ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
ayşe özyılmazel
-
herhangi bir foruma üye olurken veya bilgisayara bir program yüklerken formalite olarak karşıma çıkan kullanım şartlarını okudum kabul ediyorum'a tıklamadan önce kullanım şartlarını gerçekten de okumak kendisinin yazılarını okumaktan çok daha büyük bir haz vermektedir.
tutsiki gökçek
-
tokyo belediye başganı.
ücretsiz internet bir vatandaşlık hakkıdır
-
bizim burda 2 mb için adamın dalağını söküyorlar estonya abi.
orkid'in kısırlık yapması
-
yanında börek falan da yapabiliyorsa iyidir, gün teyzesi olabilir. sadece kısır yetmeyebilir.
genç girişimcilerin çoğunun batmasının sebebi
-
bunun biri benim,
kısa vadeli yıllık, orta vadeli 5 yıllık ve uzun vadeli 10 yıllık iş planlarım vardı.
hiçbirine, insafsızlık, komisyonculuk, vefasızlık, kanun bilmezlik, gözünün yaşına bakmama gibi unsurları dahil etmemişim.
siz dahil edin.
ha arada bir de hırsızlık var.
dikkat edin.
edit: şimdi ne yaptığımı soranlar fazla,
beyaz "yakalılığa" devam.
edith piaf: ulan ne entry tuşu aşığıymışım be.
one more cup of coffee
-
tatlı nefesin
gökyüzünde parlayan iki mücevher gibi gözlerin
sırtın düz, saçların pürüzsüz
yastığın üstünde, uzanırken sen
ama şefkat hissetmiyorum
minnettarlık veya sevgi
sadakatin bana değil
yıldızlara tepedeki
bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
bir fincan kahve daha, gitmeden ben
aşağıdaki vadiye
baban bir kanun kaçağı
ve mesleği avarelik
öğretecektir sana seçmeyi ve elemeyi
ve bıçak fırlatmayı
krallığını gözetliyor ki
izinsiz girmesin hiçbir yabancı
titriyor sesi, seslenirken
yeni bir tabak yemek için
bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
bir fincan kahve daha, gitmeden ben
aşağıdaki vadiye
kız kardeşin geleceği görüyor
annen ve senin gibi
asla öğrenemedin okuma-yazma
hiç kitap yok rafında
ve sınırı yok memnuniyetinin
sesin tarla kuşununki gibi
ama kalbin bir okyanus sanki
karanlık ve gizemli
bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
bir fincan kahve daha, gitmeden ben
( special thanks to barefoot contessa )
parasız olmaktan daha zor olan şey
-
(bkz: sagliksiz olmak)
hayata dair gülümseten detaylar
-
minik oğlum (8 aylık) epeyce kıvrandıktan, salyalandıktan, kaşındıktan sonra nihayet huzura erdi: pirinç tanesi gibi miniminnacık iki alt diş bize gülümsüyor :)
öte yandan ablasının da (6.5 yaş) uzunca bir süredir iki alt dişi birden sallanıyordu. nihayet iki gün önce biri düştü, daha doğrusu son kalan kökü de dedesi ufak bir hareketle koparıverdi (benim de ilk dişimi babam çekmişti :)) hemen yanındaki diş ise desteksiz kalınca iyice sallanır oldu, hatta neredeyse düşey pozisyondan yataya geçti denebilir. sonra bugün, minik kardeşi onu sevmek için hamle yapınca yanlışlıkla kızımın çenesine vurdu, ikinci sallanan diş de düştü.
şu anda birinin öndeki iki alt dişi eksik, diğerinin sadece o iki dişi var :) aynı anda kahkaha attıkları bir fotoğrafı yakalayabilirsem kocaman bastırıp ofisime asmak istiyorum :)
madeira şarabı
-
hakkında pek kimsenin bilgi sahibi olmadığı, tüm övgüleri hak eden bir şaraptır ve kanımca burada kendisi hakkında bir entry yazmak da boynumun borcudur.
kendisi fortified wine sınıfına dahil edilebilir, yani fermantasyon süreci distile alkol eklenerek sonlandırılır. ancak madeira şarabını dünyadaki tüm diğer şaraplardan ayıran kendine has bir yapım tekniği vardır ki insanda yoğun saygı uyandırır.
