hesabın var mı? giriş yap

  • bilindiği üzere türkiye'de altın madalya alana 2.000 cumhuriyet altını veriliyor. phelps türk olsa,

    tanesi 2.000 altından 17 altın madalya olmak üzere,

    17 x 2.000 = 34.000 cumhuriyet altınına sahip olacak. buna ek olarak 9 dünya rekoru kırdığı için,

    9 x 1.000 = 9.000 ekstra cumhuriyet altını. 34.000 + 9.0000 = 43.000 cumhuriyet altını. bu da,

    43.000 x 600 tl = 25,800,000.00 türk lirası. o da,

    usd/try = 0.56182 den,

    25.800.000 x 0.56182 = 14,494,956.00 usd para demek.

    fakat phelps napıyor, madalyanın tanesi 25.000 dolardan karın tokluğuna kulacını sallıyor. ağlamamak elde değil.

    (bkz: hesaplayan adamlar)

  • bu amcaların çoğu öyle mülayim, suskun vs. kişiler değildir, daha çok gün görmüş, kulağı kesik tiplerdir ve yaşlılıktan dolayı biraz yalnızlaşmışlardır..sahilde mutlaka birilerine selam verirler; genelde göbekli ve kıllıdırlar ve kıyafetleri hafiften eskidir (altlarında sadece şort bulunur)..bazen elinde bir ağaç dalından asa taşıyanlarına da rastlanır..yanlarında havlu-meyve filan taşıdıkları eski püskü bir çanta mutlaka vardır ama kimi zaman bunun yerine migros poşeti kullandıkları da olur..genelde tatlı sohbeti olan ve araya hayali olaylar karıştıranlarına rastlanır..ve fakat tuhaf şekilde özenli ve şairane bir yalnızlık içinde olan, zamanında nitelikli hayatlar sürdüğü anlaşılan tipler de mevcuttur..tüm bu adamların en büyük özelliği sistemli bir şekilde hep aynı yerde ve aynı saatte bulunmaları ve körük gibi ciğere sahip olmalarıdır..sigara içenleri çok azdır ama zamanında çok içmişlerdir..ben bu insanların anılarını tazelemek ve hayal kurmak için yüzdüklerini düşünürüm zira uzun soluklu yüzmek kişinin kalabileceği en sakin ve tatlı atmosferi yaratmak için bire birdir..seslerin kaybolduğu ve fonun yavaş yavaş değiştiği bir deniz..kişi yüzerken geçmişe ve hayal dünyasına kolayca dalabilir..yaşları da göz önüne alındığında bu amcaların geçmişe seyahat için denizde uzun soluklu yüzmeleri anlaşılır bir durumdur..kıyıdan uzaklaşmaya başlayan bir amcanın düşünce akışı:

    ' büyük kızın oğlu kocaman oldu hafize, yerinde duramıyor kerata..görsen nasıl severdin sen..onu gördüğüm zaman mutlaka bir hediye vereceğimi bilir, gözleri parlar..bazen biraz şekerleme, misket, hoşuna gidecek bir şort, oyuncak tabanca..eskaza boş gitsem yüzü asılır..küçük kızın iki çocuğu da çok güzel anlaşıyorlar..ikisi de kız ve büyük olanı hık demiş senin burnundan düşmüş..ismini hafize koyalım bir tanesinin demiştim de : aman babaa bu isimler artık kullanılmıyor biz nehir ismini koymayı düşünüyoruz dediler ve koydular da..nehir ve esin..oysa hafize koysalardı, ben her seslendiğimde seni ansaydım olmaz mıydı? gerçi ben içimden hafize diyorum hep, çaktırma..

    ben seni zamanında çok üzdüm hafize, denizin tuzu gözlerimi yakınca senin ağladığın zaman kızaran gözlerin gibi oluyor..tıpışladığın göbeğim kocaman oldu zaman içinde, kollarım rotatif gibi maşallah yorulmadan suyu yarıyorum, çelik gibi zindeyim bu soğuklarda yüzerken ama işte sakince ağlamayı da seviyorum kulaç atarken..senin deyiminle zıtlık seremonisi..dayın, yengen, benim kuzenim coşkun, almanya dan alt komşumuz gökhan bey, senin pek sevdiğin bahçıvan selim filan hepsi rahmetli oldular..yani bilirsin, öte dünya inancım pek olmadığından onları da görüyorsundur diyemiyorum ama haberin olsun işte..öte dünya inancı olmayınca beni nasıl duyacaksın dersen, biliyorum duyarsın sen hafize...öyle olmayacağına inansam ileri değil dibe doğru yüzerim, yaparım bilirsin..

