hesabın var mı? giriş yap

  • ya bence kürtlerin oy kullanma hakkını da elinden alın olsun bitsin. adamları her seçim sandığa kadar yormayın.

  • hollandalı taraftarlara bak amk gözlerinin içi bile gülüyor. dert tasa yok, esrar serbest, tribünde bira serbest, özgürlük var, siyasal islam yok ve milli takımları rakiplerini eziyor.

    bizim ise, dert tasa var. bira 15 birim para, özgürlük yok, eğlence yok, fahrettin altun var, siyasal islam var, insanlarımız mutsuz ve yetmezmiş gibi milli takımımız eziliyor.

  • black mirror dizisinin kurguladığı evreni en iyi şekilde anlamak için bölümleri izlemek gereken sıradır.

    biliyorsunuz, black mirror dizisi her bölümde ayrı hikayelerden ve kahramanlardan oluşuyor. ama aynı evrende geçtikleri yapımcı charlie brooker tarafından açıklandı. yani tek bir zaman çizelgesinde ilerleyen bir olaylar zinciri sözkonusu. dizi, bu olaylar zincirinden rastgele, kronolojiye uymadan bazı parçaları anlatıyor. bu anlamda tıpkı star wars gibi burada da bazı bölümlerin, sonra çıksalar da aslında daha erken bir tarihsel dönemi anlattığı söylenebilir. dolayısıyla yayınlanma sırasına alternatif olarak diziyi daha iyi anlamak için bu tarih sırasına göre de izlemek mantıklı bir tercih olabilir. önerilere açığım, ama o evrende olaylar sanki şu sırayla gelişiyor. (aşağıdaki kısımlar ağır spoiler'lar içermektedir.)

    1. the national anthem - s01e01
    2. the waldo moment - s02e03
    3. nosedive - s03e01
    4. shut up and dance - s03e03
    5. hated in the nation - s03e06
    6. white bear - s02e02
    7. arkangel - s04e02
    8. crocodile - s04e03
    9. the entire history of you - s01e03
    10. playtest - s03e02
    11. white christmas - s02e04
    12. san junipero - s03e04
    13. uss callister - s04e01
    14. hang the dj - s04e04
    15. be right back - s02e01
    16. black museum - s04e06
    17. men against fire - s03e05
    18. metalhead - s04e05
    19. fifteen million merits - s01e02

    dizi, günümüz dünyası ile aynı başlıyor, sosyal medyanın yaygınlaşması sonucu herkes cep telefonlarından birbirleriyle iletişime geçiyor. ilk 6 bölümde bunun etkileri ve kötü sonuçları anlatılıyor. başbakan-domuz hikayesi ile başlayan olaylar zinciri, önce sosyal medyanın kişisel hayatı tamamen kuşatmasıyla ve nosedive bölümündeki dünyanın ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyor, sonra shut up and dance gibi blue whale tipi tehlikeli oyunların alttan alta yaygınlaştığını görüyoruz. bir süre sonra da sosyal medya sayesinde büyük bir linç kültürü oluşuyor.

    sosyal medya gelişirken, teknoloji alanında da gelişmeler başlıyor. robot teknolojisinin ilerlemesiyle yararlı olacak diye ortaya çıkarılan ve bir tip zeka tanımlanan robot arılar üretiliyor mesela. fakat bu arılar bir süre sosyal medyayla etkileşime geçiyorlar ve hashtag’ler üzerinden ve sosyal medyadan hedef seçmeye başlıyorlar, kontrolden çıkarak sosyal medyada linç edilen insanlara gerçek hayatta ölüm kusmaya başlıyorlar.

    aynı dönemlerde, artan zihin kontrol teknolojileri sayesinde insanların hafızası, ulaşılabilir, erişilebilir bir alan haline geliyor, bunun sonucunda 6. bölüm olan white bear’a geldiğimizde vahşi ve linç hastası bir insanlığın, cezalandırmak istediği insanı defalarca hafızasını silerek tekrar tekrar linç ettiğini görüyoruz. 6. bölüm itibariyle yapılabilen bu kadarı.

    7. sıradaki arkangel’da artık teknoloji yavaşça ilerlemektedir. deney aşamasında olan, devamı o yıllarda getirilemeyen bir teknoloji sayesinde insanların beynine çip yerleştirmek ve bu çip sayesinde gördükleri şeyleri kaydetmek ve bir tabletten canlı veya geriye dönük olarak izleyebilmek mümkün hale geliyor mesela.