bir madeira şarabı alabilmeniz için en az iki sene oncesinde madeira adasinda bir portekizli muhtemelen tinta negra mole türü üzümlerini hasat etmiştir. normalden biraz geç gerceklesen bu hasat sonrasında diğer klasik şaraplardaki yolu izlemiş, üzümleri ezmiş, şırayı mayalandırmıştır. mayalandırma sürecinin sonuna geldiğini dusundugunde ise muhtemelen bir brandy ilavesiyle mayaları öldürmüstür.
işte madeira şarabının eşsiz hikayesi tam da burada başlar. eski zamanlarda uzun deniz yolculuklarında burada mola veren denizciler normal şaraba nazaran daha dayanıklı olan bu alkol ilaveli şarapları gemilerine yuklermis. tabii o zamanların populer alkolü brandy veya rommuş. şimdiyse neredeyse tamamen brandy kullaniliyor. ancak bir gun deniz yolculugundan dönen bir gemide tüketimden arta kalan şarabın denizde sürekli gunese maruz kalmasından mütevellit tadının değiştiği, hatta kimilerine göre güzelleştiği farkedilmiş. bu şarabı tadan kişiler adeta "ananıskim bu ne tatlı bir tane bir şaraptır böyle" gibi abuk subuk, saçma sapan hayranlık ifade eden tepkiler vermişler ve git gide deniz turunu tamamlamış şarapları satın alabilmek icin limanda bekleyen gerizekalı bir alkolik kitle oluşmuş. ee, say kanunu diye de bir şey var sonuçta.
bunun neticesinde madeira adasındaki şarap üreticilerinden bazıları da bu kitlenin talebini karşılamak için şaraplara gemiyle 3 aylık turlar attırıp vinho da roda dedikleri şaraplar üretmeye başlamışlar. tabi bu yöntem hem zor, hem pahalı, hem de üretim sınırlı. sonradan şarapları karada gezdirmeye, sonrasında da oldugu yerde icinden sicak su borulari gecen kazanlarda ısıtmaya başlamışlar. günümüzde de benzer bir yöntem kullanılmaktadır.
4 temmuz 1776'da amerika birleşik devletlerinin temelini atan bağımsızlık bildirisi o gece imzalayanlar tarafından madeira şarabı içilerek kutlanmıştır. o dönemin birleşik devletlerinde şarap yapılabilecek üzüm neredeyse hiç yoktu. madeira şaraplarına altın muamelesi yapılıyordu.
kendisi de hem şarap üreticisi, hem koleksiyoneri, hem de zevkli bir tüketicisi olan başkan thomas jefferson da bu şarabı favorilerinden biri yapmıştır. 100 dolardaki sevdiğimiz abimiz benjamin franklin büyük yemeklerden sonra bir kadeh madeira içmeyi alışkanlık edinmiştir. george washington ise her akşam yemeğinden sonra bir kadeh madeira içmeye ölene dek devam etmiştir.
olur da bir yerde bulursanız alın. şaraba merakınız varsa mutlaka bulun. fransız le vin jaune de jura gibi, alman spatlese riesling von moselland gibi bölgesel bir kültüre tanıklık edin. bir sanat eseridir madeira şarabı.
suda sağlık, şarapta hakikat vardır.
otobüste kitap okuyan artist tip
-
muzaffer izgu'nun su an adini hatirlayamadigim bir oykusunde anlatilmistir bu.
kahramanimiz, otobuse biner. otobus kalabaliktir. yer bulup oturur, kitabini acar. ancak oturacak yer arayan yaslilar ve kadinlarin hedef tahtasi olur, "biz yer ariyoruz, bu oturmus kitabini okuyor" minvalinde soylenirler. bu kez ayaga kalkar, ayakta durdugu yerde rahat okumak icin pozisyon bulmaya calisir, bulur bulmaz da bir eliyle askiya tutunur bir eliyle de kitabini tutar. bu sefer de diger insanlara yaranamaz. "burasi kutuphane mi, git evinde oku, amma israr etti canim" laflari havada ucusur. itiraz etmeye kalktiginda da soforun ve diger baska herkesin tepkisini ceker, darp edilmek uzereyken otobusten kendini zor atar.
otobuste ondan baska kimse kitap okumamaktadir. buyuk ihtimalle hayatlarinin akisinda kitap okumaya yer de yoktur. bu nedenle adama, belki kendilerinin dahi bilmedigi bir nedenden oturu tepki gostermektedirler.
agar.io
-
en buyuk balonun isminin "greece's debt" olmasini gormemle yarmistir.