hesabın var mı? giriş yap

  • milletin; ulusal parasına, ulusal ekonomisine ve insan gibi yaşamaya imkan sağlayacak bir geliri çalışarak elde edeceğine inanmamasından kaynaklanmaktadır.

    farz-ı misal; iran'daki diktatör tarafından bankalardaki dövizlere el konulursa, dövize erişim kısıtlanırsa ya da döviz taşımak suç haline getirilirse ne olacak? dövizini bankada değil de kripto para piyasasında tutan iran halkı hiçbir problem yaşamadan güncel kur üzerinden exchange yapıp keyfine bakacak. dolayısıyla iran halkı ne yapıyor? birikimlerini iran riyali yerine döviz olarak, banka yerine kripto para piyasasında tutuyor.

    diğer taraftan asgari ücretle çalışan birisi, maaşından ayırdığı 10 dolara x token aldığında, ertesi gün bu x token'ın %1800 değerlenme ihtimali olduğunu biliyorsa ve kürşat ayvatoğlu gibi "akıllıca" davranıp kendisine yeni fırsat kapıları açmak için zamanında akp'ye yanaşmamışsa, kripto paralar makul bir yatırım gibi görünmeye başlar.

    kısacası, halkın devlete ve kendi geleceğine güvenmediği ülkelerde, insanların parayı blockchain'e olan inancından dolayı coine yatırdığını zannetmeyin.

    edit: nasıl işlem yapıldığını soranlar olmuş. binance için %10 komisyon indirimli referans linkini bırakıyorum. ancak coinbase gibi diğer uluslararası borsaları da tercih edebilirsiniz.

    referans linki için tıklayın

  • alişan’ın meral akşenere söylediği söz.

    açıklama şöyle;
    meral akşener "biz iktidara gelirsek o sanatçılara selam vermeyeceğiz" dedi. bence selam falan vermeyi bırakın. iktidara gelirseniz bizi türk vatandaşlığından çıkarın.

    sırf bu yüzden meral akşener’e oy vereceğim. bir sebep daha çıktı bana.

    kaynak

  • türkiye'de gerçekleşmekte olan durum. kapalı alanda sigara yasağı olmasına rağmen, istisnalar hariç, neredeyse bütün meyhanelerde sigara içilmesine müsaade ediliyor. ne bakanlık, ne vatandaş, ne polis kimse müdahale etmiyor. bu konuda herkes başını kuma gömmüş durumda.

    olan benim gibi sigaradan hazzetmeyen insanlara oluyor. şimdi bi kaç sığ arkadaşın “madem sigaradan hazzetmiyosun niye meyhaneneye gidiyosun” diye yorum yapacağına adım gibi eminim. içki içiyorum diye sigara içmek ya da sigara dumanına maruz kalmak zorunda mıyım? ayrıca kurallara uyup mekanında sigara içirtmeyen meyhanelerin suçu ne? kurallara uymak mı?

    artık bu konu hakkında birileri harekete geçmeli. çünkü üç maymunu oynamaktan ben kendi adıma yoruldum. kapalı alanda sigara içirten meyhaneler alenen suç işliyor ve cezasız kalıyolar. toplum sağlığı için bunun önüne geçilmesi lazım.

    edit: başlığı altında yazılanlara görünce bu ülkeden bi bok olmayacağını anlıyosun. adama kapalı alanda sigara içmek yasak diyosun, toplum sağlığına zarar veriyosun diyosun, gelişmiş bir toplumda yasalara uyulması gerekir diyosun, adam "meyhanede sigara içmek benim keyfim yeaaaaa, karışmayın bi keyfimize de, sigara içmiyosan gelme meyhaneye" diye sığ bi cevap veriyo.

    o zaman ülkede herkes keyfine göre hareket etsin. mesela sen insanlara tokat atmaktan mı hoşlanıyosun, git sokakta gördüğün herkese tokat at. sonuçta bu senin keyfin. başkalarının sağlığı senin umrunda değil. neden böyle yapıyosun diyenlere de "bu benim keyfim yeaaaa, sen de sokağa çıkma o zaman" diye cevap ver, konu kapansın.

    sonuç olarak laftan anlayan dostlarıma anlatmak istediğim şu, kapalı alanlarda sigara içilmesi yasak. yasa diyorum yasa. yasaları keyfine göre delemezsin. delersen işte o da senin yıllardır eleştirdiğin sistemin çocuklarından bi farkın olmadığını gösterir bu. ha yarın yasa değişir, meyhanelerde sigara içilmesi serbest bırakılır o zaman saygı gösterilir tabi ki bu duruma. biz de ona göre meyhaneye gider ya da gitmeyiz. olay bu.

