hesabın var mı? giriş yap

  • bir döneme damgasını vurmasına rağmen hiçbir zaman "saygın bir eser" olarak değerlendirilmemiş kitaplar serisi.

    tabii ki harry potter gibi efsaneleşmesinden bahsetmiyorum ama açlık oyunları seviyesine bile gelemedi. 2008 - 2012 arasında estirdiği fırtınayı ve yarattığı etkiyi düşünecek olursak bu tür satış başarısı elde etmiş gençlik serileri arasında en negatif gelişimi gösteren seri olabilir. hem filmler hem kitaplar çok ciddi alay konusuna döndü ve aşağılandı.

    bunun arkasındaki ilk neden harry potter ve açlık oyunları gibi serilerin kahramanlık öyküleri olup ana karakterlerin kötü olanı yenme mücadelelerini anlatmasıyken alacaranlık'ın bir romans olması. alacakaranlık serisi, her şeyden önce bir vampir kitabı değil, bir aşk hikayesi. buna karşılık harry ve katniss hiçbir zaman aşk hikayeleriyle öne çıkmadılar. toplumları için mücadele eden karakterlerin öyküsü, kişisel aşk dramasını anlatan bir kızın hikayesinden daha fazla saygı gördü. yine aynı şekilde serinin baş kahramanı bella swan'ın son kitaba kadar korunmaya muhtaç zayıf bir kişilik olması, onun katniss everdeen kadar sevilmesinin önüne geçti. daima zayıf ve silik bir karakter olarak hikayeye yön verme oranı oldukça düşüktü.

    bir diğer neden alacakaranlık filmlerinin kalitesinin çok kötü olması ve zaman içinde sosyal medyada caps kaynağına dönüşmesi. bu tür serilerin geniş kitlelere ulaşmasında filmlerin etkisini yadsıyamayız. bu sebeple filmlerin en azından elle tutulur olmasının önemi var. alacakaranlık ise bu konuda tam bir fiyasko. yine filmlere bağlı olarak başrol oyuncuların oynadıkları karakterleri ne kadar uzun süre üzerinde taşıdıklarının da etkisi büyük. emma watson bugün bile birçok fanın gözünde hermione granger olmaya devam ederken kristen stewart önce robert pattinson'ı aldatmasıyla, sonra saçını kestirip sarıya boyatmasıyla, ardından da biseksüel olduğunu açıklamasıyla fanların gözündeki "bella swan" imajından çok uzaklaştı. birçok fan hem stewart'a hem seriye sırtını döndü.

    başka bir neden serinin yazarının "seriden" ve "yazarlıktan" çok uzaklaşması. stephenie meyer, daha alacakaranlık serisini bitirmeden başka bir kitap çıkardı. sonrasında yazarlığa ara verip prodüktörlüğe başladı ve seriden tamamen uzaklaştı.

    ayrıntılara girdiğinizde bu nedenler arttırılabilir. ancak şu bir gerçek: dünya çapında 100 milyondan fazla satmış bir serinin "efsaneleşememesinin" temel nedeni kurgusunun sağlam olmaması. yazar farklı alanlara yönelmese ve filmler çok kaliteli olsa bile alacakaranlık serisi hiçbir zaman saygı görmeye değer bulunmayacaktı zira hiçbir faktör kurgudaki zayıflığı gizlemeye yetmeyecekti. öyle ki neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor.

    buraya kadar serinin başarısızlığının genel nedenleriydi, bu noktadan sonra kurgunun başarısızlığının nedenlerine değinilecektir. doğal olarak buradan sonrası spoiler.

