hesabın var mı? giriş yap

  • yazılım olayına da dini bulaştırarak bir ilke imza atmışlar.

    "biz önce allah rızası için daha sonra da özgür yazılıma sahip çıkabilmek için uğraşıyoruz, elimizden geldiği sürece de uğraşmaya devam edeceğiz."

    şimdi kim yazdı bilmiyorum, allahtan da bilmiyorum, ama açıkça tübitak'ın ne çeşit gerizekalılara teslim edildiğinin göstergesidir bu. nokta yerine virgül kullanma gibi utanç verici yazım hatalarını geçiyorum. ne allah rızası ne alaka? elimizden geldiği sürece ne alaka? konu ne? bize ne? ne demek istiyorsun? ne demek istediğini bilmeden cümle sallayanlara gerizekalı dendiğini bilmiyor musun?

    cümlenin bir tutam akıllı sürümü şöyle olabilirdi:
    "biz önce allah rızası için sonra da özgür yazılıma sahip çıkabilmek için uğraşıyoruz."

    gözünü seveyim. ne allah rızası? kendi içinizde tutamıyormusunuz allah sevginizi ille millete duyurmak "ben dinciyim" artisliğinizi çekmek zorunda mısınız? konu ile ne alakası var? ulan üretim ekonomisi falan diyoruz bu kafalarla imkanı yok.

  • ilk okula gittiğim yıllardı. babam emlak işiyle uğraşır ama pek birşey kazanmazdı. annem bakkala veresiye yazdırır, babam cebinde sigara parası olmadan gününü geçirir bende evin en büyük erkeği olduğum için okuldan arta kalan zamanlarımda lokantada bulaşık yıkardım.

    cuma namazı için camiye gitmiştim, çoraplarım adeta savaştan çıkmış gibi delik deşik. oysa hiç utanmamıştım bu halime çünkü yaşadığımız yerde herkes bizim gibiydi. açlık sefillik! adamın biri çoraplarımın halini görüp bana acımış ki elini cebime attı. ben hiçbişey olmamış gibi namaza devam ettim ve namaz bitip camiden çıktığımda cebimi yokladım. adam cebime şimdinin parasıyla 20 tl koymuştu. kendimi çok mahçup hissettim. utanmıştım. hiç unutmam o anları.

  • bizde vardi bir tane bundan. "yari-otomatik" ne demekse artik.

    cok duygusal bir aletti, yalniz kalmayi sevmezdi. koridorun ortasina kadar pesimizden gelirdi, fisi yettigi yere kadar.

  • tıpkı vurulan bir askerin bir süre koşmaya devam etmesi gibi, kafaya da vücuda da sonradan dank eden bir durumdur. ilgili kişi bir kere görülmüş de olabilir, hayat boyunca da, bunun pek bir önemi yoktur. "seni tuz kadar seviyorum" diyen kızını kovup, tuzsuz yemeklerle donatılmış bir sofraya oturduğunda hiçbir şey yiyemeyen o masal padişahı gibi hissedersiniz kendinizi. bir şeyler eksik kalmıştır, çünkü o yanınızda değildir.
    onun hayalleriyle erir, onun umutlarıyla kendi kalbinizdeki ateşi güçlendirmeye çalışırsınız. birden ürkersiniz hayatınızı başkalarının hayalleri üzerine kurduğunuz için, ve sorarsınız kendinize: "acaba aşk böyle bir şey mi?"

    yıllar sonra gelen edit: kardeşim yeter oylamayın şu entry'yi artık ya. hayır yani bir gaflet anıma gelmiş, hislenip yazmışım ama bu kadar da kafasına kakılmaz ki insanın canım? siz hiç hormonlarınızı tuşlara dökmediniz mi insaf edin, 1900 küsür entrym daha var sözlükte biraz da onları kafama kakın, yetişir artık be.

    (merak eden varsa da söyleyeyim, born to touch your feelings'i de 4 yıldan beri dinlemiyorum. hadi dağılın.)

  • almanya'da kazandığı her kuruşla buralarda ev alıp, orada tüm yardımları kullananları, tr'de 3-4 tane evi olup kira yardımını tekrar alabilmek için almanya seçimlerinde sosyal demokratlara oy verip türkiye'nin durumu mevzu bahis olunca ak partiyi övenleri ve göç etmese vasıfsızlıklarıyla en fazla 3bin lira ile sefil bir yaşam sürecekken almanya sayesinde tüm ailesini kurtarıp o mercedes senin bu audi benim dolaşanları ve tüm bunlara rağmen utanmadan almanya'yı avrupa'yı küçümseyip küfredenleri üzmüş karardır.

    desteklediğim kampanyadır.

