hesabın var mı? giriş yap

  • elinde altı adet plastik sandalyeyle halk otobüsüne binen adamın bunları ayaktaki ihtiyaç sahibi yolculara dağıtması, ve böylece otobüs içinde çay bahçesi ambiyansının yakalanması. hayır merak ediyorum acaba adam kendine böyle bir misyon mu yükledi. ayakta yolcu kalmayacak!

  • şeker hastası olan babaannenizde, dedenizde, annenizde veya yakın bir arkadaşınızda gördüğünüz bu alet insanoğlunun yaratıcı zekasının güzel bir yansıması olup ve cepte taşınabilir bir laboratuvardır aslında.

    karbonhidratlar yani şekerler bağırsaktan emildikten sonra kanda serbest bir şekilde dolaşıma katılırlar insülin ve glukagon gibi hormonlar ise kandaki bu serbest şekeri kontrol altına alarak normal bir düzeyde kalmasını sağlar.

    insülin hormonunun bozukluğundan dolayı insanlar şeker hastası olur ve yukarıda görseli gördüğünüz aleti kullanarak kan şekerlerinin durumuna bakarlar ve aletteki değere göre doktorun verdiği ilaçları kullanırlar.

    şimdi de bu küçücük aletin bir damla kan ile dolaşımdaki şeker miktarını nasıl ölçtüğüne bir bakalım.
    asıl işi yapan küçük test şerididir. diğer sayı değeri gösteren alet bir çeşit akım ölçerdir. test şeridi bir kaç tabakadan oluşur. şeridin üzerine damlatılan kan içindeki glikoz şeritteki glikoz oksidaz ile karşılaşır ve katalize olur ve glukonik asit ve hidrojen peroksite dönüşür daha sonra hidrojen peroksit bir elektrokimyasal probun anodunda elektrokimyasal olarak oksitlenir bu olay bir molekülden elektron kazanımı veya kaybını içerir ve numunedeki glikoz konsantrasyonuyla orantılı bir amperometrik sinyal yani akım üretir.görsel

    sonuç oluşan akım ölçülür ve kan şekerimizi ekranda görmüş oluruz.
    kaynak:123

  • dün akşam fenerbahçeyi 3-2 yendiğimiz maçtan sonra pederimi aradım. telefonda kutlaşalım diye. sonunda şeytanın bacağını kırdık bıbıcığım dedim. ne bacak kırması, hamuğa goyduk bıraktık dedi kısık sesiyle. mario dedim. gomez dedi. siyah dedim. beyaz dedi. nartallo dedim. mrklea dedi. kısa süren bir seansla kemoterapi uyguladık birbirimize. sonra kapattık telefonları. oturduğum yerde 3-5 saniye sessiz bir şekilde dururken mutfaktan hanım bağırdı ;

    - yalnız iyi koyduk haa.

    limited edition : debe listesine 10.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • hakan ve doğukan gönüllüleri öyle bir yerin dibine soktu ki iki kelimeyi bir araya getirmeye zorlanan gönüllü zımbırtıları saçmalıyorlar şu an.

    turabi daha geçenlerde "onlar gülmesin hep biz gülelim" dedi röportajında şimdi diyor ki üzülüyoruz.

    hasan "yiyoruz ama sonra yine acıkıyoruz." ama onlar hiç yemiyor kafan basmıyor sanırım hasan? pama o kadar hamuru yedikten sonra protein eksikliği çok normal...

    hilmicem "önlerinden mi alıyoruz ödülü, kazanıyoruz gidiyoruz." adamlar hak etmediniz demedi ki? kaybettiğimiz için hem karnımız aç hem mutluluğa açız diyorlar. anlamak niye bu kadar güç?

    ulan sen dokunulmazlığı alamayasın diye turabi her türlü psikolojik savaşı yaptı, sen bile dayanamadın o kanka rolünden çıkıp turabi bir sus dedin, begüm seni desteklemedi çünkü sen kazanırsan onu yazacaklardı. karşı tarafa bakacağınıza kendi içinizdeki pisliklere bakın.

    doğukan'a soytarılık yap sana da bu yakışır diyen turabi, o adam hiçbir şey yapmasa sırf babası sayesinde saygıyla anılmayı hak ediyor. ki doğukan'ın da çok sağlam bir karakteri var. sen o adamın boku olamazsın. nasıl yetiştirmişler seni hangi hatalı gecenin ürünüsün anlamadım... beyinsiz maymun.

  • köyümün festivalindeki çekilişten leğen kazanmıştık. çok duygusal anlardı. annem: "koş oğlum git al!" dediğinde herkesin arasından sıyrılıp kürsüdeki adamın yanına çıkmıştım.. herkes bana bakıyordu. hayalimdeki leğene kavuşmak üzereydim.. teyzem, abim, annem, ananem... herkes ama herkes benim o leğeni iki elimle tutup adeta bir ülkenin bayrağı gibi taşıyor oluşuma şahit oluyordu. mikrofonu elime aldığımda ağzımdan şu cümleler dökülmüştü: "ben.. biz bugün sadece bir leğen değil, çok daha fazlasını kazandık.. köyümüzü!" teyzem, abim, annem, ananem... herkes ama herkes beni alkışlıyordu.

  • bundan 50 yıl önce de, 100 yıl önce de, 1000 yıl önce de, tıpkı bizim gibi insanlar hemen hemen bizimkine benzer bir hayat yaşadılar ve ölüp gittiler.

    onlar da hiç ölmeyecekmiş gibi para ve güç kavgası yapıyorlar, envai çeşit siyasi entrikalar çeviriyorlardı.

    milyonluk kitlelerin yarı tanrı addedip önünde diz çöktüğü imparatorlar vardı.

    hepsinin aileleri, akrabaları, çevreleri vardı.

    şimdi neredeler?

    hepsi toprak olup gittiler.

    bütün bunlardan bana kalan, veysel karani'den öğrendiğim şu ders oldu:

    -allah'ı biliyor musunuz?

    -evet

    -başkalarını bilmeseniz de olur.

    -allah sizi biliyor mu?

    -evet

    -başkaları bilmese de olur.

    madem dünyada her şey zamana yenik düşecek, her şeyi yel alıp gidecek, dünyaya lüzumundan fazla batmak anlamsızdır.

    ahiret hayatımız ve oradaki refahımız ise iman ve marifetullah derecesincedir.

  • ulan, adam istese sil baştan bugün bir üniversite açar, yarın tek mezunu olur, ertesi gün kapatır. öyle bir konumda. hala önlisans, falan filan.

    (bkz: ahahaha deli)

  • stoacıların ulaşmak istediği durumdur apatheia. duygusuzluk olarak açıklamak yanlış olur. apethia hayatın olay akışında bizim duygusal durumumuzda yaşanan iniş çıkışları minimize etmektir hatta duygu durumunun stabil olmasıdır bu hem pozitif hem de negatif olaylar karşısında geçerlidir. stoacılar insanı mutluluktan alı koyan şeyin hayatta olumlu yaşanan bir şey olsa dahi yaşanan çıkışların olduğunu düşünür çünkü bu çıkışlar inişleri de olacaktır keza yaşanan olumsuz şeyler de aynı şekildedir.