    --- spoiler ---

    en genelinden başlamak gerekirse, vampir kavramı özü gereği karanlıktır ve ölümsüzlük karşısında bir şeyleri feda etmeniz gerekir. güneş ışığı olur, gümüş kazıklar olur, insan kanı zorunluluğu olur. bu durum bir kural olmasa da ortada bir takas vardır. tabii ki yazar istediği fantastik canavarı kurgulamakta özgürdür, sonuçta bunun yasal bir tanımı yok ancak fantastik dünya kurarken en önemli, en hassas nokta kendi içinde tutarlı olmasıdır. ha, işte bu seride tutarlılık yok. cullen ailesi vampirliği bir lanet olarak görüp, yarım bir hayat şeklinde tanımlarken takas ettikleri hiçbir şey yok. bir defa insanken kişilikleri neyse dönüşümden sonra da aynı kişi oluyorlar, fiziksel dayanıklılık ve gücün yanında ekstra yetenekleri olabiliyor. herhangi bir şeyden etkilenmedikleri gibi güneşin onların üzerindeki tek etkisi parlamak. yazarın "karanlık bir hayat, ruhsuz bir yaşam" diye ısrarla altını çizdiği karakterlerin hepsi mükemmel eşlerine sahip, üzerine de aile kurmuşlar. hikayedeki tek sıkıntı arada bir hayvan kanı içiyor olmaları. onun dışında stephenie meyer'ın "vampir" olarak tanımladığı şey insanın upgrade edilmiş hali, gelecekte hayalini kurduğumuz yaşam biçimi. "biz çok karanlık yaratıklarız" deyip dünya üzerinde "tanrı kılığında" dolaşan fantastik yaratıklar yapınca hiçbir gerçekçiliği kalmıyor. seri boyunca edward, bella'yı dönüştürmemek için direniyor. neden? daha dayanıklı, daha güçlü, daha zeki, daha güzel, daha yetenekli, daha hızlı ve ölümsüz olmaması için. açıklama olarak da "senin ruhunu almak istemiyorum" diyor. kişiliğinden ve sevgisinden hiçbir şey kaybetmeyecek birinin ruhu nasıl gidebilir? ruh dediğimiz soyut şey bu değil mi zaten? meyer'ın hikayesinin çıkış noktası aşık olması yasak olan birine aşık olan edward'ı anlatmak. buraya kadar tamam ancak yarattığı fantastik canavara özgün bir isim bulsaymış daha tutarlı olabilirmiş. zira bu vampir tanımı ceza olmak şöyle dursun, bildiğiniz ödül. başınıza gelebilecek en iyi şey. sizi resmen "tanrılaştırıyor." bunun neresi "kırık hayat?" en büyük dezavantajı çocuk sahibi olamamaları olabilirdi ama onun bile yöntemi var ahah.

    ayrıntılara indiğimizde ise olay örgüsünün çok ciddi hatalar verdiğini görebiliriz. her şey bir yana "edward - bella - jacob" üçlüsü arasındaki dinamik baştan sona yanlış. "aşk üçgeni" nedir? iki kişinin (genellikle iki erkeğin) aynı kişiye (aynı kıza) aşık olması ve o kişinin birine karşılık vermesi sonucu ortaya çıkan kaos durumu. bu aşk üçgeninde bir kaos yok. edward bella'yı seviyor, tamam. jacob bella'yı seviyor, o da tamam. bella da hem edward'ı hem jacob'ı seviyor. peki, sorun nerede? ortalıkta "karşılıksız aşk" durumu yok ki. bütün aşklar karşılığını bulmuş. eğer paylaşamıyorlarsa bir araya gelip günleri karalaştırsınlar. tek yapmaları gereken "bella hafta içi seninle olsun, hafta sonu ben alırım" gibi bir zamanlama yapmak. üstelik bunu yapabilirler. hem edward hem jacob inanılmaz ölçüde fedakar. sorun ne o zaman? işte sorun tam olarak bu. stephenie meyer'ın bu aşk üçgeni olayını eline yüzüne bulaştırması ve resil rüsva etmesi.

    meyer, bella'nın aynı anda iki kişiye aşık olmasını iki şekilde açıklıyor. ilki, renesmee'nin bella'nın formunun bir parçası olması ve jacob'ın ileride ona mühürleneceği gerçeği. bu, bir noktaya kadar anlaşılabilirdi ama anlaşılamıyor. zira bizzat yazarın kendisi mühürlenme denilen olayın ilk bakışta gerçekleştiğini ve birden bağlanıldığını söylerken verdiği bir röportajda bella'nın jacob'la edward'dan çok farklı bir deneyim yaşadığının altını çiziyor. "bella, aşkın sadece bir formunu tanıdı, o da ilk görüşte aşk. oysa jacob'a aşık olması arkadaş gibi başlayan ve yavaş ortaya çıkan bir süreç" diyor. bunun üstüne de bildiğiniz gibi, renesmee doğduktan sonra bella ve jacob'ın birbirlerine olan duyguları anında ortadan kalkıyor. eğer yavaşça, birbirlerini tanıyarak aşık olmuşlarsa bu nasıl gerçekleşebilir? ya da aşklarının sebebi gerçekten renesmee yani mühürlenme ise başlangıcının da bu şekilde olması gerekmez mi? bu mantığa göre, bella aslında edward'a mühürlendi (yazarın tarif ettiği aşık olma biçimine göre) ve kalkması gereken aşk da bu. yazarın anlattıklarıyla yazdıkları arasında çok sert çelişkiler mevcut.