    apartman aidatları arttı, büyük kız sağolsun arada yemek yapmaya, çamaşır-bulaşığı halletmeye geliyor, damat efendi biri, evcimen..galatasaray geçen sene şampiyon oldu, ama yine fenerbahçe yi yenemedik..ama bak n'oldu, onların sahasında yenilmedik de şampiyon olduk..haha, tahmin edeceğin gibi çok sevindim..kupayı bize saatler sonra verdiler hafize, bunu bile medenice organize edemedik anlayacağın..gençliğimizde gurbet ellerdeki en büyük eğlencemiz olan st.pauli maçlarına giderdik ya beraber, o zamanlar ne pür neşeydik be! ..türkiye ye belki de dönmemeliydik, sana bakamadılar burada..memleket hasreti diye tutturduk da n'oldu? hiç..gerçi çocuklar mutlu, ben de iyiyim aslında..yüzüyorum, balık tutuyorum, ev temiz, bahçeyle uğraşıyorum, 10 numara hayat..geçen gün yöneticiyi dövecektim de zor tuttum kendimi..yok efendim şu sınır çalılarını keselim de duvar çekelim..lan godoş, ben onları büyütmek için..neyse, şimdilik kestirmedim işte..haftaya torun torba geleceğiz ziyaretine, yeni çiçekler ekeceğiz..eskiden bu sahiller ne kadar boştu, şimdiyse seninle sohbet etmek için açıldıkça açılıyorum hafize, ancak yalnız kalabiliyorum..dünyadaki tek sessiz yer meğer denizmiş, şu fransız boşuna dememiş deniz için sessiz dünya diye..sen üzülme, sigara içmiyor ve öğünleri atlamıyorum..kıyıya da yaklaştık, görüşürüz yine karıcığım..'

  • memlekette bir panik atak bir de bu*, dillere pelesenk olmuş, yalan yalnış haklarında atıp tutulmuş, bir "türk halk teşhisi" kıvamında ota boka yakıştırılmış iki vaka.

    - ay elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem ben, öyle tezcanlıyımdır.
    - ha panik ataksın sen de benim gibi biraz. anladım.

    nereye anladın sibop? neyi anladın?

    - ay bu çocuğu tutabilene aşkolsun, hep itiraz hep bir başkaldırma. dersleri de çok zayıf. zehir gibi zekası var da, sürekli hareket halinde olmaktan çalışamıyor ki..
    - şekerim benimki de öyle. istediği olmayınca çıldırıyo. kapıları tekmeliyo. hiperaktif.

    sen o çocuğu arap veliahtı gibi yetiştirmeseydin tepene tepene gagalanmazdı şekerim. şimdi çocuğa koyacak teşhis bulamıyorsun. gezmediğin psikolog kalmadı.

    ben teşhisini koydum onun, gel bak: "arsız".
    al sana bir teşhis daha: "şımarık"
    başka ister misin: "sorumsuz"

    bildin mi?

    yaa yaa.

    *

  • muş'ta mecburi hizmet yaptığımız yıllar. muş'un yerli halkı, hakikaten değişik geliyordu, özellikle başlarda..şehrin zaten bir tane büyük caddesi var, o yolun ortasında(tam ortası), çalışır halde araba bırakıp, kaldırımda bir tabureye oturup çay içen insanı sadece orada gördüm mesela..

    neyse efendim, muş nasıl bir yer sorusuna da cevap olacak yaran olayımız şöyle..
    bir arkadaş bu meşhur caddede araçla seyrederken yolun ortasında bir yaşlı amcanın durduğunu görüp, amcanın geçmesini beklemeye başlar. amca elindeki bir şeyi yolun tam ortasında inceler..bir dakika geçer, yok..iki dakika, yok.. korna çalar, yok..

    sonunda arkadaş sinirlenir, çıkıp 'dayı ne yapıyorsun yolun ortasında, çekilsene!' diye bağırır.

    amca bütün sükunetiyle döner ve şöyle der: farzet ki odunum, etrafımdan dolaş!

  • renkli fotoğraflar üstünden çok zaman geçince siyah-beyaz olur zannederdim. büyüklerin fotoğrafı siyah-beyazdı. ben de bakardım fotoğraflarıma sürekli siyah-beyaz olmuşlar mı büyümüş müyüm diye.

  • sarkisi bile hazirdir.

    pembe bir metrobus gordum ruyamda
    hanim yolcular beklerler durakta
    icindeyken cigerim doldu bir anda
    les gibi ter kokusuyla

    coluklu cocuklu ablalardi hepsi
    hepsinin basinda birer namus bekcisi
    mis gibi gül suyu kokuyorlar
    duraklarda

  • dün gece trt haber'e yapmış olduğu canlı telefon bağlantısından;

    -ailen kitap yazdığını biliyor mu? annen, baban?
    -pucca: yok, onlar bilmiyo. sadece kardeşim biliyo.
    -öyle mi, hala bilmiyorlar yani senin pucca olduğunu?
    -pucca: yok hala bilmiyolar.
    -peki kitabı biliyorlar mı, evde hiç konu oluyor mu?
    -pucca: yok hiç konu olmuyo. zaten babamın böyle şeyleri seveceğini zannetmiyorum. "babam böyle çok nasıl diyim bilim teknik falan okuyan bi insan"

    evet, bu kısa diyalogdan fark edeceğiniz üzre annesine çekmiş olmalı. babasına hürmetlerimi iletiyorum.