    8. sırada bulunan crocodile’da ise bu hafızadaki görüntülerin o dönem arkangel'daki gibi çip yardımıyla kayıt edilmiş olmasalar bile doğrudan beyindeki hafızadan çağırılabildiğini görüyoruz, hepsi görüntüye dökülebiliyor artık. bu teknoloji önce polisler tarafından kullanılmış, yeni yeni sigortacıların filan da yasal gereklilik halinde kullanmasına izin verilmiştir.

    9. sırada bulunan the entire history of you’da sözkonusu teknoloji iyice geliştiriliyor. artık hafızalarındaki tüm görüntüler kişilerin kendi kullanımlarına açılarak kulak arkasına takılan kalıcı bir çip aracılığıyla bütün geçmişi doğrudan göz önüne getirecek şekilde tutulabiliyor. hafızanın içinde ayrı bir yardımcı video hafızası oluşturuluyor yani. ve bu da sadece okuma ve hafızanın kaydı değil, kayıtlı görüntülerin gözde yeniden canlandırılabilmesi anlamına geliyor. bir şeyler gördürülebiliyor artık insanlara, beynin görme mekanizmasına da artık erişilebiliyor.

    nitekim playtest bölümünde artık zamanla ticari bir inovasyon olarak insanların zihnine girilebildiğini ve orada simülasyonlar oluşturulabildiğini görüyoruz. hafızadan bir şeyler okuma yapılabildiği gibi insan beyninin doğrudan manipüle edilebilmesi ve etrafına yeni bir gerçeklik örülebilmesi de mümkün hale gelmiş, deneniyor. bölüm itibariyle bu teknoloji deneysel aşamada, hatta kurbanlar veriliyor, ama 11. sıradaki white christmas bölümünde bu teknolojinin artık uygulamaya geçirildiğini görüyoruz. insanların zihni bu yolla simülasyona sokulabiliyor, polisler sorgulama vs için bunu kullanıyor.

    12. sıradaki san junipero’da zihinler, özel veri merkezlerinde bu tip bir simülasyona yüklenebiliyor ve bundan sonra ömürlerinin kalanını bulutta dijital olarak devam ettirebiliyorlar.

    uss calister’da ise bir sonraki aşamayı görüyoruz, simülasyonlar artık sivil hayatta ve oyun sektöründe bol bol kullanılıyor. hatta yetenekli ve kötücül bazı programcıların evlerinde kendi illegal simülasyonlarını oluşturduğunu görüyoruz. teknolojik yenilik olarak ise insanların zihninin bir yerden alınıp başka yere depolanmanın ötesinde, bir çatallanma sonucunda ikiye ayrılabildiğini ve çatallanma anına kadar ortak olan bilincin, hafızanın ikiye bölündükten sonra farklı ve bağımsız ilerleyebildiğini görebiliyoruz. uss callister bölümünde işte gerçek hayattaki insanlardan klonlanmış bu sanal bilinçlerin, kontrolü ellerinde tutan programcıyı ekarte edip dijital dünyada bağımsız hareket yeteneği kazanmasını anlatıyor. yani yapay zeka, makineler filan değil, doğrudan insan bilinci, bilinç haliyle, tıpkı bilgisayar virüsleri gibi kabloların içinde kendine yeni ve bağımsız bir dünya kuruyor, gerçek kişi de gerçek hayatta ayrıca devam ederken.

    14. sıradaki hang the dj, başta san junipero ile oldukça benziyor bu anlamda. fakat, san junipero’da bu teknoloji henüz özel merkezlerdeki bulutlarda depolama amaçlı kullanılıyorken, hang the dj’de cep telefonları ile kullanılabilir hale gelmiş durumda. çatallanmış bilinçlerin cep telefonundaki kopyaları, cep telefonuna kayıtlı simülasyonda birbirlerini buluyor, birlikte sanal yıllar geçiriyorlar ve eşleşmeyi doğruluyorlar, gerçek hayatta ise insanlar, cep telefonlarına kayıtlı sanal kopyaları arasındaki uyumun sonucunu hemen öğrenip birbirlerine anında, zaman geçirmeden yazılabiliyorlar.