    olayın nasıl karıştığını, içinden çıkılmaz bir hal aldığını tarif etmenin imkanı yok. hiçbir şey bella'nın aynı anda iki kişiye aşık olmasını (hele hele edward'la ilk görüşte aşk biçimini yaşarken jacob'a uzun zaman zarfında aşık olması gibi kepaze bir ifadeyi) açıklayamıyor. ha, birisi aynı anda iki kişiye karşı bir şeyler hissedebilir ama birinin doğumuyla bu aşklardan biri ortadan kalkacaksa mantıklı olan ilk görüşte ortaya çıkan aşkın kalkmasıdır, uzun dostluğa dayanan aşkın değil. yani edward'a olan duyguları bitmiş olmalıydı. veyahut jacob'la olan ilişkisini buna uygun yazmalıydı.

    dahası da var, yazar "iki aşk" dengesini de kuramamış. yeniay boyunca hep edward'ın adını sayıklayan bella, tutulma boyunca jacob'dan başka bir şey düşünmüyor. serinin ilk iki kitabını okumadan doğrudan tutulma'yı okuyan biri edward'ın iki aşığın arasına girmeye çalışan üçüncü kişi olduğunu düşünür muhtemelen. tutulma boyunca bella'nın edward aşkı tamamen sözde kalırken tüm eylemleri ve düşünceleri jacob'a odaklı. sürekli onu düşünüyor, onu özlüyor, onun için endişeleniyor ve ona kaçıyor. ilk iki kitaptan bihaber biri tutulma'da bella'nın neden esas oğlan olan jacob'ı bırakıp yan karakter edward'ı seçtiğini çok merak ederdi.

    burada da bitmiyor. jacob black, edebiyat tarihinin en tuhaf üçüncü karakter sonuna sahip. bildiğiniz gibi aşk üçgeni olan hikayelerde kurguya genellikle ikinci oğlan için yeni bir karakter girer. bazılarında ölür, bazılarında kaderini kabullenip gider. hangi hikayede ikinci oğlanın esas karakterlerin çocuğuna aşık olduğunu gördünüz? bu nasıl bir son? üstelik bunun talihsiz bir sonucu var. renesmee, jacob'ı seçerse (ki seçecek) annesinin eski aşığı ile birlikte olmuş olacak.

    bu aşk üçgenini bir kenara bırakırsak farklı sorunlar da var. seride mühürlnen kurtlar olduğu söyleniyor ama esas mühürlenme vampirler arasında. onlar da tek bir kişiyi seçip sonsuza kadar onunla yaşıyorlar. tek eşlilik var. eşlerini kaybettiklerinde yeni bir ilişki yerine ya ölü gibi yaşıyorlar ya da ölüyorlar. victoria ve irina örneğinde olduğu gibi eşlerinin intikamını alıyorlar. bu tür ilişki de iradeye dayalı değil. bunun mühürlenmekten teknik olarak ne farkı var?

    yan karakterler de çelişkili hikayelere sahipler. rosalie'nin en çok istediği şey çocuk. normal bir hayatta yaşayıp çocuk sahibi olmak istediğini söylüyor ama midnight sun'da okuduğumuz üzere inanılmaz yüzeysel ve dış görünüşüne önem veren bir karakter. bulduğu her fırsatta kendi yansımasını izleyen biri mi insan olma şansı olsa geri dönüp sıradan bir hayat yaşayacak?

    meyer, midnight sun sonrası iki roman daha yazacağını açıkladı. bunlardan birinin jacob ve renesmee ile ilgili olması bekleniyor ama bu nasıl bir gelecek olacak? ikisinin kavuştuğu bir olasılıkta yarı vampir ve yarı kurt olan iki kırmanın çocuğunu düşünsenize. yarı vampir-yarı kurt. bu iki kırma için olabilecek en iyi gelecek arkadaş kalmalarıdır muhtemelen.

    aynı hikaye daha profesyonel bir yazarın elinde olsaydı çok daha tutarlı ve övülen bir seri olabilirdi. bütün kusurlarına rağmen yazarın oluşturmayı başardığı bir atmosfer ve fanları içine çeken bir uyum vardı.

    yıllarca sosyal medya platformlarında alay konusu olmaz, her youtube yorumunun altında "it's still a better love story than twligiht" yazısı yer almazdı.

