hesabın var mı? giriş yap

  • "bu kız acaba likidite tuzağı mı?" minvalinde spekülatif güdüleri beraberinde getiren durum.

    debe editi: beğenen eller dert görmesin, klasik iktisatçı kızlar eklesin.

  • (bkz: parks and recreation) dizisinin müdürü... felsefi olarak leslie knope un karşıtı. felsefi olarak çok ayrı noktalarda olmalarına rağmen leslie ile çok farklı bir yakınlıkları vardır, bunun dışında kimseyle yakınlık kurmaz, belki kısmen april luggate . dizide boş konuşmayan tek karakter olabilir. aslında karakter ve metinleri daha çok dizinin üçüncü sezonundan sonra oturmaya başlar, tek başına bir diziyi veya filmi de taşıyabilecek bir karakterdir.

  • cool abi takılınmış yılların ardından, kendini istikbal mobilyada taksit pazarlığı yaparken araklama anı.

  • evde sevgiliyle oturulurken, siz ders çalışıp o kitap okurken internetten birşeye bakmak gerekir. benim laptopumu al der. google, wikipedia karıştırılırken çok kullanılanlarda bir blog görülür. sevgilinin bu kadar çok girdiği ve okuduğu blog merak edilir ve aklın bir köşesinde kalır.

    o gittikten ve siz ders çalışmaktan bezmişken, kafanızı dağıtmak için bir bölüm how i met your mother izleyeyim derken blog aklınıza gelir. o bloga girilir ve okunmaya başlanır.

    blogu yazan kişi sevgilinizle aynı müziği dinlemekte, aynı filmleri seyretmekte, aynı konulara ilgi duymakta ve aynı kitapları okumaktadır. cümle yapıları bile sevgilinizinkine benzemektedir. ama yazıların içeriklerini anlayamazsınız. çünkü onları yazan kişi birini çok sevmekte ve sevdiği kişiden çok uzaktadır. ama o yazılar o kişinin okunması için yazılmıştır bilirsiniz.

    derken taşlar yerine oturur. '4 yıldır birlikteyiz ve seni sadece yazları görmekten yoruldum' cümlesi akla sevgilinin yazlıktaki aşkını getirir. '2 yıldır nerede olduğumuzu bilmiyorum' derken son 2 yıllarında açık ilişki yaşadığı hatırlanır. 'eskiden senin istanbula taşındığında oturacağın evi düşünürken şu an onunla ev bakıyorum' yazısının tarihi sizin ev baktığınız tarihlerle aynıdır. 'artık seni unuttum, başkasını öpüyorum' yazmışken yukarıdaki tarih ilk öpüştüğünüz tarihtir. 'senin kot pantolonlarını, siyah tshirtlerini özledim' diye okurken aklınıza size hep renkli elbise giydiğiniz için sitem ettiği gelir. 'senin gülmeni isterdim sense hep somurturdun, o bana hep gülüyor ama senin somurtmanı tercih ederdim' dediğini gördüğünüzde içinizde birşeylerin kırıldığını hissedersiniz.

    ama bunların hiçbiri 'biz seninle bu yola birlikte çıktık, birbirimizi bulduk, kaybettik, kendimizi sınamak için başka yollara girdik, ara sokaklara daldık. durdum seni bekledim. ben seni bekledikçe sen uzağa gittin. bende yanıma başka bir misafir aldım, saptığım yollara onla devam ediyorum. birlikte devam edebilmemiz için başka yollar öğrenmemiz, başka misafirler tanımamız lazım biliyorum. tekrar ana yola çıktığında haber ver, yanında olmak istiyorum' diye yazdığını görmek kadar sizi incitmez, üzmez. siz onu anayolunuzda birlikte olduğunuz kişi olarak düşünürken siz onun için ara yollardaki misafirsinizdir.

    o anda anlarsınız. sevgilim dediğin sevgilin değildir. eski sevgilisi ise onun için eski değil her daim sevgilisidir.

    edit: yıllardır bu entry ile ilgili sonra ne oldu tarzından 100'den fazla mesaj aldım o yüzden editleme gereği duyuyorum.