    “be right back” (ki bu bölümün sıralamasında iddialı değilim) ve black museum bölümlerinden ise anlıyoruz ki bir süre sonra insanların hafızaları, bilinçleri sadece buluta ve simülasyona değil, önce robotların sonra başka insanların beynine de yerleştirilir hale geliyor. bulutta elektrik sinyali olmanın ötesinde, fiziksel dünyaya da adım atabilmeye başlıyorlar. dolayısıyla beyninde eşini taşıyan erkekler, beyinli oyuncak ayılar, beyinli ve insandan ayırt edilemez robotlar görmeye başlıyoruz.

    geriye kalan 3 bölüm ise sinema yazarlarının sevdiği deyimle “post apokaliptik” nitelikte ve onların kronolojide en sonda olma sebebi bu. muhtemelen bu son 3 bölümle diğerleri arasında pek çok henüz anlatılmamış olay oluyor, bu yüzden kopukluklar var. ama kabaca, başka filmlerden de esinlenerek şunu söyleyebiliriz ki insan bilincinin makinelere ve başka robotlara, oyuncak ayılara kadar kopyalanabilmesi, arılara kadar yapay zekalı varlıkların üretilebilmesi sonucunda bir noktadan sonra muhtemelen insanlarla robotlar veya bu farklı bilinçler, yapay zekalı yeni varlıklar vs arasında bir çatışma başlıyor.

    bu çatışma sonucu 17. sıradaki men against fire bölümünde olduğu gibi bazı insanların yokedilmesi gerekiyor ve bir şekilde insanlık manipüle edilerek savaşa ve birbirini yoketmeye yönlendiriliyor. askerlerin beyni manipüle ediliyor ve sivilleri arayıp bulup öldürür hale getiriliyor.

    bu noktada gene olaylar kopuyor ve 18. sırada çok çok uzak, bütün olayların bitmesinin üzerinden seneler geçmiş bir dönemde buluyoruz kendimizi. bu dönemde artık yapay zeka veya her neyse o şeyler, savaşı büyük oranda kazanmıştır. insanlar dünyada gizlenerek ve sığıntı şekilde yaşamaktadır. ve bütün bölüm boyunca robot bir köpeğin, sağ kalmış son insanlardan bazılarını daha öldürmesini izliyoruz. bölümün diğer black mirror bölümleriyle bağlantısını kurmak bile neredeyse mümkün değil, ta ki en son sahnede çalınmak istenen kolinin içinde black museum bölümünde ne olduğu açıklanan pofidik ayıcıkları görene dek. böylece anlıyoruz ki bu son insanların derdi de o pofidik ayıcık, veya maymuncuk, her neyse, onların içindeki bilinçleri kurtarmakmış. böylece de teyit ediyoruz ki epeyce ileri bir tarihi anlatıyor bu bölüm. belki de hikayenin sonunu, en azından dünya üzerindeki (veya yüzeyindeki) hikayenin en sonunu, çünkü telsizle aradığı kişilere hiç ulaşamıyor kadın, belki de onlar men against fire’daki gibi birileri tarafından öldürülmüşler o sırada. ve kendisi bilmiyor, ama dünyada tek canlı kalan kişi o aslında. etrafının da köpeklerle sarılı olduğunu görüyoruz. son yaklaşıyor.

    19. sıraya ise fifteen million merits’i koyalım. en mantıklısı bu görünüyor. çünkü bu bölüm, izleyenlerin bildiği gibi tamamen kopuk ve zaman çizelgesiyle uyumunun saptanması çok zor. ama eğer biraz da matrix’ten ilham alırsak, artık normal insanlığın savaşı kaybettiği bir dönemde geçtiğini söyleyebiliriz. yapay zeka insanları tutsak etmiş ve onlara epeyce senedir, öncesinin artık unutulduğu yeni bir yaşam dayatmıştır, bilinçlerini de kontrol altına almıştır, muhtemelen yeraltında bulunan kapalı bir şehire hapsedilmiştir insanlık, bir yandan düzenli beslenmektedirler, karbonhidrat ağırlıklı, bir yandan da gerizekalılara yönelik tv programlarıyla beyinleri uyuşturulurken bisiklet çevirmektedirler, belki de gene makinelerin ihtiyacı olan elektrik enerjisinin üretimi için, yani pil olarak. yapay zeka, hep devam etmeleri, sorgulamamaları, pedal çevirmeleri ve tüketmeleri için insanları bir ödül/ceza sistemine sokmuş, fanuslarında yaşatıyor. buradan da çıkış kalmamış, kimileri filmdeki zenci kardeşimiz gibi sorgulasa bile gidilebilecek tek yer sanal manzarası ve sanal penceresi daha görkemli başka bir fanus-oda aslında.