    --- spoiler ---

    filmler ya da kitaplar ne olursa olsun alacakaranlık'ın çok kaliteli olduğu bir nokta var, o da müzikleri. filmler için öyle güzel şarkılar yazıldı ki seriye karşı hisleriniz ne olursa olsun, şarkılara mutlaka göz atmalısınız. (bkz: #116776720)

  • türkiyenin bir şehri. tüm şehirlerimiz kadar aptal, cahil adam barındırır. sidik yarışına gerek yok. 81 ilin 81 tanesi de aynı cinsten insan barındırıyor bu memlekette.

  • naber dergisi üzerinden geyik yapmak için farklı zamanlarda iki öğretmen arkadaşıma " umut sarıkaya'yı biliyor musun ?" dedim. aldığım cevapları yazıyorum.

    " şarkıcı di mi o ? "
    " hangi sınıfta o hocam ?"

    8 b' de amk. ama bugün gelmedi dayısına zebra çarpmış.

  • yanlış önerme. türkiye'nin %90'ı deist de değildir, müslüman da değildir, pokemon da değildir. türkiye'nin %90'ı cahildir. üzülerek söylüyorum ki biricik hayatlarını başkalarının yönlendirmesine, yönetmesine alışmış tembel insan topluluğundan başka hiçbir şey değildir ama olsun türk ulusu çok yüce. en büyük biziz! hadi yatalım...

  • "dünyaya zulmeden bir milletin dilini öğrenmişsiniz" deyip "7 cihana korku salan" osmanlı'yı öven bir kişinin videosu.

    doğru ya batı yapınca zulüm, osmanlı yapınca fetih, ecdad, din iman.
    tarihi iki yüzümüzle okumayı bıraktığımızda insan olacağız, gerçekten.

  • + nasılsın?
    * - iyiyim. sen nasılsın?
    + iyiyim sağol. eğer işin yoksa kadıköy'e gelsene?
    - işim yok, gelirim tabi ki.
    + tamam ben şimdi yemek yiyorum, vapurdan inince ara beni.
    - tamam ararım, çok teşekkür ederim. hadi görüşürüz.

    asfşkla teşekkür ne lan! niye teşekkür ettin lan tırto!

    (bkz: akıl) (bkz: fikir)

  • her şey bir '' vur ulan '' çığlığıyla başladı.

    ne zamandır üst komşunun evinden gelen anakronik sesleri dinler, halla halla deyip geçerdim. mesela bir keresinde evden kutsi bağırıyordu '' aynadaki yüzünün karşılığı benim '' diye. dedim bu modası geçince dinlenecek bi şarkı mı yav? üstünde durmayıp geçtim. sonra bir keresinde nuri bilge'nin üç maymun'la ödül almasına sevindiklerine şahit oldum. yeni haberleri olduysa demek dedim. ama geçen akşam bir şeylerin ters gittiğinden o '' vur ulan '' cümlesiyle emin oldum.

    hiç kısık olmayan tv'lerinin sesinden anladığım kadarıyla maç vardı. hemde milli maç. benim niye haberim yok diye araştırıyorum, ne sözlüklerde döşeyeceğimiz bir borudan bahsediliyor, ne de başka bir yerde herhangi bir bilgi var. sesler yükseldikçe bunun şu meşhur türkiye-çek cumhuriyeti maçı olduğunu anladım. önce nostalji yapıyorlar herhalde zannettim her zamanki iyi niyetimle. ama bir nostalji için çok fazla heyecan vardı yukarıda. sonuçta nostalji dediğin muazzez ersoy sakinliğinde yaşanan bir şeydir. iyice dikkatimi çekmeye başladı durum. seslerini dikkatle dinliyorum. goller oldukça çılgınlar gibi seviniyorlar. ya sonucu bilinen bir maç için bu neyin coşkusu derken o dakika geldi. evet nihat'ın attığı süper golün dakikası. '' vur ulan '' çığlığını duydum. sonra yine büyük bir coşkuyla golü kutlama. bu sadece bir nostalji merakı olamazdı. bir golü canlı izlemeyen bir adam futbolcuya '' vur ulan '' demezdi, diyemezdi.

