hesabın var mı? giriş yap

  • dün yolladığım entry'den sonra (bkz: #81821475) çokça ersun yanal ana başlıklı mesaj aldım. bu yüzden kendi başlığı altında topluca bir cevap vermeyi kendime borç biliyorum.

    ben ersun yanal'ı çok severim. oynatmaya çalıştığı futbola da şapka çıkarırım. ama buradaki kilit nokta ''oynatmaya çalıştığı'' kelimesinde yatıyor. neden?

    ersun yanal elindeki kadroya göre şekil değiştiren, doğruca sonuca giden bir teknik adam değil. bu konuda bazı etik değerleri var ve bu değerlerin dışına çıkmıyor ya da çıkamıyor. elindeki kadro ne olursa olsun hücum futbolunu benimsemeye çalışıyor, karşısındaki takım kim olursa olsun oyunu rakip sahaya yıkmayı hedefliyor. şimdi bu tanımlara bakınca kendisinin tam bir büyük takım hocası olduğunu çıkarabiliriz. zaten öyledir de. işte tam olarak bu noktada bence başka bir soru sormamız gerekiyor;

    fenerbahçe ersun yanal'ın oyun anlayışı kadar büyük bir takım mı?

    cevap?

    2013/14 sezonundaki ağırlıklı kadroya bir göz gezdirelim:

    volkan demirel

    caner erkin
    bruno alves
    bekir irtegün
    gökhan gönül

    mehmet topal

    raul meireles
    emre belozoğlu *baroni

    moussa sow
    emanuel emenike
    dirk kuyt

    fenerbahçe o sezon nasıl oynuyordu?

    1. mehmet topal hücumda stoperlerin arasına kayıyor, stoperler beklere doğru açılıyordu. (bkz: modern 3-5-2) (bkz: juventus)
    2. bek oyuncuları kendilerini orta çizginin önünde konumlandırıyordu.
    3. premiere lig tecrübesi olan iki tane box to box oyuncusu orta alanı domine ediyordu. meireles ayağının üst içi ile 70 metreye zımba gibi diagonel gönderebiliyor, oyunu kanatlara açabiliyordu.
    4. emre orta alandaki daha teknik ve ince iş gören oyuncuydu. geriye gelip topu alırsa ve oyun orta alanda tıkandıysa topu kanatlara indirmekten yükümlüydü.
    5. beklerin sadece orta açma görevi yoktu, aynı zaman da emre'den aldıkları toplarla oyun da kurmaları bekleniyordu.
    6. dirk kuyt kaleye dönük de, sırtı dönük de oynayabiliyor ayrıca önüne atılan toplarla da defansın arkasına sarkabiliyordu. sağ iç forvet olarak konumlanıyordu.
    7. moussa sow oyuna sol iç forvet gibi başlasa da caner'in bindirmelerine göre emenike ile sürekli kayma gerçekleştiriyor, alan açıyordu.
    8. emenike'de sow'un yaptığının aynısını yapıyordu. oyun tıkanırsa gerek kuyt gerek mousa ile rol değiştiriyor kendini çizgiye atıyordu.
    9. oyun hepten tıkandığında tüm sistem emre ve meireles'in topu kanatlara indirmesi, webo'nun oyuna girmesi, caner'in sürekli orta denemesi ve meireles ile emre'nin dönen topları toplayıp topu tekrardan kanada indirmesine dönüyordu.
    10. öyle ya da böyle rakip kim olursa olsun kilit bir türlü açılıyordu.

    not: 3-3 biten beşiktaş maçından sonra slaven bilic'in demecini hatırlayın. bugün biz adamlarla oynadık. çok güçlüydüler, çok sert oynadılar.

    şimdi bir de elimizdeki kadroya bakalım.

    harun tekin
    şener özbayraklı
    diego reyes
    martin skrtel
    hasan ali kaldırım

    mehmet topal
    jailson
    yassine benzia

    andre ayew
    islam slimani
    aatif

    bu oyunculardan kaç tanesi yukarıda saydığım maddeleri yerine getirebilir?

    1. mehmet topal içlerinden aynı oyuncu ama temposu aynı mı? değil.
    2. şener özbayraklı gökhan gönül'ün oyuna koyduğu tempoyu yapabilir mi?
    3. hasan ali kaldırım 3-5-2'nin solunda oynayacak tempo ve tekniğe sahip mi? 14 asist yapabilir mi?
    4. jailson'un şimdiki oyunu meireles kadar tempolu mu? alanı meireles kadar iyi daraltıyor mu? meireles gibi topu kanada indirebilir mi? ön alanda döneni devamlı toplayabilir mi?
    5. emre'nin yaptığı işe yakınını kadroda sadece benzia yapabilir, hatta oyununu bir üst seviyeye de çıkarabilir. ama emre kadar tempolu olması şuandaki fizik kalitesi ile çok zor.
    6. andre ayew sırtı kaleye dönük oyunda ne kadar etkin? kuyt kadar pivot özelliği var mı? ama en azında dirk kuyt'ın oyuna yaptığı katkının bir bölümü kendisinden beklenebilir.
    7. aatif vs mousa sow? ... fazla söze gerek yok. burada bursaspor'daki sow'dan bahsetmediğimi anlamışsınızdır sanırım.
    8. slimani ve emenike bambaşka oyuncular ama yapmaya çalıştığı şey aynı. taktiğe daha fazlasını da katabilir.
    9. kenardan webo katkısı gelemez. fenerbahçe eldeki oyuncu temposu ile 4 forvet kaldıramaz. (bkz: 1 eylül 2018 fenerbahçe kayserispor maçı)
    10. ???