    özetle bizi bekleyen ve pedal çevireceğimiz karanlık geleceğe nasıl gideceğimizi anlatıyor bu dizi.

    not: buna benzer başka listeler de gördüm internette, ama çoğunlukla bu listeler bazı easter egg’lere dayalı olarak hazırlanmış oluyor ve çoğu da açıkçası mantıklı görünmüyor. easter egg'leri sadece easter egg olarak kabul edip, bunun yerine bu evrenin kendi alternatif tarihinde olayların nasıl geliştiği, nereden başlayıp nereye vardığını açıklamak daha önemli, ki ben de bunu yapmaya çalıştım.

  • dünyanın en iyi son vuruşçularından biri, 90+3 kaleci ile karşı karşıya takımını o kadar önemsiyor ki şampiyonlar ligi kariyerine bir gol daha yazmaktansa takımının galibiyetini garantilemek için vurmayıp pas veriyor, takım arkadaşı boş kaleye golü atıyor ve galibiyet geliyor.

    şu pozisyonda kerem, barış, yunus kimi getirirsen getir kaleye vururdu ve %90 kaçırırdı. umarım dünya yıldızı olabilmenin, orada o pası verebilmek olduğunu anlayacak zekaya sahiptirler ve kendilerine örnek olur.

  • gs'nin dortmund ile birlikte gruptan çıkıp arsenal'i bize geri göndermesini dilediğim kura çekimidir.

    not: arsenal'den rövanş almak isteyen takımspor'luyum

    edit: debe'leri okurken kendi entry'mle karşılaştım. bu nasıl entry amk dedim nasıl debe'ye girmiş derken ben bi yerden hatırlıyorum bu cümleleri falan diyorum kendime. sonra dank etti ki ben yazmışım. beklemiyordum tabii böyle bir entry'nin debe'ye girmesini. bir de en beğenilenlerime de ikinci sıradan giriş yapmış. bu kadar mı kötü lan benim entry'lerim diye düşüncelere bile daldım.

  • devamında her osuranın yaptığı gibi bülent hanım'ın salağa yatmaya çalıştığı biyolojik felakettir. kendisi etrafa öyle masum masum bakmıştır ki ben izlerken kendimden şüphelendim acaba ben mi osurdum diye.

  • ara ara aklıma geliyor, sosyal medyada eski videoları önüme düşünce izlemeden geçemiyorum. "huysuz'u televizyonda izlemiş efsane nesil" olarak onun eksikliğini her geçen gün daha çok hissediyorum galiba.

    bugün ilginç bir röportaj izledim. seyfi dursunoğlu, orhan kural'ın sorularını yanıtlıyor. belli ki programın çok bâriz bir toplumsal farkındalık misyonu var, bu kapsamda çeşitli konularda huysuz'un görüşleri alınıyor. ancak bunu yaparken sohbetin son derece sığ bir hal alması -buraya cuk otursa da "cringe" demek istemiyorum ama- tuhaf mı desem, bir olmamışlık hissi mi uyandırıyor desem, hadi tuhaf diyeyim, bi' tuhaf geldi bana. şöyle ki:

    1- orhan kural, oyuncu bedia muvahhit ve kankası vasfi rıza zobu hakkında bir anekdot anlatıyor, neymiş efendim, bir gün arabayla giderlerken vasfi rıza'nın tuvaleti gelince bir yerde duruyorlar, adamcağız uygun bir yer ararken zaman geçiyor, sonra hâcetini gideriyor ama aceleden önünü ıslatıyor, bedia muvahhit de durumu fark edince, vasfi rıza açıklama yapmak zorunda kalıyor ve "sorma bedia, dışarı çıkınca yağmur başladı" diyor, bedia muvahhit ise muzipçe "tabi sen onu buluncaya kadar mevsimler değişiyor" diyor. hani böyle izleyicide, "eee, bu ne şimdi, ne gereksiz" hissi uyandıran bir anekdot. huysuz bile zoraki bir gülümsemeyle "daha edepli bir şey anlatmanızı tercih ederdim, en azından yaşıma hürmeten..." diyor asjfsflk.

    2- yine bir diğer saçma konu başlığı, fenerbahçeli eski futbolcu alex'in heykelinin dikilmesi hakkında. orhan kural diyor ki, "250 bin şehit verdik çanakkale'de, onlar için bir anıt yapıldı, bir de buraya brezilya'dan bir futbolcu geldi, türkiye'yi sömürdü, özel jetiyle 250 bin dolara gitti, bir de arkasından onun için bir heykel yapıldı, acaba çanakkale'de 250 bin şehidin kemikleri sızlamadı mı? herkes için heykel yapılmalı mı?" diyor. huysuz da "ne alaka aq" dercesine bakıyor önce. sonra güzel bir cevap veriyor: "çanakkale'deki heykeli devlet yaptırdı, futbolcunun heykelinin parası, herhalde bağlı olduğu spor kulübünden verildi, yani bunlar çok özele giriyor, ben bu sualinizi çok zekice bulmadım." diyor. daha ne desin adam, harika bir cevap...

