hesabın var mı? giriş yap

  • gelinlik alırken kazıklanmamak için asgari düzeyde kumaş bilgisine ihtiyaç var.

    şimdik sevgili yavrularım, yarın bir gün evlenirseniz, zıpır abla biz evleniyoruz e gelinlik alcaz, nasıl alalım napalım derseniz aklınızda bulunsun diye na buraya yazıyorum:

    gelinliklerin fiyatı, kullanılan kumaş, tül, dantel ve işçiliğe göre değişir. bir gece giyicem alt tarafı deyip evdeki güneşliği söküp gelinlik diktirsek olmaz. bir gecede atar o kumaş çünkü. gelinliklerde benim tavsiyem jakarlı ipek satenler kullanılması, tül dantel ve boncuklara bulanılmamasıdır. gelinlik kumaşlarını şöyle anlatacak olursam:

    düz saten: bildiğin dandik saten kumaş. metresi 4-5 liraya filan geliyor. kenarları çabuk atar. ip çekilir. geceliktir, efenime söyliyim işte sandalye giydirmesidir o tarz şeylerde kullanılması, gelinliğe bulaştırılmaması lazım gelir.

    krep saten: abiye ve gelinliklerde en çok kullanılan saten türü budur. iyi dikiş verir, dökümlü durur.

    likra saten: bu ince likralı ve kalın likralı diye ikiye ayrılır. ince likralı satenden çamaşır yapılır. saten donlar var ya na onlar. kalın likra satenler mat yahut parlak saten olabilir. şişmanca insanlar mat kalın likra saten tercih edebilirler.

    kalın mat saten: bu likrasız. gelinlik kumaşında çok kullanılır. sert böyle.

    şifon: bunlar gelinlikte çok kullanılır. ikiye ayrılıyo. multi şifon ve single şifon. single şifon dandiği. ben pek bi farklarını göremedim gerçi.

    tül: efenim bu tül dediğimiz şey de çeşit çeşit. likralısı var, greek var, kristal tül var, lurex tül var. lurex tül kendinden simli. onun dışında düz tüllere glitter baskı teknikleri ile taşlar pullar işlemeler vs yapılıyor. para tutan zımbırtı bu. bir de ucuz tarlatan tülü var. gelinliğin içine giyilen tarlatanı kaplamaya.

    organze: gelinlikte organze de çok tercih ediliyo. ama kumaş üreticileri bunun da çeşit çeşidini çıkarmış. kristal organze var mesela. buna aynı zamanda muz yahut kumlu organze de deniyor. saten organze var. normal satenden ayrıymış bu. mat organze var. ipek organze var metresi dünyalar para lan.

    tafta: taftadan gelinlik yaptıranın kafasına tahta düşsün.

    heh bir de fransız dantel denilen şey var. bunun gerçekten fransız dantel mi yoksa çakma mı olduğunu anlamak zor. annem anlıyo ama o da senelerin terzisi ben mi anlıycam allasen.

    bir de bir kumaş ipek mi değil mi nasıl anlıyoruz, ufak bi örneğini alıp yakıyoruz. polyester karışımlıysa kapkara bi duman çıkar. ipek beyaz duman çıkarır, alevli yanmaz. gelinliğinizi de ipek yaptırcak kadar zengin diilsinizdir sözlükçüler ama ben yine de söyliyim dedim.

    bir de gelinlik modeli seçme hususu var. kısa boylu gelinlerin çok kabarık etek seçmemeleri lazım. aynı şey şişman gelinler için de geçerli. patlıcan kollular straplez de straplez diye tutturmasın. o omuzlar gene açıkta bırakılır güzellerim. çosüper kollu gelinlik modelleri var.

    gelinliği hazır alıyorsanız zaten giyer denersiniz problem yok. ama diktiriyorsanız kumaş örneklerini ve istediğiniz modeli alıp bi bilene danışmanızı tavsiye ederim.

    bir zipirinsanla evleniyorum entarisinin daha sonuna geldik. eh artık erler film. son.

  • küçükken annemin dikkatini çekmek için salıncakta sallanırken kendimi yere atmıştım. annem görmeyince belki duyar diye avazım çıktığı kadar bağırmaya başlamıştım, duymayınca da kalkıp salıncağa geri binmiştim.