    yanal'ın elinde ekstradan sev sevme baroni gibi, 22 yaşında dinamik alper potuk gibi, yeri geldiğinde sadece oyunu sertleştirmeye yarayacak mehmet topuz gibi sakatlık dahilinde takıma katılan hamle oyuncuları da vardı. bakın burada oyuncuların kalitesinden bahsetmiyorum, mevcut oyuna uyumlarından bahsediyorum.

    stoperlere çok vurgu yapmadım çünkü bu sistemdeki stoperlerin ortalama üzeri atletik olmaları ve sadece pozisyon almayı bilmeleri gerekiyor. çünkü amaç dönen topları toplayıp topu sadece emre'ye ya da baroni'ye indirebilmek. bu yüzden elit oyuncular olmasalar da çok iyi iş çıkardılar.

    mesela dün roman'ın yaptığı pas hatasını bruno alves ersun yanal takımında yapmış olsaydı topu kapan adamı önce çekmeye çalışır, düşüremezse tekme sallar ve pası attırmazdı. fark burada zaten.

    ***

    futbol elbet bu kadar keskin maddelere indirgenemeyecek kadar değişkenliğe sahip bir oyundur. ersun yanal bu takımın başına geçerse tabiki direkt olarak 2013/14 fenerbahçe'sini benimsemeyecektir ama oyuncu kadrosundan tamamen farklı bir şey de beklemeyecek, en azından dinamikler genel çerçevede aynı olacaktır. burada şu soru elzemdir:

    ersun yanal trabzonspor'da kötü teknik direktör olduğu için mi başarısız oldu?

    cevabı aslında biz fenerbahçeliler daha iyi biliyoruz. ve buradan yazının başına dönüyoruz:

    1. fenerbahçe kadrosu 'ersun yanal' teknik direktörlüğü için yeterli bir kadro mudur?
    2. fenerbahçe ersun yanal'ın oyun anlayışı kadar büyük bir takım mı?

    bu noktada fenerbahçeli arkadaşlar hemen kızmasınlar buradaki 'büyük'lük sıfatı maziye gönderme değildir. oyunun büyüklüğüdür. rakibin gözü önünde nasıl bir psikoloji ile sahaya çıkmanla ilgilidir.

    çaykur rizespor maçından sonra ne diyor vedat muriç?

    ''fenerbahçe'nin sorunlarını biliyorduk''

    sen rakiplere karşı bu şekilde sahaya çıkıyorsun. oyunun büyük değil, psikolojin yerlerde. tüm bunlara rağmen ersun yanal'ın gelip hem kendisini hem de fenerbahçe kadrosunu bir anda değiştireceğine inanıyorsanız bana kalırsa yanlış yoldasınız. kendisinin çok iyi bir teknik direktör ve spor bilimcisi olduğunu düşünmeme rağmen bunu yapabileceğini sanmıyorum.

    bu açıdan bakıldığında fenerbahçe taraftarının takımının oyununun zayıf olduğunu kabul etmesi gerektiğine inanıyorum. bunu taa vitor pereira döneminden beri yapmamız, ''fenerbahçe önlem almaz, aldırı!1!'' şeklindeki psikolojiden çıkmamız gerektiğini savunuyorum zaten. - önceki yazılara bakabilirsiniz- fenerbahçe'nin olması gereken yer burası değil onda hem fikiriz ama yıllarca yapılan yanlış durum tespitleri kadronun çekirdeğini bu noktaya getirdi. ve yine teşhis yanlış konulur, olay tamamen cocu'nun üzerine yıkılırsa geçmişten hiç ders almamışız demektir.

    not: tamamen bu olaylar yüzünden ersun yanal olmaz derdindeyim. yoksa kendisini ve oyununu çok severim. tercih edilir ve benim yüzümü kızartırsa da seve seve bu entry'yi editlerim, orası ayrı mevzu.

  • taner'in şampiyon olduğu yıl muhakkak incelenmeli. işin içinde paralel bir mevzu olabilir. nasıl kpss'ler inceleniyor, bu da incelensin.