    3- bir başka konu başlığı ise futbol, orhan kural futboldan hoşlanmıyor belli ki ve huysuz'u bu konunun içine çekerek "bir futbol maçı seyretmenin topluma bir tek faydası var mı?" diye soruyor. huysuz yine ustaca cevaplıyor ve: "o zaman şunu da söyleyebilirsiniz, senin yaptığın show'da ne var ki insanlar bunu izliyor dersiniz, onun arkasından bu gelir, futbolcu da kimsenin yapamadığını yapıyor, zevkleri münakaşa edemeyiz beyefendi." diyor. cevabın inceliğine bakar mısınız?

    bir noktada artık huysuz açıkça "beyefendi sen hoşlanmadığın şeyi, niye başkalarına zorla empoze ediyorsun? bu galiba profesörlüğün verdiği bir şey..." diye çıkışarak aslında tüm röportajın gizli niyetini açığa vuruyor. sorulan sorulara çanak cevaplar vermiyor yani, o kadar takdir ettim ki anlatamam.

    geneli son derece kabız ilerleyen sohbetin bazı anlarıysa eğlenceli diyaloglara sahne oluyor, şöyle ki;

    o.k.: vücudunuzu bağışladınız, çok hoşuma gitti.
    s.d.: niye vücudum sizi bu kadar enterese ediyor ki?
    o.k.: yani istifade... ben de düşünüyorum.
    s.d.: istifade etmeyi? (gülüşmeler)

    - & -

    o.k.: hayatınızda kürk giydiniz mi?
    s.d.: kürk?
    o.k.: kürk, hakiki hayvan kürkü?
    s.d.: hayır, giymedim.
    o.k.: giymediniz, çok teşekkür ederim.
    s.d.: yani hayvanlara acıdığım için değil, o parayı verip kürk alamadığım için. (gülüşmeler)

    şimdi ikisi de rahmetli oldu tabi, aralarında 6 ay bile yok.

    yaşadığı çengelköy'ü tanımlarken "sakin, sessiz, âsûde bir yer, burnumun dibinde insan yok, kalabalıktan nefret ediyorum." diyen huysuz'un ölümünden birkaç ay sonra mezarını ziyaret etmiştim. henüz kabri düzenlenmemişti, sadece başucunda bir tahta parçasına adı yazılıydı, hepsi bu. hemen yol kenarında, gelen geçene lâf atacakmış gibi duran bir mezarı vardı...

    onca sahne, show, televizyon, kabare, kalabalıklar, alkışlar... hepsinden uzakta... her kabir gibi sakin, sessiz, kendi deyimiyle "âsûde"... fakat yol kenarında olmasından mütevellit burnunun dibinden sıklıkla insanlar geçiyor. şimdi bundan, hayattayken olduğu kadar şikayetçi değildir umarım. :)

    bir huysuz geldi geçti bu dünyadan, ince bir ruh, kristalize bir zekâ idi.

  • bir keresinde fabrika ziyaretinde, müşteri aniden, "sen bir makinenin üzerine çıkıp tamir edebilir misin ha? edebilir misin? bıktık kadın mühendislerden!!!" diye haykırdı. müdahale etmeseler masanın üzerine çıkıp slogan atacaktı, adam çok ani bir şekilde tek başına örgütlendi. neyinden bıktın adamım, zaten üç beş kişiyiz, nerede gördün de bıktın acaba? ben de sakince, "doğrudur" deyince iyice sinirler gerildi. sadece kadın olduğum için adamı delirttim beyler, bende bu kudret olduktan sonra neler yapmam ki?

    yalnız makinenin üzerine niye çıkıyoruz, onu hala anlamadım. makinenin altından fışt diye çıkıp, yağlı elimi alnıma sürüp, üzerimdeki mavi tulumla "buyur abim" diye karşılamayı düşünüyorum o adamı bir sonrakine.

  • gol ile arasında 3 dakika olduğu için gözlerden kaçtı. 1-2 kişi yazmış sadece.

    61. dakikada, trabzon'un dakikasında beşiktaş taraftarı ''futbolun katili türk hakemleri'' diye bağırdı; liderliğini, şampiyonluğunu kenara bırakıp. dün 7 kişi kalan takıma oley çekip, üç üç üç diye bağıran adamların örnek alması gerekiyor.

    maçın en önemli detayı buydu bence.