hesabın var mı? giriş yap

  • otelciydim.

    türkiye'de iptal edilemez geri iade edilmez olarak yaptırdığınız rezervasyonları kullanmazsanız (bkz: no show) ve rezervasyon yapılan otel kredi kartından ödeme almışsa kredi kartının ait olduğu bankaya kullanım itirazı yapıp paranızı geri alabilirsiniz.

    bu tür durumlarda bankalar otellerden konaklama esnasında doldurulan kayıt formunu isterler kullanım olmadığı için de parayı iade ederler. promosyon, iptal edilemez rezervasyon, indirim dinlemezler.

    edit: 12 yıldır sözlükte yazarım, evveliyatında da sağlam bir okurdum ama en fazla reaksiyon aldığım entry bu oldu, gelen sorularla kendimden bile şüphe ettim ve gelen mesajlar için genel bir açıklama yapayım dedim:

    1-kredi kartınızdan ödemenin direkt olarak otel tarafından alınması gerek, ödeme olarak bazı online acentalar müşterilerinden ödemeyi alıp, komisyonu düşülecek şekilde otele bir virtual kredi kartı tanımlarlar ya da cari olarak çalışıp ödemeyi sonra yaparlar. bu tür durumlarda muhatap acente olduğundan bu konu ile ilgili bir acentacıdan bilgi almak doğru olur. yine de ödeme direkt otel tarafından alınmışsa prosedür entrydeki gibidir. en azından kasım 2019'a kadar.
    2-uçak biletleriyle ilgili bilgim yok.

  • polis kelepçe diyor kanım dondu. insan ambulans çağırır, acil müdahale eder birşey yapar. allah kahretsin sizi.

  • bugün iltifat ettiğim bir kadının bana söylediği söz. normalde zaten çok iddialı birisi değilim ama bir insana direkt böyle denmez ki. üzüldüm ulan , gerçekten bir an çok kötü hissettim.

    edit : askıntı olmadım asla. cok kibarca çıkma teklifi ettiğim kadinin tepkisi bu oldu. senden etkileniyorum vs cinsinden şeyler demiştim sanırım. bir anda zaten cok şaşkına uğradım. ozguveni yerle bir ediyor böyle tepkiler. normalde umursamaz birisiyim ama insan tipsiz , asiri çirkin hissediyor.

    uzun zaman sonrasında gelen edit : arkadaşlar başlık arada hortluyor bi şeyler eklemek isterim. olay gerçek. troll ya da cool story diyen komplo teorisyenleri oluyor. inanmayanlar için keşke ekran görüntüsü alsaydım . bu sözler sarf edildi maalesef . daha öncesinde de degistirmemin mümkün olmadığı fiziksel bir kusurumdan dolayi bu şekilde incitici yorumlara maruz kalmıştım. profilimde biraz gezinirseniz insanlardaki sahtelikten bıkmış, biraz realist biraz da sert fikirlere sahip bir insan olduğumu göreceksiniz. ben insanlara bir günde küsmedim.

    çıkma teklifi kısmına takılanlar olmuş. olayı yaşadığım gün epey üzgündüm. kafam epey dağınıktı. bi şeyler içme teklifi demek istedim yani. yazmaz olaydım çıkma teklifi mi kaldı diyip duruyorsunuz :)

  • sinemaya hastalık derecesinde aşık olan efsane yönetmen.

    1993 yılında new york times'ta, federico fellini'yi ve diğer bazı yabancı filmleri "zorlayıcı" olmakla eleştiren bir makale yayımlanır. martin scorsese de buna yanıt olarak kendilerine sağlam bir cevap mektubu gönderir.
    aşağıda mektubun orijinali ile beraber, tarafımdan türkçeye "çevrilmeye çalışılmış" halini de bulabilirsiniz.

    ny times'taki yazı
    scorsese'nin cevabı
    mektubu gördüğüm kaynak

    orijinali:

    "new york,
    19 nov 1993

    to the editor:

    'excuse me; ı must have missed part of the movie' (the week in review, 7 november) cites federico fellini as an example of a filmmaker whose style gets in the way of his storytelling and whose films, as a result, are not easily accessible to audiences. broadening that argument, it includes other artists: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john cage, alain resnais and andy warhol.

    ıt’s not the opinion ı find distressing, but the underlying attitude toward artistic expression that is different, difficult or demanding. was it necessary to publish this article only a few days after fellini’s death? ı feel it’s a dangerous attitude, limiting, intolerant. ıf this is the attitude toward fellini, one of the old masters, and the most accessible at that, imagine what chance new foreign films and filmmakers have in this country.

    ıt reminds me of a beer commercial that ran a while back. the commercial opened with a black and white parody of a foreign film—obviously a combination of fellini and bergman. two young men are watching it, puzzled, in a video store, while a female companion seems more interested. a title comes up: 'why do foreign films have to be so foreign?' the solution is to ignore the foreign film and rent an action-adventure tape, filled with explosions, much to the chagrin of the woman.
    ıt seems the commercial equates 'negative' associations between women and foreign films: weakness, complexity, tedium. ı like action-adventure films too. ı also like movies that tell a story, but is the american way the only way of telling stories?

    the issue here is not 'film theory' but cultural diversity and openness. diversity guarantees our cultural survival. when the world is fragmenting into groups of intolerance, ignorance and hatred, film is a powerful tool to knowledge and understanding. to our shame, your article was cited at length by the european press.

    the attitude that ı’ve been describing celebrates ignorance. ıt also unfortunately confirms the worst fears of european filmmakers.

    ıs this closed-mindedness something we want to pass along to future generations?