    bu olaydan 1 hafta sonra ben en sonunda bunu köşeye sıkıştırdım ve itiraf ettirdim, sonra da ayrıldım. ayrıldıktan sonra biraz rahatladı bu hıyar, eski sevgilisine geri döndü. eski sevgilisiyle bir süre çıktıktan sonra kız bunu bundan daha iyi eğitimli, iyi maaşlı biri için terk etmiş. ayrıldıktan 1 yıl sonra bana tekrar deneyelim gibisinden yazdı, buluştuk, oturduk, konuştuk ve baktım bunun kafa hala o kızda, kızı sinir etmek için bana yazıyor gene reddettim. hoş o zamanlar yaptıklarıyla beni çok üzmüştü, o yüzden aklı o kızda olmasa bile reddederdim. son duyduğuma göre okyanus aşırı bir yerlere taşınmış, tüm arkadaşlarını hayatından silmiş. the end.

  • iskoç komedyen daniel sloss, jigsaw adlı şovunda, toplumun "yalnızsan eksiksin, ruh eşini bulmak zorundasın" baskısına şu sözlerle karşı çıkıyor:

    "aranızda, benim gibi 26 yaşında birinin, aşk ve ilişkilerden bahsetmesini dinleyen daha olgun seyirciler olduğunu biliyorum. muhtemelen diyorlar ki;
    'daniel, çok gençsin, çok safsın, çok alaycısın. biliyorum tatlım, çünkü senin gibiydim. senin yaşındayken aynı şeye inanırdım. kesinlikle aşk diye bir şey yoktur derdim. sonra 'o'nunla tanıştım. o zamandan beri beraberiz. uzun bir yolculuktu, zordu ama sevdiğimiz için çabaladık. çünkü yanıldığın şey bu, daniel. emek ve çaba gerekli ama buna değer. anlıyorum daniel, neden böyle hissediyorsun biliyorum ama bir gün gerçek aşkı bulacaksın ve bulman için sabırsızlanıyorum.'
    eğer böyle hissediyorsanız, umarım haklısınızdır. birinin kocası olmak istiyorum, baba olmayı her şeyden çok istiyorum. çünkü eğer haklı değilseniz, eğer yanılıyorsanız; diğer bir olasılık şu: benim yaşımdayken yalnız kalmaktan öyle korkmuşsunuz ki, kendinizi birini sevmeye zorlamışsınız."

    "dünyada 7.5 milyar insan var ve siz ruh eşinizi yaşadığınız yerden 30 km ötede mi buldunuz? bana fazla büyük bir tesadüf gibi geldi!"

    "içtenlikle söylüyorum, dünyadaki ve dolayısıyla bu salondaki ilişkilerin yüzde 80'i palavra. bazıları, yalnız kalmayı öğrenmek için hiç zaman harcamamış, kendilerini nasıl seveceklerini öğrenmemiş, böylece bu görevi başkasına vermiş."

    "evliliklerin yüzde 55'i boşanma ile sona eriyor. 30 yaşından önce başlayan ilişkilerin de yüzde 99'u bitiyor. bunlar ameliyat istatistiği olsa kimse bu riske girmezdi.
    ...aşkı bulmak imkansızdır, demiyorum. tek söylediğim, istatiksel olarak bulamadığınız."

    sloss, kendisini sevmeden; tabiri caizse kendi ruhunu bulamadan ruh eşini bulamadığına takılan insanlar için de şu şekilde tavsiye veriyor:

    "bir başkasının sizi sevmesine izin vermeden önce kendinizi sevmeyi öğrenmelisiniz. işte bu. bekar olmak, yalnız olmak yanlış değil. biriyle çıkmaya başlamadan önce kim olduğunuzu bulmak için kendinize zaman ayırmak yanlış değil, çünkü kim olduğunu bilmezsen sahip olduklarını nasıl gösterirsin?"

