hesabın var mı? giriş yap

  • bazıları karın ağrıtandır.

    başlık: dedem savaş çıktı diye apar topar köye gitti

    dedeme dokunmatik telefon aldım, torunlarından birisi de telefona clash of clansı yüklemiş. otururken bildirim gelmiş köyünüze saldırı düzenleniyor diye, adam heyecanla apar topar ilk uçağa atlayıp köye gitti amk.

  • saf, iyiniyetli fakat düz bir insandır.
    rönesans sonuçta herkes bir sanatla ilgileniyor, resimdir, mimaridir, heykeldir... ee haliyle her tarafta bir boya kokusu, tiner kokusu, vernik kokusu filan, bir süre sonra rahatsız olmuş belli ki adamcağız. en sonunda da isyan etmiş, ''yeter lan'' demiş, ''boya kokusundan kafam beynim döndü, rönesans'ı batsin'' demiş.

    ''işte bu anlayış yüzünden ülkemizde sanat gelişmiyor'' diyerek bir hıncal uluç yazısı tadında bitiriyorum izninizle entryimi

  • bıyığını aldırdığın gün kaşların henüz çıkmamıştır. kaşlarının çıktığı gün ise henüz bıyıklar alınmaya elverişli değildir. böyle bir ömür kımıl kımıl kuaförlere tek tek gide gele geçirirsin.
    (pes edip ikisini de aynı anda aldırmak amacıyla nadasa bırakmaya karar verdiğin an hoşlandığın adam yemeğe davet eder. skerin böyle işi, yoların ha.)

  • aslında halk arasında alkol koması denilen şey alkol zehirlenmesidir. buna atlantis'te entoksikasyon demişler, bizde de öyle kalmış. her insan alkol zehirlenmesi yaşayabilir, gençlik çağlarında yaşanır. normaldir, ebeveynlere çaktırmadıkça sorun da yoktur. ama alkol alma faaliyetine başlarken(evet alkol alma faaliyeti diye bir şey attım bir anda) bazı şeyler göz önünde bulundurulursa ve ilk yardım nasıl yapılır bilinirse her şey çok daha güzel olur gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var? alkol yağda çözünen inorganik bir madde olduğundan yağlı vücutta daha çabuk etki gösterir. mesela kadınların iki birada gitmelerinin sebebi yağlı vücutlarıdır.(evet kadınlar yağlıdır, saldırın bana.) bir de şu var tabii istisna olarak : (bkz: 30 bira içip vermeyen hatunlar) bilinmesi gereken diğer husus da alkol alma faaliyetinden önce yemek yenmesidir. mideniz ne kadar dolu olursa alkol kana o kadar yavaş geçer. zaten bu zehirlenme diye tabir ettiğimiz hadise de kandaki alkolün oranının 25 mg/dl üstüne çıkmasıdır. alkol zehirlenmesi yaşayan kişi kusturularak midesinde henüz emilmemiş olan alkol dışarı atılabilir ve kana karışması engellenerek güzel şeyler yapılabilir. alkol zehirlenmesindeki kişi tercihen açık havada yan yatırılmalı ve kusmasına karşın gözlenmelidir. zira abuk pozisyonlarda kusması ona jimi hendrix'vari bir son hazırlayabilir. bu durumdaki kişinin gözleri kızarır, nabzı düzensizleşir, refleksleri yavaşlar. korkmayınız, normaldir. halk arasında soda içirmek, ayran içirmek gibi aktivitelerle sarhoş ayıltmak moda olsa da kahve her zaman en güzel uyarıcıdır. ardından bol su ile dehidrasyon yaşamaması sağlanır. bunlardan sonra 1-2 saat gözlem altında uyuyan sarhoşumuz(dikkat edin artık zehirlenmiş şahıs falan demiyorum o artık bir sarhoş) kendine gelmezse derhal hastaneye gidilmelidir, zira kendisi komada olabilir. değilse bile 1 serum yedi miydi hiçbir şeyi kalmaz.

    şimdi yazdım uzun uzun ama : ne gerek var o kadar içmeye? tadında için, lakin zevkine payidarı yoktur bu işin..

  • ev, araba, çocuk, eş, ohaaa .

    otuz yaşımı düşünüyorum da ev sahibi kirayı almaya geldiğinde ayakkabımın altındaki deliği göstermiştim. kadın üzülerek gidip 1 saat sonra 100 mark getirmişti bana, kocası vermiş "gitsin güzel bir bot alsın kendine" diye. ayakkabım bile yoktu lan.