    debe editi: bu entryimin debeye girmesine çok sevindim. ilk başta başlığa girilen entryleri görünce insanların kural tanımaz düşünceleri beni üzmüştü. ama sonrasında düşüncemi destekleyenleri görmek ve çoğunlukta olduklarını anlamak iyi geldi. demek ki hâlâ ülkede yasaların korunması, uyulması gerektiğinin bilincinde olan, toplumun yararını gözeten bi çoğunluk var. ayrıca sigara içtiği halde empati yapan dostlarıma da teşekkür ederim. iyi pazarlar herkese.

  • 17. yüzyılda tane tane anlatmış. yasama ile yürütme ayrılmalı, kanunu koyan ile uygulayan aynı olmamalı yoksa yönetenin kanunları kendi çıkarına kullanmasının önünü alamazsınız demiş, 350 yıl önce demiş... okudukça insanın içinin parçalandığı kitaplar yazmış, fikirleri şimdi "e tabi ki" şeklinde bir algı uyandırsa da çağının çok ötesinde olan düşünür. okurken "e tabi ki" dediğimiz fikirler ve gerçekler ortadayken uygulamaların teker teker tersine döndüğü zamanlarda yaşamak da bizlerin laneti olsa gerek.

  • kuaförlük. çok para var bu işte , çok. hem karşındakinin fikirlerini hiç de önemsemeden kesim , biçim , düzeltim işlerine giriyorsun , sanatçı kişiliğini konuşturuyorsun ; hem de para kazanıyorsun . sosyalleşme desen tillahı kuaför salonlarında oluyor. iyi iş , iyi.

  • insanlar haklı olarak bu meyvenin fiyatındaki tuhaf dalgalanmayı anlayamıyorlar. aynı gün iki marketin birinde 5 lira, diğerinde 10 lira. hatta aynı markette 2 hafta üst üste fiyatlarda 2 kat fark var.

    neden?

    dilim döndüğünce :
    1) menşei : aldığınız avokadonun fiyatını ilk sırada etkileyen şey menşeidir. türkiye'deki marketlerde hem ithal hem yerli avokado satılıyor. ithal avokadoların çoğunluğu kenya avokadosudur. bunların da ucuz olsun diye maalesef kalitesizleridir. ülkemizde bilhassa akdeniz bölgesinde avokado yetiştirilmektedir, üstelik çok farklı cinslerde ve iyi ürünler yetiştiriliyor. bu yüzden size ilk tavsiyem ürünün menşeine bakıp, yerli olanı tercih etmenizdir.

    2) cinsi : avokadonun 500'ten fazla cinsi vardır ama yaygın olarak tarımı yapılan yaklaşık 20 türü vardır. elbette her birinin besin değeri, kullanım alanları ve gramajına göre ekonomik değerleri farklıdır. türkiye'de en fazla fuerte, hass ve lamb hass üretilir ve satılır. en azından yaygın türleri nasıl ayırd edeceğinizi gösteren şu küçük şemayı buraya koyuyorum, faydası olur : görsel

    3) boyutu : avokado aslında her meyve gibi kiloyla ithal edilir ve çoğunlukla kiloyla satılır. ancak bizim gibi bazı ülkelerde taneyle satılıyor. bu yüzden boyut arttıkça fiyatı artar. aynı şekilde küçüldükçe de fiyatı azalmalıdır. ne farkeder demeyin : aynı kasada bile %50 kadar gramaj farkı olabiliyor. %50 daha küçük meyveyi aynı fiyata alıyorsunuz.

    4) hasat dönemi : türkiye'de en fazla üretilen fuerte cinsi avokadonun hasadı kasım ve aralık aylarında başlar, sonra da baharda yerini hass cinsi avokadolara bırakır. bu yüzden doğal olarak kasım-mayıs arası avokadolar daha ucuz, yazın daha pahalıdır.

    türkiye'de henüz tam olarak tüketicisi ve piyasası oturmadığı için, marketler maalesef bu tür bilgi eksikliklerinden ciddi kar elde ediyorlar.