    daha fazla dayanamayıp maç bitince yukarı çıktım. fazla internet şifreniz varsa alabilir miyim deyip etrafı bi kolaçan edecektim. kapıyı vur ulan diye bağıran evin babası açtı. beni görünce '' ne çaktık ama beee '' deyip sarıldı. hala şaşkın şaşkın bakınırken adam '' kusura bakma olum, ülkenin hali perişan, bir maçla kendimizden geçiyoruz biz de işte '' dedi. diyecek daha iyi bir şeyim olmadığı için '' nasıl perişan '' diyebildim. '' görmüyor musun ergenekon filan başlattılar bunlar, memleketi bitirecekler. sattı ülkeyi amerika'ya, içini boşlatıyor şimdi de. bizimde elimizden hiçbir şey gelmiyor. kahroluyorum, çocuğum kahr. maç filan işte... '' amca bi saniye dedim. bi saniye ya ne demek ülkeyi sattı, ergenekon filan? ergenekon kız çıktı, haberin yok mu? noluyor lan burada? derken aralık kapıdan duvarda asılı duran takvime ilişti gözüm. yıl büyük harflerle yazdığı için sadece onu seçebildim; 2008. büyük bir hasssiktirle birlikte merdivenlerden koşmaya başladım. aşağı indim kapıyı kilitledim. tarihe saate baktım. vatsap uyarı hatası filanda vermiyordu. arkadaşları filan arayıp benim doğru zamanda olup olmadığıma baktım.

    emin olunca rahatlasam da bu insanları içlerinde bulundukları o durumdan nasıl çıkaracağım konusunda hiçbir fikrim yok. olayın üstünden bir hafta geçti hala bir fikrim yok. korkuyorum yakında tencere tava çalmaya başlayacaklar ve herkes durumu fark edecek diye. apartmanı karantinaya alıp ilaçlamazlar bizi inşallah.

    debe editi; selam, yine ben. yakında dizi gibi haftada bir bölüm yayınlanacak olağanüstü bir ekşi sözlük hikayesi olduğundan haberimiz var değil mi? peki tamam süper. heyecanla...

    ha bi de cemre buraları okuyorsan şey. eee. naber?

  • anlama güçlüğü çeken, ikiz gebelik sahibi bir hasta. bebeklerde gelişme geriliği var. olması gereken gebelik haftasından daha küçükler. bebeklerin beslenmesini gösteren kan akımları iyi ama yine de riskli bir durum. hastaya hastaneye yatış önerdim, kabul etmedi. durumum riskli mi dedi. evet dedim. işte bebeklerin anne karnında iyi gelişemediğini, olması gerekenden küçük kaldıklarını vs anlattım. yatarak takip olmanız gerekiyor dedim. hasta, evde daha rahat ediyorum dedi. 1 hafta sonra kontrole gelmek üzere gitti. ama içim hiç rahat etmedi. çünkü hastanın durumunun ciddiyetini anlayıp anlamadığından emin olamadım.

    içim içimi yedi dayanamadım. sistemden hastanın telefonunu bulup bugün için kontrole çağırmaya karar verdim. sabah kayıtlı telefonu aradım. bir erkek açtı.
    - iyi günler, x hastanesi kadın doğum bölümünden arıyorum. ayşe hanımı aramıştım.
    + he
    - iyi günler, x hastanesi kadın doğum bölümünden arıyorum. ayşe hanımı aramıştım.
    + haaa
    - kiminle görüşüyorum acaba?
    + ahmet
    - ayşe hanımın neyi oluyorsunuz?
    + kocası
    anlattım yine. bebeklerde gelişme geriliği var. bu riskli bir durum. aslında eşinize yatış önerildi ama kabul etmedi. bebeklerin kalp atışlarının düzenli olup olmadığını görmek için nst'ye bağlamamız lazım. kontrol için bugün acile gelebilir misiniz? diye.
    + namazdan sonra gelsem olur mu?(cuma namazı)
    - olur olur. (sen yeterki gel)
    + eşimin de gelmesine gerek var mı?
    - bebekler eşinizin karnının içinde ya. onları kontrol etmek için elbette bebekleri karnında taşıyan eşinizin de gelmesi lazım.

    söyleyeceklerim bunlar hakim bey! ben bu hastayı ya yatırırım, ya yatırırım öyle görünüyor.

    edito: müjde a dostlar:) hasta dün kontrole gelmişti. 35 haftalık olması gerekiyor ama bebeklerin bazi ölçüleri 31-32 hafta civarında. gelişmeleri iyice geri kalmış. hala durumum riskli mi? diye sorarken yatırdım hastayı. bugün doğum ağrıları ve doğumu başladı. sezaryen ile canlı! bir kız bir de erkek doğdu.