    ıf you accept the answer in the commercial, why not take it to its natural progression:

    why don’t they make movies like ours?
    why don’t they tell stories as we do?
    why don’t they dress as we do?
    why don’t they eat as we do?
    why don’t they talk as we do?
    why don’t they think as we do?
    why don’t they worship as we do?
    why don’t they look like us?

    ultimately, who will decide who 'we' are?

    —martin scorsese"

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    türkçesi:

    "new york,
    19 kasım 1993

    editöre:

    'affedersiniz; filmin bir kısmını kaçırmış olmalıyım' (inceleme haftası, 7 kasım) makalesinde tarzı, hikaye anlatıcılığının önüne geçen ve bunun sonucunda filmlerine izleyiciler tarafından kolayca erişilemeyen bir yönetmen olarak federico fellini örnek gösteriliyor. daha sonra bu argüman genişletilerek diğer sanatçılar da bu kapsama dahil ediliyor: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john kafes, alain resnais ve andy warhol.

    rahatsız edici bulduğum şey görüş değil. bu görüşün altında yatan; farklı, zor veya talepkar olan sanatsal ifadeye yönelik tutumdur. fellini'nin ölümünden sadece birkaç gün sonra bu makaleyi yayınlamak gerekli miydi? burada tehlikeli, sınırlayıcı ve hoşgörüsüz bir tavır olduğunu hissediyorum. eğer bu konuda en erişilebilir olan eski duayenlerden fellini'ye karşı takınılan tavır buysa, yeni yabancı filmlerin ve sinemacıların bu ülkede ne gibi bir şanslarının olduğunu bir düşünün.

    bu bana bir süre önce yayınlanmış olan bir bira reklamını hatırlatıyor. reklam, - açık bir şekilde fellini ve bergman'ın bir karışımı olan - yabancı bir filmin siyah beyaz bir parodisi ile açılıyor. iki genç adam bu filmi bir video dükkanında kafaları karışmış bir şekilde izliyorlar; bir kadın arkadaşları ise filme daha çok ilgi gösteriyor. sonra bir yazı çıkıyor: 'yabancı filmler neden bu kadar yabancı olmak zorunda?' cevap olarak, yabancı film görmezden geliniyor ve patlamalarla dolu bir aksiyon-macera filmi kiralanıyor ve kadın da buna üzülüyor.
    görünüşe göre reklam, kadınlar ve yabancı filmler arasındaki 'olumsuz' çağrışımları eşleştiriyor: zayıflık, karmaşıklık, bıkkınlık. aksiyon-macera filmlerini ben de severim. aynı zamanda bir hikaye anlatan filmleri de severim. ancak hikaye anlatmanın tek tarzı, amerikan tarzı mıdır?

    buradaki mesele 'film teorisi' değil, kültürel çeşitlilik ve açık fikirliliktir. çeşitlilik, kültürel varlığımızın hayatta kalmasını güvence altına alır. dünya hoşgörüsüzlük, cehalet ve nefret gruplarına bölünürken film, bilgi ve anlayış için güçlü bir araçtır. bizim ayıbımıza ki makaleniz avrupa basınında uzun uzun alıntılandı.

    tasvir ettiğim tavır, cehaleti yüceltiyor ve ne yazık ki aynı zamanda avrupalı sinemacıların en büyük korkularını da doğruluyor.

    bu dar fikirlilik gelecek nesillere aktarmak istediğimiz bir şey mi?

    eğer reklamdaki cevabı kabul ediyorsanız, bu bakış açısının doğal olarak geleceği noktayı da neden kabul etmeyesiniz:

    neden bizim gibi filmler yapmıyorlar?
    neden bizim gibi hikayeler anlatmıyorlar?
    neden bizim gibi giyinmiyorlar?
    neden bizim gibi yemiyorlar?
    neden bizim gibi konuşmuyorlar?
    neden bizim gibi düşünmüyorlar?
    neden bizim gibi ibadet etmiyorlar?
    neden bizim gibi görünmüyorlar?

    en nihayetinde, 'bizim' kim olduğumuza kim karar verecek?

    —martin scorsese"

  • bana entry sildiren, taraftarı olduğum kulüptür. son süreçte didier drogba ile alakalı yazdığım entry'leri sildim. sildim çünkü haksızmışım. tribünlerde hakikaten bahsedilen ırkçılığı yapan pislikler varmış ve benim taraftarı olduğum, çocukluğumdan beri desteklediğim kulübüm bu pislikler hakkında gerekeni yapmak yerine, türlü türlü sözde video/fotoğraf kanıtlarıyla bu adamları savunur duruma geçmiştir.

    benim kulübümün savunulacak bir yanı yok. yok çünkü yönetenler, 3-5 çapulcunun yaptığı pisliğin 106 yıllık bir tarihe leke sürmesine göz yummakla kalmayıp, bu lekeye alet olmuştur.

    tükürdüğümü yalıyorum arkadaş. didier drogba; sesli isyan ettin ya, helal olsun.

  • haber alma ve bilgiye ulaşma hakkım, bana sormadan ve iznim olmadan nasıl kısıtlanabiliyor ?

    önümüzdeki seçimlerde bir güvenlik tehdidi olsa, nasıl iletişim sağlanacak ?

    mesela 15 temmuzda da aynı engelleme yapılsaydı, halk nasıl direniş gösterecekti ?

    kapalı bir kutuda, merkezi bir odadan yönetiliyormuşum gibi hissettiriyor. kumanda odasındakiler, keyfine göre hareket ediyor.

    günümüzde telefonlar iletişim ve haberleşme aracı olarak kullanılıyor fakat cebinizdeki telefonlar, 1 dakika içerisinde tüm işlevini yitirebiliyor.

    bakın bu bir sorundur. hem de ciddi bir sorun. derhal bu uygulamaya son verilmeli, bu konuda farkındalık yaratılmalı.