  • annem babam çalıştığı için bakıcılarla büyüdüm. lale abla yıllarca bana ve kardeşime baktı, bizimle yaşadı. baba yok, anne yaşlı, çocuk bakarak evi geçindiren abisine yardımcı oluyor lale abla. 23- 25 yaşlarında. evin karanlık odasında kalıyor, duvarlarda ceylan, mahsun kırmızıgül posterleri. kendi çocukları gibi seviyor bizi, biz de onu çok seviyoruz. kardeşim saçlarını çekiyor, vücudunda morarmadık yer bırakmıyor tekmelemekten ama sesini çıkarmıyor lale abla, "çocuktur yapar selma abla, önemli değil" diyor anneme.

    karanlık odada radyo dinliyoruz lale ablayla. mahsun kırmızıgül dinliyoruz en çok, kasedi de var, "bu sevda bitmez" dinliyoruz en çok, lale abla çok içleniyor o şarkıda, ağladığı bile oluyor. hergün defalarca dinliyoruz o şarkıyı. dolapta pırasa olan günlerde patates kızartıp kıyak geçiyor bana, arkada bu sevda bitmez çalıyor. ütü yapıyoruz, bu sevda bitmez, temizlik yapıyoruz, bu sevda bitmez, oyun oynuyoruz, bu sevda bitmez.

    bir gün sofra hazırlıyoruz lale ablayla mutfakta, ben limon kesmeye çalışıyorum. lale abla gözlerini kapat diyorum. kapatıyor gözlerini, sonra aç diyorum, açıyor. ee hani? diyor. ne hani, limon gözlerine sıçrayıp yakmasın diye dedim diyorum. oysa o gün onun doğum günüymüş, ona bir şekilde sürpriz yapacağımı sanmış. o yaşta bile içime oturmuştu lale ablanın yalnızlığı, lale ablanın saflığı, temizliği. çok utanmıştım.

    sevgi ablası var bir de lale ablanın. bazen işten çıkarken anneme "ben sevgi ablaya uğrayacağım, annem geç kaldığımı düşünüp size telefon ederse sevgi ablasına gitti dersiniz" diyor. sevgi ablası da varlıklı bir kadın anlattığına göre, ona yarenlik ediyor, bazen de kıyafet falan veriyormuş.

    yıllar geçti, lale abla nişanlanacağını söyleyip işi bıraktı. ben de okula başladım zaten o ara. nişanlısıyla, nişanlısının ailesiyle falan tanıştık, hatta nişan kurdelalarını babam kesti. çok düzgün bi çocuktu nişanlısı. birkaç ay sonra haber geldi ki nişanı atmışlar. lale abla telefonlara çıkmıyor, babam nişanlısıyla konuşmaya gidiyor. nişanlısı diyor ki, lale akşamüstleri sizden çıktıktan sonra sevgi diye bir kadının yanında, bildiğin randevu evinde çalışıyormuş. hepimiz şok oluyoruz.

    aradan birkaç ay geçiyor, lale ablanın beş çocuklu, iki karılı bir adamla evlendiğini, yıkıldı yıkılacak bir evde sersefil yaşadığını öğreniyoruz. babam müdahale etmeye çalışıyor, lale ablanın abisiyle, annesiyle, konu komşusuyla görüşüyor, kurtarmaya çalışıyor lale ablayı. fakat abisi zaten laleyi defterden sildiğini, evden attığını söylüyor. muhtemelen lale abla da çaresizlikten düşmüş bu herifin eline. neyse sonra lale abla bir şekilde bize haber yolluyor, beni kurtarmaya çalışmayın, görseniz bile görmezlikten gelin, beni unutun, kocam tehlikeli birisi, sizleri seviyorum ve benim yüzümden kötü şeyler yaşamanızı istemiyorum diyor. babam bizi uyarıyor, laleyle karşılaşırsanız sakın konuşmayın diyor. fakat zaten hiç karşılaşmıyoruz çok uzun bir süre. o yaşta nelerin döndüğünü de çok iyi anlayamıyoruz tabii.

    yıllar sonra, artık kardeşim de ben de büyümüşüz, bir markette rastlıyoruz lale ablaya. biri kucağında iki küçük çocuk var yanında. bir süre o mu değil mi diye ikilemde kaldıktan sonra ikimiz de heyecanlanıyoruz, koşup sarılasımız geliyor. kolundan tutup durduruyorum kardeşimi. lale abla bizi farkettiği gibi çocuklarını kapıp marketten çıkıyor.

    lale ablayı bir daha hiç görmedim. lale abla çocukluğumdur, altıma işediğimde anneme çaktırmayan suç ortağımdır, beni mahallenin cazgırlarından koruyandır, bana bisiklet sürmeyi öğretendir, ablamdır, arkadaşımdır, yarı yarıya da annemdir. bu sevda bitmez lale abla sen hiç korkma!

  • ''fakat toprağın üstünde koşan, onun üstünde beş on para kazanmak kaygısıyla dolaşan insanlar ne tuhaf mahluklardı. ve denize bir dakika durup bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar ne zevksiz mahluklardı''