    şimdi hepsi var, ayakkabıları da alsın diye yerden tavana kocaman ayakkabılığımız bile var. ama o 100 markı koşa koşa evinden alıp gelen ev sahibim yok artık. o kadın ayakkabımın altındaki deliği kapatmaya çalışıyordu, şimdi her yanınızdaki deliği açmaya ve bu açıkları bulmaya ve daha da ötesi bu açıkları daha üstteki başlara sergilemeye can atan iş arkadaşlarım var. ve bu açık peşindeki iş ortamının yarattığı garip aura sana iş araba ev olarak dönüyor (eş ve çocuğu sokmayalım bu dünyaya)

    bundan dolayıdır ki, ne kadar kaçabilirsen o kadar mutlusun. ama eninde sonunda insan yakalanıyor. çünkü diğeri de çıkmaz yol haline geliyor.

  • sinemanın ilk çıktığı yıllarda "neliği" üzerinde çok durulmamıştır. genelde edebiyatın ve tiyatronun bir şekilde devamı ölçüsünde kendi hayatını idame ettirmeye çalışmıştır. ilk dönem yönetmenleri sinema hakkında farklı fikirlerde düşünsede hepsinin müşterek buluştuğu nokta amerikan dili klasik anlatımı üzerinde hemfikir oluşlarıdır. sinemanın "neliği" üzerine düşünme felsefe ve sanat alanında genel olarak 2.dünya savaşından sonra başlamıştır. entelijansiya arasınadaki düşünme serüveni sinemanı ilk yılarından 2.dünya savaşı sonrasına kadar pek yoğun değildir. o zamanlar halklar tarafından sinemanın bir eğlence aracı olduğu ve hükümetler nazırında ise sinemanın propaganda aracı olarak görülmeteydi.hatta ünlü dil filozofu wittgenstein bile sinema hakkında güzel bir eğlence aracı olduğu hakkında bir takım şeyler söyler. ikinci dünya savaşında sonra sinemanın ontolojisi hakkında düşünme serüveni ciddi manada ele alınmaya başlamıştır.bu düşünmenin serüveninin kökenlerini aramaya 1920'de başlayan üç tür sinema akımından bahsedebiliriz. aslında bu sinema türleride bir şekilde klasik dil anlatımı üzerinde birbirlerine yakın görüş birliğine varmışlardır ama kendilerini ve geleneklerinin etkileri ile bu klasik anlatım dilini el yordamıyla "aşındırmışlardır". bu sinema akımları alman dışavurmculuğu, fransız izlenimciliğive katıksız sinemadır yani pure cinema. bu akımlar arasında klasik anlatım dilini aşındırma ve biçim-içerik bakımından yeni şeyler denemesiyle bu sinema akımı önemlidir. bu akım öz olarak klasik anlatı biçimine karşı çıkmış ve sinemanın tiyatro, edebiyat gibi sanatların bir uzantısı olduğunu kabul etmemişlerdir. sinemayı mücehhez ve münferit bir sanat olduğunu, görsel sanatlar içinde ayrı bir yeri olduğunu söylemişlerdir. bu büyük retleriyle deneysel sinemanın öncülü olmuştur ve sinemanın sadece "hikaye anlatma" aracı olmasından başka olarak sinemanın ontolojisine üzerine düşünme ve bakir bir sanat olan sinemanın imkanı üzerine sinemacılara geniş bir alan açtığını düşünüyorum.

    pure cinema'nın üzerine yükseldiği üç sac ayağı vardır. hareket, zaman ve kompozisyon. hareket ve zaman biliyorsunuz ki deleuze'ünde sinema kavrayışı içinde oluşturduğu iki adet bloktur. aslında bu kavramların üzerine gitmeleri belkide sinemanın çekirdeğine yapılan hakikatli soruların ortaya çıkmasınada vesile olmuştur diye düşünmekteyim. tarkovski 'nin sinema için "zamanı mühürlemek" tabiri kullanmıştır. belkide sinemaya "zaman" sanatı desek çok abes olmaz. pure cinema bu kavramların içini doldurmuş desek abes olur ama en azında karınca misali bir işlev görmüştür. bu akım zaman içinde gerçeğin geleneksel bir imgesine seçenek olmuştur ve klasik anlatı sinemasına bir alternatif olduğunu söylemiştir dziga vertov .

    bu akımın önemli temsilcileri walter ruttman, jean vigo ve dziga vertov dur.

    pure cinema kavramı günümüzde sinemanın sıfır noktası olarakta adlandırabileceğimiz sinemanı en saf ve yalın halde bulunduğu sinema hakkında kullanılmaktadır lakin bu kavramı macar film eleştirmeni a.kovacs'ın "moderni seyretmek" kitabında kullanmaktadır ve o dönemi bu kavram ile isimlendirmektedir.

  • kanuna göre bekâr, topluma göre boşanmış, anneme göre başına kalmış, kardeşlerime göre güçlü, arkadaşlarıma göre kafası rahat, kızıma göre ayakta, kızın babasına göre allah'a yakın, müdürüme göre sorunsuz.

    bence ise, dışı seni içi beni...