin ortalarında mucitler otomatik trafik lambaları geliştirmek için çalıştılar. bir mucit, kavşağa yaklaşan sürücülerin kornaya basması ile değişen trafik lambasını icat etti. ancak bir sorun vardı, tüm arabalarda korna bulunmuyordu ve aynı anda iki araç kornaya bastığında sorun yaşanıyordu. ayrıca bu trafik lambaları ıslık vs. gibi etkenlerle de değişiyordu.

    sonunda trafik lambalarını otomatikleştirmenin en etkili yönteminin ışıkların bir zamanlayıcıya bağlanması olduğu görüldü. bu sistemin dezavantajı bazen diğer yönde bir araç yokken de ışığın yeşile dönmesini beklemek zorunda kalmanızdı. (halen öyle değil mi?) ancak olabilecek en etkili çözüm buydu ve tüm dünyada halen kullanılan trafik lambalarının temelini oluşturdu.

    kaynak: histroydaily

  • yolcu: hani ötüyodu bu kapı? bakın kemerle geçtim farketmediniz bile. demek ki işe yaramıyo!

    polis: ucuz kemerlere ötmüyo beyfendi!

    (bulaşmamak lazım gelir vesselam)

  • adını ingiltere'nin galler bölgesinin eski çağlardaki adı olan cambria'dan almaktadır. ilk kez burada incelendiği için bu adı almıştır. 40 milyon yıllık bir zaman dilimine sahiptir. canlıların ilk çıkış tarihi olarak bu dönem seçilse de prekambriyen öncesi canlıları olduğu tahmin edilmektedir. ancak bunları kanıtlayacak bir fosil veya iz bulmak çok zordur. zira bu dönemdeki(prekambriyen) canlılarda fosil oluşturacak herhangi bir uzuv veya kavkı bulunmamaktadır. kambriyen ise prekambriyen üzerine diskordans şeklinde yerleşmiştir. bu dönemin en önemli ve ayırt edici fosili trilobitlerdir. bunların azalması ile kambriyen biter.

  • sözlük formatına uygun olmayan başlıktır. tıklanmak için yazılan uyduruk haber başlığı gibi başlık atmak nedir? videoyu açmadım, açmayacağım da.

    bir yer ''sözlük''se objektif olmak zorundadır. kişisel görüşlerinizi ekleyerek başlık açmayın lütfen. mevcut başlık, bilmem nerede yaşanan balkon kavgası diye açılırsa objektif olur. bu da sözlük formatına uygun olur. kişisel görüşünüzü girdinizde belirtin.

    ek 1: bu başlığın ilk hali ''sonunda oha diyeceğiniz balkon kavgası'' idi. sözlük duruma el atmış ve yukarıda bahsettiğim şekilde başlığı tarafsız hale getirmiş.

    ek 2: bu kadar beğenilmesini beklemiyordum; demek ki bu tip durumlardan rahatsız olan birçok kişi daha var. girdinin ilk iki paragrafında bahsettiğim durumu açıkladığım başlığı da buraya bırakmak istiyorum sevgili okurlar: (bkz: kişisel görüş belirterek başlık açmak)

  • şanslıdır. o gün ders yapılmaz, türkiye'nin sabahın köründeki maçları 55 ekran tv'den pür dikkat izlenirdi.

  • şehit babasının evine haciz gelirken futbol kulüplerinin milyarca liralık vergi borçlarının affedildiği,

    milletin karısına dadanıp üstüne bir de silahla hastane basan futbolcuların hiçbir şey olmamışçasına futbol hayatına devam edebildikleri,

    engelli taraftarların dahi tribünlerde dayak yediği,

    sayın cumhurbaşkanımızın izniyle tabirini kullanmadan hiçbir kulüp başkanının açıklama yapamadığı,

    futbol özetlerinin bile yalvar yakar şifresiz yayınlatıldığı,

    hakemlerin çoğunlukla rezil yönetimler sergilediği,

    spor programlarında futbolun sorunları yerine magazinin konuşulduğu,

    taraftarların siyaseten hiç olmadığı kadar ayrıştıkları,

    altyapılarında müthiş torpil ve daha nice rezil olayların döndüğü,

    fanatikten sonra ülkenin en çok satan spor gazetesinde her gün alakalı alakasız haberlerde " başkan erdoğan da oradaydı / başkan erdoğan aradı " cümlelerinin bulunduğu,

    uluslarası kulüp turnuvalarına sırf lig düşünülerek yedek kadrolarla çıkan takımların bulunduğu,

    devlet televizyonundan millete atar gider yapan bilmem kaç bin lira maaşı cukkalayan tiplerin spor yorumcusu olduğu

    bir ülke, şimdiye kadar iyi bile dayandı!

  • boş kağıt vererek 100 almak...
    evet, yanlış duymadınız.
    ahmet cemal'in "basında yaratıcı yazarlık" dersinin sınavında başıma gelmiş, tüm akademik yaşamımda beni en çok etkileyen olaydır.
    yoklama almayan bu hocamızın dersine her hafta 08.30'da gitmiş, not tutmuş ve konuşmuştum.
    sınav başladığında gelip kulağıma eğilerek "sizin yazmanıza gerek yok. ne yazabileceğinizi biliyorum." diyerek kağıdımı alıp, sınavdan yollamıştır.
    her zaman saygı ve sevgi ile anacağım efsane bir entelektüeldir ahmet cemal.
    şimdi bile gözlerim doldu.