    "kendinizin sadece yüzde 20'sini severseniz, biri gelip sizin yüzde 30'unuzu sevebilir. 'vay bu çok fazla' dersiniz. ama tam anlamıyla yarıdan azdır. kendinizi yüzde yüz severseniz, size aşık olan birinin sizi özel hissettirmek için gerekenden fazlasını yapması gerekir."

    son olarak, sevdiğim bir cümlesini bırakayım:
    "hayatta yapabileceğiniz en kötü şey, onu yanlış insanla geçirmektir."

    (daniel sloss, bu şovu 2018 yılında yapmış. eğer adamın güncel ilişki durumunu merak ediyorsanız hemen söyleyeyim; geçtiğimiz ay diz çökerek sevgilisine evlenme teklifi etti.)*

  • benim ilkokuldayken kırmızı bi' gocuğum vardı, erkeğim ama gocuk bana ablamdan kalmıştı. (bkz: garibanlık) diyeyim ve orayı uzatmayayım.

    bu gocuğun aynısından da sınıfın en çirkin kızında vardı. ama pis kırmızı bi gocuk, hiç bi güzelliği yok. zaten erkek adama onu giydirerek ağzına etmişsiniz bir de başka kızla pişti ediyosunuz lan yoksulluk nasıl bi piçsin sen, insanın üstüne gittikçe gidiyosun.

    neyse ben gocuğu hoşlandığım kızın gocuğunun üstüne asardım, bu salak kız gocukları karıştırırdı hep gelip benimkini alırdı, hoşlandığım kızla da dolayısıyla hiç gocuk alma esnasında karşılaşmazdık.

    ben o gocukla bile gaza gelip sevdiğimin gocuğunun üstüne asmışım yani senin yaptığın iş mi uyuz kadın.

    bir de not giriyim; ben hangi kızı sevsem onu seven bi dingil vardı senin de sol kulağının arkasını burdan çınlatıyorum. hayır bi şey yapacağından değil ama ben kızla aynı sıraya düşerdim arkamızda biterdi mal mal iş yapardı.

    çocukluğumu yediniz ulan.

  • bence istanbul'u sonunda doğru kişilere emanet ettiğimizin göstergesidir.

    hiçbir başarısı olmayan, ne idüğü belirsiz "kartal imam hatip mezunları" yerine sonunda türkiye'nin en büyük şirketinin ceo'su vs. gibi adamlar yönetecek şehri.

  • ayrılık insanlar icin: kadını erkeği tabiki de olmaz, ama erkeğin ki daha ağır geciyor nezdimde. erkek aşk acısı yaşamaz, ölüm yaşar, kendinden geçer, depresyona girer, kafasına her şeyi takar. bakımsızdır, pasaklanır, küflenir evi.
    bir kaç dk yüzünü görebilmek için günübirlik şehirlerarası yolculuğa bile çıkar. terkedilirken bile fedakarlık yapar.
    bu erkeğin çevresinde mutlaka: "sana kız mı yok" diyen bir klişeci de mevcuttur. yarasını deşer.
    erkek, aşk acısını unutmaz, unuttuğun zanneder.
    alkol, saçma sapan ps oyunlarında teselli arar.

    ya kızlar?

    hemen şıkır şıkır giyinip çoşmaya giderler. bir de sosyal medyadan ayrıldığını herkese duyurma merak vardır, mutlaka pusuda bekleyen bir adam da olur nedense. instagram, twitter hemen aktifleşir. acılarını eğlenerek, gerdan kırarak atmaya çalısırlar. bir de bunlardan yanında "ececim sana hic yakışmıyordu zaten" diyen bir gerizekalı da mutlak bulunur. sonra bi çocukla tanışılır, bir öpüş yapılır, diğer gerizekalı acı mı çekiyor, üzülüyor mu, kim takar yalova kaymakamını, güzelinden bir fotoğraf paylaşılır. olaylar gelişir.

    biri saksımızı çiğneyip gitti
    biri duvarları yıktı
    camları kırdı
    fırtına gelip aramıza serildi
    biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
    her şeyi kötüledi
    bizi yaraladı
    biri şarabımızı döktü
    soğanımızı çaldı
    biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
    ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor