hesabın var mı? giriş yap

  • istanbul özelinde konuşuyorum. sertlik, sallapatilik, rüzgar yapma, işinizi gördürmek için olmazsa olmaz haline gelmiştir. mobilya örneğini veren arkadaşı can-ı gönülden kutluyorum. daha dün akşam yaşadım. ki internettir, tv'dir, doğalgazdır, vergi borcudur, site yönetimidir, ptt'dir her yerde bu en aşağılık tavırlarla ancak iş gördürebiliyorsunuz. insanlara tehdit unsuru olduğunuzu hissettirmezseniz değer görmüyorsunuz. kısaca varoş kültürü artık genel bir düstur, bir gereklilik halini almıştır.

    istanbul'da yaptığını rize'de yaparsan seni sabaha kadar döverler. rize'de, trabzon'da beyefendilik, hanımefendilik yaparsan insanlar meşrebince saygı gösterir. burada kimse beğenmez ama bu taşrada çoğu zaman böyledir. sakarya'da, erzurum'da adam olursan seni adam bilirler, kral olmaya kalkarsan da dayak yersin.

    paris'te restoranda, kafede arsızlık yaparsan sana öyle bir ayar verirler ki doktora yaparsın medeniyet üzerine.

    tayland'da yüksek sesle ters çıkarsan herkes "invasion of body snatchers"daki uzaylılar gibi sana döner "bu ne çeşit bir hayvan diye" bakar.

    sürekli söylüyorum bunu, bu ülkenin milli duygusu "aşağılık kompleksidir". hiçbir diğer fikir, yaşam tarzı, paradigma bu denli baskın değildir. bu aşağılık kompleksi isveçlisinde, hollandalısında, avustralyalısında, ingilizinde de var. yani milli bir husus değil tarihsel, sosyal ve en önemli sınıfsal unsurların bir sonucu, görünümüdür. yalnız bunun en iğrenç versiyonlarından biri bizim yaşam tarzımıza entegredir ve iş, aşk, spor her alanda dört bir koldan bastırır.

  • dünya bir gaz bulutu içinde kütleçekim etkisiyle bir araya gelen toz ve kayalardan oluştu. ilk oluşum sürecinde dünya günümüzdeki gibi kabaca küresel bir şekle sahip değildi, böylesi bir cismi döndürmek çok kolaydır. bir cisme kuvvet uyguladığınızda eğer kütle merkezinden geçen bir eksene denk getirmezseniz (ki bu düşük bir ihtimal) kuvveti uyguladığınız taraf bu eksen etrafında dönmeye başlar. işte oluşum sürecinde dünyaya çarpan her türlü başka nesne de yüksek ihtimalle merkezden geçen bir eksenden çarpmadığından dünya dönmeye başladı. dünyanın dönüş ekseni güneş etrafındaki dönüş yörüngesiyle paralel değildir, bu yörüngeye göre dik dönen (varil gibi yuvarlanan) gezegen olduğu gibi, ters istikamette dönen gezegen de vardır. bu dönüş eksenleri gezegenlerin ilk oluşum sürecindeki çarpışmaların bir bileşiminin hangi yönde daha fazla yoğunlaştığına yönelik oluştu yani.

    bu dönme hareketini engelleyebilecek veya yavaşlatabilecek tek şey cismi sabit tutan başka bir kuvvetin olmasıdır. normalde atmosfer içinde gözlemlediğiniz her cisim bir süre sonra dönmeyi bırakır, bunun sebebi eğer yere temas ediyorsa yer ile cisim arasındaki, etmiyorsa da hava ile cisim arasındaki sürtünme kuvvetidir. ancak dünyayı durdurabilecek bir sürtünme kuvveti yok, ihmal edilebilecek kadar küçük. atmosfer biz pek öyle hissetmesek de uzay boşluğuna kıyasla aşırı bir şekilde yoğun, uzay boşluğu ise o kadar seyrektir ki sesi bile iletemez, atom ve moleküller birbirine o kadar uzak konumlanmıştır. dolayısıyla dünya bir kere dönmeye başladığında durması için bir sebep bulunmamakta. eğer gelecekte dünyaya devasa büyüklükte başka bir gök cismi çarparsa dünyanın dönüş eksenini değiştirebilir, ama dünya yine de başka bir eksende de olsa dönmeye devam edecektir.

  • tersi "muhammed yok, mekke yok" ise düzü "muhammed var, mekke var" demektir. o zaman bu mantıkla tüm mümin'lerin kasa kasa coca cola içmesi gerekir...

    (bkz: cevab veremedi)

  • hayatımın en hızlı ve en uzun koşusunu yaptığım otobüs türü.

    sanırım lisede falandım, dedem vefat edeli çok olmuş, babaannem yalnız yaşıyor, ben de tek torunum. hem yalnız kalmasın hem de rahat rahat sigara içebileyim diye sık sık babaannemde kalıyorum. bu yüzden, hafta sonlarımın büyük bir kısmı babaannemin evinde geçerdi. ona gideceğim zaman annem elime sürekli bir şeyler tutuştururdu ki, sağa sola takılmadan direkt babaanneme gideyim diye. yine böyle bir gün, elime beşer litre çiğ inek sütü verdi. toplamda on litre! yoğurt yapacakmış pamuk kraliçem. sanki nereye gidiyorsam, o dönemin modası olan apartman topuklu ayakkabılarımı giyip, şıkır şıkır da süslenmiştim ama kombinime hiç yakışmayacak olmasına rağmen aldım sütleri ve gittim otobüs durağına.

    orta kapı yerine arka kapıdan inerseniz, kendinizi yan mahallede bulacağınız kadar uzun olan körüklü otobüs çok geçmeden geldi. babaannemin evi ve bizim evin arasındaki güzergah sakin olduğu için ayakta yolcu pek olmazdı. ön kapıdan otobüse bindim ve kendini formula 1 pilotu sanan şoför aniden gaza bastı. ne olduysa ondan sonra oldu.

    zaten iki elimde beşer litre süt, ayağımda topuklular var, şoförün gaza basmasıyla otobüsün arkasına doğru depara kalktım. nereye takılacağım endişesi ve sütlere bir şey olmasın paniği yüzünden bitmek bilmeyen koşuya, bir de arka camdan uçup gitme korkusu da eklenince çığlık bile atamadım. sütlerin eşit ağırlığının bedenime kazandırdığı dengeyi topuklu ayakkabılar bozsa da nihayet otobüsün arkasına vardım. daha doğrusu kapaklandım. siz hiç ayağınızda topuklu ayakkabı varken elinizde on litre sütle otobüsün koridorunda istemsizce koşup arka cama sinek gibi yapıştınız mı? canımın çok acıdığını ve otobüsteki insanların “kızım bıraksana sütleri!” diye bağırdıklarını çok iyi hatırlıyorum ama sütleri elimden asla bırakmadım. bir de ayağımdaki ayakkabıların otobüsün içinde çıkardığı o korkunç takırtıyı unutamıyorum.

    yani demem o ki, nakliyede üstüme tanımam. canım pahasına malınızı korur kollarım ve size sapasağlam ulaştırırım. fiyatta anlaşabilirsek, kırılacak, dökülecek ve sizin için değerli olan her türlü eşyanızı itinayla taşırım.

    rainbow chaser güvencesiyle.

    malınız malımdır.