hesabın var mı? giriş yap

  • altında şunun yazılmış olduğu paylaşım.

    --- alıntı ---
    ben ölürsem kimsenin adalet aramasına gerek yok ben hayatımdan memnunum ölürsem de benim sorunum.
    --- alıntı ---

    ileride bir gün, nefret ve öfke hisseden biri tarafından öldürülmek istiyor, biz karışmayalım.

  • ahmet necdet sezer ve sevgili eşiyle alışveriş sırasında karşılaştığım bir anım mevcut. (olay kendisinin cumhurbaşkanı olduğu dönemde gerçekleşmişti)

    alışveriş sırasında ahmet bey eşinin yanında değilken eşiyle kuyrukta karşılaştık. eşini tanıyamadığım itiraf edeyim. sadece kendisine sıramı verdim, zaten aynı anda gelmiştik olay ; "siz buyurun lütfen, sizden" çok da farklı olmadı. eşi gelene kadar sohbet ettik bu sırada eşyanız çok görünüyor isterseniz sizi ve eşinizi arabayla bırakabilirim bile dedim. eşi cumhurbaşkanı sezer'i gördüğüm anı unutamıyorum o kadar beklenmedik bir olaydı ki öyle kala kaldım kendisi ile de biraz sohbet ettik ve sonrasında teklif için ikisi ayrı ayrı teşekkür etti. ben öyle koruma ordusu falan hatırlamıyorum.

  • kendinden önceki başbakan theresa may'in ağlayarak istifa etmesi kadar dramatik olmasa da istifayla gelenin istifayla gideceğini gösteren politik gelişme.

    partygate skandalı denilen, johnson'ın kovid kısıtlamaları sırasında yasağı delerek parti vermesi olayı ve üstüne adı taciz iddialarına karışmış chris pincher'a buna rağmen bakanlık vermesi de eklenince hükümet krizi ortaya çıktı. johnson, beş bakan dahil 50'yi aşkın hükümet görevlisinin istifası sonrası oldukça büyük bir siyasi baskı altında kaldı. tabii ingiltere'de padişah efendilerinden "aflarını dileyen" bakanlar yok, istifa edebilen bakanlar var. hal böyle olunca başbakanlar da istifaya zorlanabiliyor. bu da gösteriyor ki kağıt üzerinde türkiye'de monarşi olmasa da ingiltere'deki resmi monarşiden daha beteri var.

    edit: parti başkanlığından istifa etti, başbakanlığa devam edecek diyen arkadaşlar haklı olsalar da johnson'ın farklı bir durumla karşı karşıya olduğunu nedenleriyle açıklayan bir tweet'i aktarmak istiyorum.

    "boris johnson istifa ediyor. ama partisi yeni liderini seçene kadar başbakanlığa devam etmek de istiyor. bu normal şartlarda mümkün. misal theresa may istifa ettiğinde üç ay daha başbakanlığını sürdürdü. ama johnson için aynı durum geçerli olmayabilir. neden?"

    "1- johnson tarihte eşi benzeri görülmemiş bir hükümet darbesi yaşadı. 24 saat içinde 41 bakan/hükümet üyesi istifa etti. ekonomi bakanı’nın istifası sonrası kabine’nin ikinci en kıdemli pozisyonuna atadığı yeni ekonomi bakanı 24 saat içinde johnson’ın istifasını talep etti"

    "şu anda johnson, kabinesinde yer almayı kabul edecek vekil bulamıyor. istifasının ana sebebi de bu. kabine yoksa, hükümet yoktur. muhafazakar vekiller istifa etmemek için bu kadar normu yoksayan johnson ile bir araya gelmek istemezse, bu kriz sürecektir."

    "2- eğer hükümet üyeleri johnson’ın bugün gitmesini isterlerse, başbakan’ı gönderebilirler. zira ekonomi bakanı dahil, kritik bakanlıkta bulunanlar (ve parti liderliğine aday olması beklenenler) kabine sekreteri’ne gidip johnson bugün gitmezse istifa edeceklerini söyleyebilirler."

    "kabine sekreteri’nin görevi hükümetin çalışmaya devam etmesini sağlamak. bu mümkün olmazsa, johnson kabinesi dağılır ve bakanlar kabine sekreteri’yle beraber yeni bir başbakan atarlar. bu kişi başbakan yardımcısı dominic raab olacaktır."

    "3- yani eğer johnson isteyerek gitmez ise kabine başbakan’ı bugün gönderebilecek güce de sebeplere de sahip. dolayısıyla iki gün önce iki bakanın istifasıyla başlayan hükümet darbesi bugün johnson’ın başbakanlık ofisinden atılmasıyla bitebilir."