    özetle : çok ucuz diye gördüğünüz avokado büyük ihtimalle düşük kaliteli ve ithal avokadodur. dün çok ucuzdu nasıl bugün 2 katına çıktı dediğiniz avokado da marketlerin elindeki ithal avokado bitince satın aldığı yerli ve daha kaliteli avokadodur. umarım faydası olmuştur.

  • mideye indirmek nasıl bir tabir bu olay için ? sana araba çarpsa " arabanın paspas yaptığı adam " diye başlık mı açılsın?

    feci bir sona uğramış " insan".

  • en iyi "şeytan" tasvirlerinden birine sahip dizidir.

    --- spoiler ---

    frank underwood bu dizide şeytanı oynamaktadır. para yerine gücü sahiplenmekte ve elindeki güç algısı ile herşeyi manipüle etmektedir. güç algısı diyorum çünkü çoğu zaman elinde bir güç olmamakta ve blöf yapmaktadır. genelde her kötü karaktere bir şeytan tanımlaması yapılabilir ancak frank gerçekten şeytan'ın dini kitaplarıdaki birebir karşılığıdır. örneğin islamiyet'teki karşılığına şuradan bakabilirsiniz. şeytan'ın tüm niteliklerini taşımaktadır.

    şeytan'la işbirliği yapanların hepsi sonunda bertaraf olmaktadir. çünkü şeytan sadece kendine hizmet eder. ancak yine de iyi güçler tarafından hepsine bu iş birliğinden vaz geçmesi için birer fırsat verilmektedir.

    örneğin; zoe kariyerinde yükselmek için şeytanla iş birliği yapıp, önündeki bir çok iyi insanı ezerek bunu başarmıştır. ancak şeytanın gücü tatlı olduğu için ünlü bir gazeteci olmasına rağmen şeytandan vaz geçememiştir. hatta bu ilişkiyi çözen çevresindeki iyi insanlar ona şeytanın gerçek güzünü gösterip, bu ilişkiden vaz geçirmeye çalışmışlar. bir süre bu ilişkiyi bitirmeye niyetlenmişse de sonra tekrar anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş ve bunu hayatıyla ödemiştir.

    diğer bir örnek de russo; russo başına gelenlerle frank'in şeytan olduğunu görmüş buna rağmen şeytanın gücünden bir pay alma ve vali olma sevdasıyla onunla anlaşmıştır. kız arkadaşı her ne kadar onu doğru yola çekmeye çalışmışsa da sonu ölüm olmuştur.

    diğer karakterlerin şeytan ile ilişkilerine değinecek olursak;

    raymond tusk şeytanla iş birliği yapmış sonunda statüsünü kaybetmiştir.

    rachel posner şeytanla iş birliği yapmış özgürlüğünü kaybetmiştir.

    claire en uzun ilişkiye sahip biri olarak insanlığını kaybetmiştir.

    doug stamper bu işbirliğiyle insanlığını kaybetmiştir.

    xander feng şeytanla işbirliği yaparak hayatını kaybetmiştir (idam).

    vasquez koltuğunu sağlamlaştırmak için iş birliği yapmış, sonunda kariyerini kaybetmiştir.

    remy danton işler sapa sarınca şeytan ile anlaşmaya çalışmış kariyerini kaybetmiştir.

    başkan şeytanı tek danışmanı haline getirmiş, eline bir fırsat geçmesine rağmen yine şeytanın manüpülasyonuna kurban gidip herşeyini kaybetmiştir.

    örnekler daha ufak karakterlerle çoğaltılabilir.

    kısacası şeytanla iş birliği yapan herkes kaybetmektedir. claire, doug, meechum gibi şeytan'a kul olanlar ise insanlıklarını kaybetmektedir. en büyük kaybı şeytan'ın şeytan olduğunu bilip, buna rağmen onunla örtak olanlar yaşamış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (zoe, russo, xander). çünkü şeytan hiç bir zaman paylaşmaz ve maskesini düşürenleri, bir zayıflık yaratabilecekleri yaşatmaz.