  • tüm tarihi bir düşünün. medeniyetler kurulup yıkılıyor, şehirler kurulup yıkılıyor, insanlar ölüyor. büyük savaşlar, soykırımlar, antlaşmalar yapılıyor. devrimler, revizyonlar, politik atışmalar oluyor. ateş, yazı, barut, biyolojik savaş bulunuyor. birileri sinemayı, müziği keşfediyor, at yerine tren ve daha sonra araba ve uçak kullanılmaya başlanıyor. inşa edilen saraylarda soylular yaşıyor, askerler yaşıyor ve ölüyor.

    sonra sen doğuyorsun...

    ve çirkinsin....

    sırf bu yüzden istenmiyorsun, reddediliyor ve bir de üzerine dalga geçiliyorsun. zaten toplasan bu koca devran üzerine yaşayacağın yıl sayısı olsa olsa 85 ve mutlu olamıyorsun. çünkü çirkinsin. istediğin kişiyi sevemiyorsun, istediğine açılamıyorsun, hadi bir şansını denedin, hep karşı tarafın eski sevgilisini dinliyorsun, çünkü çirkinsin....

    sonra ölüyorsun. medeniyetler kurulup yıkılıyor, şehirler kurulup yıkılıyor, insanlar ölüyor. büyük savaşlar, soykırımlar, antlaşmalar yapılıyor. devrimler, revizyonlar, politik atışmalar oluyor. bilinmedik mikroplar, adı sanı duyulmadık silahlar peydah oluyor. birileri yeniden sinemayı ve müziği keşfediyor, uçak yerine yer altı trenler, ve uzay turizmi ortaya çıkıyor. inşa edilen gökdelenlerde zenginler yaşıyor.

    senin mezar taşın toprağın altında kalıp artık arkeolojik bir değer kazanıyor.

    oysa ki sen çirkindin. istediğin gibi yaşayamadın, istediğini sevemedin. bu koca devranda ne para ne de pul, sadece birini sevmek istedin, onu da yapamadın. toz zerresi bile değilsin.

    zaten 80 sene yaşayacaksın, onda da çirkinsin.

  • bu ne olm saksıda ekilen kenevirlere kadar mı düştünüz? venezuela'dan getirilen malların 13. dereceden kökünü alsan bundan fazla çıkar.

  • "kart oyunu mangası animesi yapalım" kafasıyla üretilmiş bir seri değildir.

    kart oyunu, aslında seriye sonradan dahil olmuştur. hikaye aslında firavun karakterinin oyunlar (akla gelen her tür oyun) üzerinden suçluları çatır çutur cezalandırması üzerinden yürür. firavun'a "king of games" denilmesinin sebebi budur, çünkü firavun bir oyunun değil, tüm oyunların kralıdır*. kart oyunu ise sadece bu oyunlardan bir çeşidi olarak yüzeysel bir şekilde işlenecekken, okuyucular tarafından çok sevilmesi sonucunda varsayılan oyun haline gelmiş, yazar da seriyi komple kart oyunu üzerine özelleştirmiştir.

    yugi muto isimli oyun ve bulmaca meraklısı çocuk, adına milenyum yapbozu denilen, çözmesi imkansız olan çok parçalı karmaşık bir yapbozu çözmeyi başarır. bunun karşılığında firavunun ruhu peydah olur ve yugi'nin bedenini kullanmaya başlar. firavunun özel bir gücü vardır ve bu da gölge oyunu (yami no game - karanlık oyun) denen oyunu oynayabilmesidir. gölge oyunu, ilk paragrafta bahsedildiği gibi her çeşit oyun olabilir ancak belli kuralları vardır:

    + oyunun kuralları belli olmalıdır. firavun her oyunun kurallarını açıklar.
    + zorlama yoktur. kişi oyunu oynamayı özgür iradesiyle seçmelidir.
    + oyun adil olmalıdır. firavunun ve rakibin kazanma şansları eşit olmalıdır.

    bu şartlar sağlandığında gölge oyunu başlar ve bu oyunların %99.9'unu firavun kazanır. çünkü gölge oyunu, tanrısal başyargıç olan firavunun kullandığı bir yargılama metodudur. ruhunda karanlık olan, suçlu olan, günahkar olan kişiler bu yüzden oyunu kaybederler. firavun oyunu kazandıktan sonra "karanlığın kapısı açıldı" der ve suçlu kişiyi antik mısır'ın tahtalıköy'üne yollar.

    yanılmıyorsam ilk bölüm
    kısa bir demo
    kişisel favorim

    "oyunlar" konsepti atılıp hikaye tamamen kart oyunu üzerinden ilerlemeye başladığında da bu tema işlenmeye devam eder. her rakip/kötü karakterin destesinde kullandığı canavarlar, büyüler ve tuzaklar çizer tarafından onların kişiliklerini temsil edecek şekilde tasarlanmıştır. seri boyunca firavunun her galibiyetini kendi sabit stratejisini oynamak yerine rakibin stratejisini counter'layarak kazandığını görürüz, çünkü firavun yargıçtır ve her düelloda karşısındaki kişiyi yargılamakta, bu yüzden de her farklı kişiye farklı bir hüküm uygulamaktadır.

    firavun'u yenebilmek mümkündür, bunun için de masum ve temiz bir ruha sahip olmak gerekmektedir. bunu da seri boyunca iki kişi başarabilmiştir, biri kanka kontenjanından joey'dir, öbürü de yugi'nin bizzat kendisidir. (istisna: pegasus)*