hesabın var mı? giriş yap

  • dünyanın en geniş insanı. bundaki gam keder siklemez hava hiçbir insanda yok. ne derseniz deyin umurunda olmaz. saçları dökülmez. içine dert etmez. fena özeniyorum böyle insanlara.

  • "eski akp'li milletvekilinin über şoförü olması" şeklinde de yorumlanabilir. sokaktaki bazı salaklar balık hafızalı olabilir, ama biz değiliz.

  • başlığın tam hali "anne ve babanın 23 gün boyunca nusaybin'de sokağa çıkamaması" şeklinde olacaktı ama malum karakter sınırı.

    öncelikle, başlığı nasıl bir şekilde açacağımı bilemedim. anlam karmaşası yaratmış olabilirim. bunun için herkesten özür dilerim.

    umarım kimsenin anlamak zorunda kalmayacağı bir durum olarak kalır. umarım bunu anlamak zorunda kalmazsınız. umarım bu acıyı yaşamazsınız.

    23 koca gün!

    mardin valiliği tarafından nusaybin’de uygulanan sokağa çıkma yasağı 23. gününe girdi. bu süre zarfında anne ve babam evden çıkamadı. 23 gündür her allah'ın günü arayıp iyi olup olmadıklarını öğrenmeye çalışmaktan yoruldum. 23 gündür eve stokladıkları yiyeceklerle karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. bu sabah konuştum annemle, iyiymiş. yemekleri varmış yeterince. komşumuz şehir dışına göç etti. tavuklarını anneme bırakmış. "her gün 2-3 yumurta çıkıyor kahvaltıda onları yiyoruz" diyor bana.

    bizimkiler şehir dışına çıkamadı. fakiriz biz evet. sadece bir evimiz var. hayatları boyunca yaptıkları tek birikim o ev. yalan olmasın babamın bir de arabası var.

    annem kapatıyor telefonu sonra. annemle uzun konuşmayı sevmem. çünkü telefonda sürekli ağlıyor. dayanamıyorum sözlük. dayanamıyorum annemin ağlamasına. babamı arıyorum. "baba nasılsın?" diyorum.
    iyiyim oğlum, paran var mı?
    var babacım, siz nasılsınız? işyeri ne durumda. (23 gündür kapalı ulan. ne soruyorsun?)
    ...

    sonra o da kapatıyor. oturuyorum masaya birkaç sigara yakıyorum. ciğerim yanıyor. yapamıyorum.

    lütfen yeter artık. savaşınız yerin dibine batsın. benim için savaşıyorsanız, savaşmayın. istemiyorum savaş falan.

    çocukluğumun geçtiği sokaklar hendeklerle dolu. ilk aşkımın elinden tuttuğum yollarda el yapımı patlayıcılar var. yaşadığımız evlerde insanlar ölüyor. bir asker geliyor nusaybin'e. daha önce hiç görmediği sokaklarda canını veriyor... atanamadı diye sırf parasız kalmamak için polis olan bir abi ölüyor.

    neden? ne için? kimin için?

    edit: kardeş olmadığımızı ve inşallah ölmemiz gerektiğini söyleyen insanlar var. üzülerek okuyorum. orda polis abi yazmıştım halbuki. o da insan. ona üzüldüğümü nasıl göstereyim sana, göstersem de nasıl anlayacaksın ki zaten. annem ve babam 50 yaşında insanlar. siyasetle ne işleri olur? olsalar da ölmek zorunda değil mi? pisliksiniz.

    nusaybin'de kalan herkes terörist değil mi? anne ve babam da öyle. tekrar söylüyorum. umarım bu durumu anlamak zorunda kalmazsınız.

  • ben bu kelimeden dolayı, türkçe adına uzun süre utandım. şimdi de o utandığım zamanlardan utanıyorum. şöyle ki;

    türkçe'yi çok başarılı, esnek, adaptasyon kabiliyetine sahip bir dil olarak görürüm. pek çok kalıp ve kelime de hoşuma gider. bunların bazıları, birebir ingilizce'ye çevrildiğinde çok hoş durabiliyor bana kalırsa. örneğin gurbet kelimesi. gariplik hali. ama bir o kadar da muğlak, yani bu bir durum mu yoksa bir yer mi? yoksa her ikisi de mi? hem garip dediğimiz zaman bizim anladığımız, arapça'dan da farklılaşabiliyor.

    "bu çok garip bir durumdu" ile "garibim namıma kerem diyorlar" dediğimizde farklı ancak bana kalırsa içinde bulunulan durumu çok başarılı yansıtan iki kelimeyle karşılaşabiliyoruz. "garip kaldım gurbet ellerde" cümlesini birebir ingilizce'ye çevirsek, "ı remained strange(r) in the lands of strangeness" gibi bir cümle elde edebiliriz mesela. bence hoş ama türkçe'dekinden farklı ve gereksiz uzun.

