hesabın var mı? giriş yap

  • sabah sabah tayfun telefonda attilâ ilhan ölmüş, diyor.
    yağmurlu cama dönüp ağlıyorum...

    nur içinde yatsın. biz ondan çok hoşnuttuk, allah da hoşnut olsun. cennette ebediyen sevinçle yaşasın... amin.

    "çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırap çektim"

  • oynanmayan zamanla birlikte 94 dk süren maç.
    maçta 2 penalti var.
    düdük sesi yok.
    var'a gidelim bir de orada bakalım yok.
    hakeme koşan futbolcular yok.
    sosyal medyada yakın çekim paylaşılan görüntüler yok.
    pozisyon tartışan yok.
    dis güç yok, düşman yok, dusmanlastiran yok, futbol var.

    kroos soldan vuruyor sağ köşeye, neuer sağ eli ile çıkartıyor jeneriklik pozisyonun tekrarını 3 dk sonra falan verebiliyor yönetmen; oyun durmuyor.

    kendi ligimizde ne izliyoruz, neyin kavgasını ediyoruz?

  • -123 hulusi?
    -burdayım öğretmenim..
    -156 serkan?
    -burdayım öğretmenim..
    -183 ercan?
    -ercan buradaaa.. ercan buradaaaa.. uzak mesafedeeeeaa… sırayla kaloriferin buluştuğu noktadaaaaa.. deniz tarafına bakan pencere kenarındaaaagh..
    -lan olm lan. bi sus lan! şimdi yiyeceksin benden beş kardeşi.
    -hayrettin yapmaaaa.. hayrettin yapmağhh..

  • tam olarak bu reklamdaki hayatı, temizliği ve saflığı özlediğim için oyum muharrem ince beyefendiye gidecektir.

  • doğaüstü birtakım olaylar. diyelim derstesin, hoca sözü sana verdi. dönüp de sana bakıyorsa, ohaaaa.

    kesin seviyor lan.

  • emekli albay kadri beyamca, günde üç paket maltepe sigarası içen güler yüzlü karısı çok da geç olmayan bir yaşta ameliyat masasında kaldığından beri, günlerini komşu dairemizde, belki de elli senedir oturduğu eski mobilyalı evinde yalnızlık içinde geçiriyordu.

    sabahları çok erken saatte bakkala yaptığı yürüyüşlerini, alışık olduğu gazetesi koltuğunun altında yavaşça kilidini açtığı kapıdan girerken hemen yanda duran eski tip kahve sandalyesine oturup sakinlikle ayakkabılarını çıkarmasını, beni görünce güzelce gülen yüzünü, şişe dibi kahverengi kemik çerçeveli gözlüklerini hatırlıyorum. uzak şehirde yaşayan, uzun boylu ve yakışıklı, emekli pilot oğlu ziyarete geldiği günlerde çok kereler şahit olduğum masa başı tebessümlü konuşmalarını ve birlikte sakin yudumlarla içtikleri viskinin güzel bardaklarını da...

    yaşlı adam iki kadehten sonra müsaade ister, bir saat sonra uyandırılmak üzere oğlunu tembihler, odasına çekilirdi.

    canının belli ki sıkkın olduğu zamanlarda “gel de kaçamak yapalım.” diye babamı davet ettiği günlerde aynı masada ben yine bardakların şekline hayran, yabancı markalı çikolatalar yiyerek sakin sohbetler dinlerdim.

    askerdeyken nereden aklıma düştüyse, kadri beyamca’yı özledim, “dönüşte ilk iş yanına uğrayayım” diye düşündüm. yaşım elverirse belki bana da ilk kez o güzel bardaklarda viski ikram eder diye heveslenmiştim.

    ben dönüş yolundayken meğer o da yola çıkmış.

    ...

    cenazeden sonra, evdeki kalabalığın bittiği saatlerde babamla birlikte kapıyı çaldık, oğlu açtı. askerlik üzerine sorduğu sorularla geçen uzun sohbet sırasında “bu adam babasının ölümüne üzülmek yerine neden benimle sıkıcı uçaklı silahlı muhabbetlere giriyor?” diye kendimi sorguluyordum. sonunda “insanların ölüme yaklaştıkça çevresindeki ölümlere alışması çok normal.” diye düşündüm. ama insan babasının ölümünü nasıl bu kadar metanetle karşılar? yeni bitmiş nöbetler, az önce kalkmış bir cenazeden sonra; komando okulundaki pilotluk eğitimi üzerine; fazlasıyla teknik terim içeren sohbetlerin içinde boğulduğum esnada viski şişesi geldi salona. sanki emekli albay kadri beyamca nöbeti oğluna devretmişti. babam, güzel bardaklar, garip isimli çikolata paketi, ben...

    belki de babasını sevmiyordu veya aralarında benim bilmediğim husumetler vardı. belki de konuyu açmak istemiyordu. ya da ben dövünmelere, ağlamalara, yüz yırtmalara çok alışmıştım. belki de modern evlerde acılar duvarlara kazınıyordu, komşular sessizce uyuyordu.

    ...

    uçakların hemen ardından başlayan siyasi sohbetin en ağdalı cümlelerinden birinin ortasında yakışıklı pilot birden ayağa kalkıp yatak odasına yöneldi. kapıyı sakince açıp “baba, kalk hadi” dedi. bomboş odadan geri dönen ses, suratına çarptı. aldığı derin nefesle tavana doğru uzayan boynunu içine çekip kafasını önüne eğdi, küçücük kaldı. kolundan tutup şişenin başına oturttuk. ben ağladım, babam ağladı, pilot çok ağladı.

  • 2001 yılında bu operasyonu geçirdim. gözlerim 5.5 derece miyoptu ve lens kullanıyordum. üstelik mimarlık öğrencisiydim. yani az uyuyordum ve sürekli dikkat gerektiren gözleri çok yoran çizimler yapmam gerekiyordu.
    hatırladığım kadarıyla hafif bir batma dışında hiçbir şey hissetmemiştim, üç gün kitap okumamam, çok tv izlememem, bilgisayara pek bakmamam yani gözlerimi yormamam söylenmişti. sonrasında bir süre göz kuruluğu için damla kullanarak normal hayatıma döndüm. ancak doktor iyileşme sürecimin normalden hızlı olduğunu söylemişti. herkeste bu kadar hızlı olmayabilir. bir de bende astigmat yoktu.

    gözlerim hala çok iyi görüyor. doktorum beni çocukluğumdan beri takip eden ve çok güvendiğimiz biriydi. bu operasyon için doğru zamanın geldiğini ve sonucun iyi olacağının güvencesini vermişti. benim gözlerim için doğru bir karardı, bunca yıl gözlerimi yormaya devam etmeme, az uyumama rağmen bir sorun yaşamadım. ama tavsiyeyi ben değil doktorunuz vermeli.

    olumsuz yanlarını da belirteyim. ışık hassasiyetim var, güneşten çok gri, puslu havalar daha çok rahatsız ediyor. güneş gözlüksüz dışarı çıkamam. bir de gece araç kullanırken karşıdan gelen araçların ışıkları biraz patlıyor. kayan led ışıklı pano yazılarını uzaktan okurken zorlanıyorum. bilgilendirme panoları genelde bunlardan oluşur. o yüzden belirtme gereği duydum. pavyon pavyon gezip pano okumuyorum yani. **