  • 16587 km uzaktan mağduriyet yaratılmasıdır. bir sonraki rekor denemesi aya çarpan meteor parçası ile olacak.

    "biliyorsunuz; hicri takvim ay yılı üzerindendir. ay'a yapılan bu meteor saldırısı şer odakları tarafından müslümanlığa yapılmış bir saldırıdır. hebele höbele..."

  • farklı dönemlerden olan iki genç ortak bi arkadaş grubu vesilesiyle tanışır. olay aslında basit bi tanışma olayıdır ancak;

    a: merhaba veyis.
    b: veysi.
    a: veyis...
    b: veysi...
    a: veyisss!
    b: veysiii!
    a: tamam aq veysi olsun ya!*
    ...

    daha sonra araya giren arkadaşlar ikisine de isimlerini ayrı ayrı söyleyip olayı bağlarlar. gençlerden birinin adı veyis diğerinin ise veysi'dir.

  • mebpersoneli.com.tr adlı süpersonik siteden bir haber başlığı. gezi eylemlerine katılan bir kızın ropörtajını içeriyor güya. şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum, baya komik.

    ibretlik haber

    "gezi parkına başından beri destek veren sevgi isimli 18 yaşındaki genç kızın anlattıkları akıllara durgunluk veriyor... kasımpaşa'da oturan sevgi evin tek çocuğu... taksim'de çiçekçilerin olduğu bölgede başından geçenleri talha akyürek'e anlatmış sevgi...

    kendi ağzından dinleyelim

    "abi bu olaylar bizim için bir eğlenceydi, kendimize heyecaln, aksiyon arıyorduk. ne devrimi, ne parkı, ne başbakanı, biz işin heyecan kısmındaydık. ne bileyim öyle tomaların su sıkması, gaz geliyor diye arkadaşların bağırması, taş atmak falan bize acayip heyecan veriyordu. oradakilerin çoğu zaten liseli çocuklardı, üniversitelilerde çoktu. hem niye katılmayayım ki, para veriyorlar, bira ve içki sınırsız, yemekte veriyorlar, her gece çadırımıza erkekler geliyordu ama almıyorduk, abi geceleri zina fuhuşın haddi hesabı yoktu, kim kime belli değildi geceleri, e hal böyleyken nasıl katılmayalım. şimdi akıllandım artık gitmiyorum."

    ahahah çok iyi ya..

  • - çatalı çok iyi kullanıyorsun, soylu musun?
    - hayır, kaplumbağayım.
    - ay ne bileyim, adım da raphael filan diyince...

  • japon falan olmadığım halde paris ziyaretimde kapıldığım sendrom. kafayı yiyecektim lan.

    bu mu ulan, dedim. bu mu bize midnight in paris'lerde, amelie'lerde, before sunrise'larda, paris je'taime'lerde gösterilen paris, dedim. bu memleket öyle garip bir yer ki dostlarım, eğer şehre iner inmez le marriott gibi bi otelde kalamayacaksanız, parasızlıktan o leş metronun leş duraklarında burnunuza sidik kokusu çekeceksiniz demektir. eğer şehre gare du nord* gibi bir yerden girme ihtimaliniz varsa ve paris metrosu'nu kullanamayacak kadar yeniyseniz o şehre, şunu aklınıza sokun: her köşe başında üç zencinin beklediği o leş rue du faubourg saint dennis'i yürüyeceksiniz demektir şehre kadar. işte, lille'den büyük umutlarla bindiğim tgv'den gare du nord'da indiğimde, bütün bu başıma geleceklerden habersiz, sarı-sıcak bir paris beklentisiyle o gardan dışarı adımımı atmış idim fakat paris'in benim yoluma çıkardıkları, bir türlü bulunamayan bir hostel, ayrıca dolu bir hostelde tek başına kalan, yüzü gözü şişmiş bir koreli ve sidik kokulu metro istasyonları oldu. sonrasında o kadar louvre görmüşüz, eyfel görmüşüz, hepsi boş beleş dostlarım. tek gerçek var, o da leş paris.

    peki soruyorum şimdi, ben ne yapaydım da yaşamayaydım bu sendromu, ha?

    hâlâ diyorum ki, keşke süskind'in das parfum'ünü paris'e gitmeden önce okusaymışım.