    ancak özlemek kelimesi, türkler gibi sözlü veya yazılı edebiyatlarının büyük oranını bu eylemin oluşturduğu bir millete ait olmasına rağmen bana hep zayıf gelmişti. bu konuda almanca'daki "du fehlst mir" veya yunanca'daki "mou leipeis" kalıplarını çok beğenirdim. iki sebepten ötürüydü bu beğeni. birincisi, birebir türkçe'ye çevirdiğimizde "bana eksiksin" gibi bir anlam taşımalarıydı ki şairane bulurdum. ikincisi ise, özlem duyulan kişinin cümlenin öznesi olmasının hoşuma gitmesiydi. yani bu özlem eylemi bana ait değil, aktif süje sensin ve sen bana eksiksin gibi. "i miss you" veya yine almanca "ich vermisse dich" hoşuma gitmezdi ama, zira içlerinde hep bir ıskalamak hali vardı.

    sonra bir gün kafama dank etti özlemek. sulamak, söylemek, tuzlamak gibi bir kuruluşu vardı bu eylemin. ama bu sefer, alıp da nesnenin veya tümlecin üzerine koyduğum şey su, söz veya tuz değildi. özdü.

    o zaman fark ettim, türkler birisini özlediğinde almanca, yunanca veya arapça gibi bir eksiklikten bahsetme ihtiyacı duymamışlardı. ya da ingilizce'de olduğu gibi, ateş edip de ıskalamış da değillerdi. türkler özlediğinde, özlerini, düşüncelerindeki insanın üzerine koyuyorlardı aslında. özlerinin bir parçasını, objenin üzerine bırakıyorlar ve bunun arayışını çekiyorlardı.

    "ben seni özlediğimde, mecbur kavuşmalıydım yoksa zaten senin üzerine dağıttığım özüme kavuşamayacaktım" gibiydi. bu kavuşma gerçekleşmeyecekse de özleri, özlenilen insan üzerinde başka yollarda gezinmeye devam edecekti.

    dilin oluştuğu zamanlarda farklı insan gruplarının atalarının, farklı anlamlar taşıyan kalıplar kullanması çok ilgimi çeker. ama merak ettiğim husus, bir ingiliz veya yunan acaba bir türk gibi özleyebiliyor mu? yoksa farklı hissiyatlara verdiğimiz ama sözlüklerde birbirinin karşılığı olarak yazdığımız kelimeler mi bunlar? ya da şu an tüm dünya halkları olarak aynı şekilde özlüyoruz ancak bir zamanlar her birimizin ataları için bu hisler birbirlerinden ifade ediliş biçimleri kadar farklı mıydı?

    neyse, özürlerimi kabul et özlemek. geç oldu biraz.

  • çalışma masanızda otururken 2-2,5m üstünüzde, tam da sizinle aynı hizada bir başkasının kabahatini yapıyor olması, üstüne üstlük bir de çalışırken kafanızın üstünde sifon çekilmesi ihtimalini ortadan kaldırdığını düşününce, belki de şükredilecektir.

  • aşk bitmeden ayrılanlar için:

    ayrıldıktan sonra ne onun canını yakmaya çalışın, ne de onun sizin canınızı yakmasına izin verin.

    ayrılık yeterince kötü- bir de çocukça oyunlara girişmeyin. haber almaya, haber göndermeye çalışmayın.

    büyük ihtimalle duyduklarınızın, gördüklerinizin yarısından çoğu, sizin canınızı yakmak için olacaktır.
    zira kendi canı da yanıyor.

    biraz zaman verin..kızgınlıklar zaman aşımına uğrarsa, daha nesnel bakarsınız her şeye.

    siz de olmadığınız gibi görünmeye çalışmayın, o'nun bir zamanlar ciğerinizi en iyi bilen kişi olduğunu unutmayın.
    acınızdan utanmayın. siz sevdiniz.

    size kazık atmışsa bile-zira acı çeken kişiler için sevdiceğin yaptığı her şey kazık gibi görünür- kin gütmeyin.
    büyüklük sizde kalsın.

    çirkin sözler etmeyin, kırmak insanca değildir. etrafa karşı da büyük büyük laflar etmeyin; çocukça görünüyor.
    asil davranın, acınızı yaşayın. son da size yakışır olsun.

    içinizden geliyorsa, oturup konuşmak için arayın. pişmansanız arayın. tekrar denemek için arayın. iletişim kurun bir şekilde.ne diyeceginden korkmayın, önemli olan sizin arama büyüklüğünü göstermeniz.

    dünyaya bir kere geliyoruz ve ömür dediğin mutlu anlardan ibaret.

    ama iş olsun diye aramayın. amacınızı, niyetinizi bilin, bildirin.

    sevgiline nasıl sahip çıkıyorsan, ayrıldıktan sonra da eski sevgiliye laf getirmeyin. yaşadıklarınıza sahip çıkın. ona gelen laf, size gelmiştir. döneklik etmeyin.

    efendi olun. artislik yapmayın.
    ----------------------

    taraflardan birinin aşkı bittiği için ayrılanlara:

    yukarda yazılanlardan aramak dışındakilerin hepsi geçerli.

    not: bir ayrılığın sorumlusunun hiç bir zaman tek kişi olmadığını unutmayın. insan dediğin hata yapar. affetmesen de, bil.

    bilmem ne kadar zaman sonra gelen edit: bu konuda tavsiyeye ihtiyac duymayacak, insanlarin tavsiye vermeye calismayacagi biri olun.