    peki burada denilebilir ki raymond tusk da şeytan sayılmaz mı? frank'in rakibi ve her türlü kirli işi yapmaya meğilli bir adam. bunun cevabını da frank ile tusk'ın son yüzleşmesinde görüyoruz. frank opera binasında tusk'a son bir anlaşma vaadinde bulunuyor ve kendisinin başkan olacağını, paylaşabileceklerini söylüyor. yani şeytanla bir ortaklık sunuyor. orada yaptığı "sen bir iş adamısın bu mevzuya duygularını karıştırma" konuşması frank ile tusk arasındaki farkı ortaya koyuyor. tusk duygularına ve intikam isteğine yenik düşüyor. bu tamamen insani bir zayıflık. yani dizi şeytan olabilecek diğer karakterleri de frank'le yüzleştirip onların şeytan olmadığını, sadece zaafları olan güç sahibi insanlar olduğunu bize hatırlatıyor. burada şeytan'ın yani frank'in kararlarını hiç bir zaman duygularıyla vermediği, düşmanı veya kendisini kazıklayanla hemen bir iş birliği kurabilecek olması da insan olmadığına bir başka gösterge.

    dizide şeytan'ın yani frank'in en büyük gücü ilüzyon kabiliyeti. olayları manipüle edip bir güç algısı yaratmakta ve insanları da bu manipülasyon kabiliyetiyle ikna etmektedir.

    en çok ikna ettiği ise biz izleyicileriz. şeytan dizi boyunca bize konuşmakta. aksiyonları ile ilgili biz bilgiler vermekte ve bizle muhabbet ederek bizi de işin ortağı yapmaktadır. nasıl ki insan kendisini şeffaf bir şekilde yargılayamassa, frank bizi ortak yaptıktan sonra dizideki olayları dışarıdan bir gözle yargılayamaz hale geliyoruz. frank bize hep ufak bilgiler veriyor ve olayların nasıl geliştiğini görüp etkileniyoruz. ancak çok nadiren bunun çok kötü birşey olduğunu yargılıyoruz. çünkü frank bizi aksiyonlarının ortağı yapmış oluyor. o güç ilüzyonunu bize de yaşatıyor.

    ancak bazı durumlar farklı. ölümlerde bizimle konuşmuyor hiç. örneğin russo'nun ölüm sürecinde dizi bizi frank'ten uzaklaştırdı. direk dışlandık. birden ara sokakta buluştular. frank russo'yu öldürdü ve bizimle hiç konuşmadı. bizi cinayete ortak yapmadı. uzaktan seyirci bıraktı.

    bunun bir benzerini zoe'de daha göstererek yaptı. zoe'i öldürdükten sonra neredeyse bir bölüm boyunca bizimle konuşmayı kesti. sonra bölümün sonunda "seni unuttuğumu sandın değil mi?" diyerek bizle biraz sohbet etti zoe'nin ölümünün bir zorunluluk olduğunu söyleyerek normalleştirmeye çalıştı. zaten öncesinde zoe'yi şeytanla işbirliği yapmakla sık sık yargıladığı için "başına geleni haketti" algısı yarattı. ama açık açık bizi o işe ortak etmediğini söyledi.

    bir diğer manüplasyon yöntemi de; dizi diğer karakterleri devamlı yargılarken frank'i hiç bir zaman yargılamıyor. mesela başkan'ı zayıf ve maniplasyona açık olmakla, tusk'i yolsuzluk yapıyor olmakla, zoe'i beleşçilikle, russo'yu alkolik olmakla, claire'i zaman zaman duygularına yenik düşmekle vs gibi diğer tüm karakterleri yargılıyor ve "bunu haketti" hissiyatı oluştururken. frank'i yaptığı tüm şeytanlıklara rağmen bir kere bile yargılamıyor.

    dizide gazeteci hammerschmidt, lucas goldwin, janine skorsky gibi iyi güçler de var ancak zayıf, güçsüz ve kabiliyetsiz olarak, insanı zaaflarına yeni düşen karakterler olarak tanımlanıyorlar.

    şeytan en büyük gücü eline geçirdiğine göre, bundan sonraki süreçte şu ana kadar hep yenilen iyiliğin daha güçlü ve kararlı bir şekilde şeytanla savaşacağı bir süreç başlayacağını umuyorum. ama unutmayalım; biz bu dizide hep şeytan'ın yanında, kötülüğün ortağıyız. şeytan kabiliyetleriyle bizi etkilemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    zamanında biraz hızlıca yazdığım ve oldukça ilgi gören şu entry'deki yazı bozukluklarını ve imlaları gördükçe gözüm acıyor :)
    benzeri bir yazıyı westworld için de yazdım. merak edenler için ilgili entry şurda.

    edit: sevgili diplomats güzel bir "yasak elma" detayı paylaşmış; "dikkat ederseniz frank underwood ve claire her sabah kahvaltıda elma yiyorlar. hatta 4. sezon 11. bölüm sonunda tom kahvaltıya katıldığında da elma var."