ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
everest'e bırakılan çöplerden çıkan bim poşeti
-
"yarın gel başla!"
-yeni şafak-
tanım: ibretlik çalışma
hayattaki en büyük motivasyon kaynağı
-
üreme dürtüsünün getirdiği karşı cins tarafından beğenilme isteğidir.
diğer davranışlar sadece bu isteğe hizmet eder.
(bkz: sigmund freud)
sınavlarda verilmiş en kötü yanıtlar
-
bak bu da var :
soru: tansiyon hangi durumlarda ölçülemez?
cevap: kolun olmadığı durumlarda
sonuç: tam puan.
debe: tip2 sma hastası gökalp'in 2 yaşını doldurmadan gen tedavisi olması gerekiyor, ufak bir bütçe ile hepberaber gölkalp'e umut olalım.
https://instagram.com/…mbarasi?igshid=1620kjxxrn4kr
#gökalpinkahramanısenol
türkiye'de kimsenin nefret etmediği tek kişi
-
(bkz: adile naşit)
edit: gelen mesajlardan anladığım kadarıyla rahmetlinin sevmeyeni çokmuş. ne diyeyim, allah sevmeyenlerini bildiği gibi yapsın.
çocukluk dönemi korkuları
-
hiç şüphesiz chucky.
onun kadar kocaman, lahana bir bebeğim vardı, öyle korkardım ki hiç oynayamadım yavrucakla. her gece yatağımda yatarken onu görür, annemi çağırır saklamasını söylerdim, her sabah kıyamaz dolaptan çıkarır, yine oynayamazdım.
cumhurbaşkanına tayyip diyorlar
-
ama tayyip'e "cumhurbaşkanı" demiyorlar.
bir düşün neden acaba?
hamiş: böyle de disosiyatif kimlik bozukluğum var gibi olmuş: kendim çalıp kendim oynamışım gibi :) yok yahu, üstte birisi feryat ediyordu eskiden, su içerken testiden. neyse.
chp'nin bizim vatan sevdamıza kafası basmaz
-
biz demirellerden, türkeşlerden milliyetçilik dersi almayız.
sevgili kardeşlerim;
biz milliyetçiliği; sokak duvarlarına değil,
kıbrıs'ın topraklarına,
ege'nin deniz yataklarına yazmışız.
biz milliyetçiliği batı anadolunun haşhaş tarlasına yazmışız...
bülent ecevit. 1974.
ek: https://youtu.be/loskhxdvcdc
ateistlerdeki otobüste su içmezse ölecek hastalığı
-
bu hiç. bi kere benim gördüğüm ateyist, suyu içmiyor, içermiş gibi yapıp yere döküyordu. bir de kahkahalarla gülüyordu netekim. tabi o zaman biz atayist ne bilmiyorduk. teyist sandıydık onu. teyist ne onu da bilmiyorduk ya. tamam biz hiçbir şey bilmiyorduk abiciğim gelme üstüme. suya dikkat..
uzun süre doğruluğuna inanılan ebeveyn yalanları
-
eylül-ekim gibi televizyonun bozulması. meğer okul açılınca çaktırmadan anten kablosunu çekermiş babam. biz izlersek ders çalışmayız diye. saf gibi inanırdık. biz yokken takıp izlermiş kafasına göre. yıllar sonra itiraf etti. ilk başta kızmıştım ama düşündüm de aslında büyük fedakarlıkmış. işçi adamın eve gelince tek lüksü televizyon izlemek o vakitler, bundan fedakarlık etmiş. alkışlar babam gelsin o vakit..
kendini şair zannedermiş her devrik cümle kuran
-
tespit degil bu yapmak istedigim,
sairlik kim ben kimim?
kursam cumleleri devrik devrik,
anlatim bozuklugundan yarragi yerik.
yaran çeviriler
-
- oh my goodness!
çeviri: ah benim iyiliğim!
sadece bir telefon değil senin hayatın
-
- fotoğraf çekeriz, 31 çekeriz, ulan sular kesik keşke yapmasaydık deriz
yıllar sonra edit: arkadaş başlık nedir, ben neyi anlatmak istemişim hiçbir fikrim yok kusura bakma.
ömer lütfi akad
-
“adapazarı’na gitmeye hazırlanıyorduk. gitmeden önce bazı siparişler vermek üzere biriyle buluşmam gerekiyordu. birden, üstümün başımın pek güven verici olmadığını fark ettim, özellikle ayakkabılarım çok kötü durumdaydı. taksim sineması’nın (şimdi devlet tiyatrosu’nun bulunduğu bina) uzun duvarı boyunca art arda dizili ayakkabı boyacılarına doğru hızla yürüdüm, az vaktim vardı, en öndekinin sandığına ayağımı koydum. ‘çabuk usta, şişir, acelem var’ dedim. boyacı başparmağı ile arkayı gösterdi. ‘arkadaki arkadaşa geç beyim’ dedi. ‘neden, ne oluyor’ dedim. ‘ben ayakkabı boyarım’ dedi adam, ‘bu benim işim, şişirme istiyorsan arkaya geç’. bir an kalakaldım. bütün alacağı yirmi beş kuruştu, bir liranın dörtte biri. ayağımı sandıktan çekmedim. ‘buyur, bildiğin gibi boya’ dedim, ‘hakkını ver’. beni bekleyen sonsuza kadar bekleyebilirdi, ben burada hayatımın dersini alıyordum.”
lütfi akad, ışıkla karanlık arasında, sayfa 24.
türkiye iş bankası kültür yayınları, istanbul 2004