  • kimileri akabinde hoş bir anıya dönüşen garibanlık durumlarıdır.

    marmara'nın henüz kirlenmemiş ve yazın rahatça girilip yüzülebildiği zamanlarda, yaz tatilinde aileye rica minnet yalvarılıp o zamanlar daha anlamsızca kalabalıklaşmamış çınarcıkta, ben yaşlarda oğulları olan yakınlarımızın yazlığına bir haftalığına gitmek için izin koparılır.
    cebe, gidiş dönüş yol parasından az hallice üç kuruş konulur ve yola çıkılır.

    plan basittir: evin sahibi aile istanbul'a dönecek, biz de 15 yaşlarında üç velet bir hafta evde kalacağızdır.
    en başta her şey güzel gider.
    evde büyükler olmadığı için, yapıp bıraktıkları yemekler acele biter, cepten harcanan para ise, dönüş için ayrılan kısmı dahil olmak üzere üçüncü günde tükenir.
    dördüncü gün, parasızlık ve açlıkla yüzyüze gelinir.
    arka taraftaki tepelere meyve toplamaya gidilir. bir köylü halimize acıyıp bir de koskoca kabak verir bize. biz kabağa bakarız, kabak bize bakar. tamam, kabak tatlısı yapılabilir en nihayetinde, ama aç karnına adamı allah bilir ne eder o kabak tatlısı.
    elde kabak, poşette meyveler tepelerden dönerken, aşırı hızlı giden bir kamyona takılır gözüm.
    elimden sadece "yemek" diye bağırmak gelir. bağırmamla birlikte o koca kamyon, yolun ortasında eğleşen bir tavuk sürüsünün içine dalar. tavuklar sağa sola kaçışır, kamyon fren yapar, ortalık toz duman olur, ardından yolun ortasında yatan o beyaz tavuğu görürüz.
    koşa koşa gideriz yanına. biz oraya varana kadar tavukların sahibi de yola çıkar. adamın hafif bir tiksinti ile baktığı tavuğa biz de bakarız, durup dururken "helal eder misin?" derim. adam, evet şeklinde kafasını sallar.

    tavuğu hemen oracıkta kesip, tüylerini denizde yıkaya yıkaya ayıklarız. akşama ziyafet olur bize.

    ertesi gün, aklıma arkadaşımın babasının sandalı gelir. sabah erkenden balığa çıkarız. amaç, sabahtan o gün bize yetecek kadar istavrit tutup yemeği garantilemektir.
    istavrit tutmanın ne kadar bereketli olabileceğini o gün orada çarşaf gibi denizin ortasındaki sandalda sap gibi ayakta durup çapari sallarken öğrendim ben.
    akşama doğru iki kova ve bir büyük leğeni tepeleme doldurmuş dönerken, fazlasını komşulara mı versek diye tartıştığımızı hatırlıyorum.

    sahile varıp sandalı çektiğimizde ise, yan siteden bir hanım, tüm parasızlığımızı ve açlığımızı unutturacak o inanılmaz soruyu sordu bize: kaç para istavrit evladım?
    o anda beynimizde çakan şimşekleri tahayyül dahi edemezdiniz...

    elime geçen, o bildiğiniz eskiden lokantalarda filan bulunan plastik ekmek sepetini doldurup, 5 lira deyiverdim. balıklar hala canlıydı. (yetmişli yıllarda milyon filan da yoktu)
    ilk satışımızı o hanıma yaptık böylece.
    ertesi gün, ve arkasından bir sürü ertesi gün, sabahın köründe balığa çıkıyorduk. normal çapari 7 iğneli olur. biz üçer çapariyi birleştirip 21 iğneli yapmıştık gelen balığa yetişebilmek için. akşama kendimiz için bir kısmını ayırıp kalanını en yaratıcı yöntemlerle satıyorduk.
    sitelerde misafir gelen evlerin kapılarını çalıyorduk. kimse canlı balığa hayır demiyordu.
    ceplerimizde tomar tomar para ile gezer olmuştuk. çınarcık'ta dondurma ısmarlamadığımız kız kalmamıştı.

    benim bir haftalık tatilim istavrit sayesinde neredeyse bir ay süren vur patlasın, çal oynasın bir tatil oldu bu sayede.

    dönüşte, babasının sandalı olan arkadaşımın on vitesli sarı peugeot yarış bisikletini dahi satın aldım. hayallerimin bisikleti idi.
    eve de, kartal'dan selamiçeşme'ye kadar bisikletle gittim tabi. yarış bisikletiydi hem de.