hesabın var mı? giriş yap

  • doğru söylüyor "sana ne?"
    bu işsiz güçsüz kadınların ortalık karıştırma makamı değil mi sınıf anneliği?
    sanki dünyanın ağası.
    aferin çocuk.

  • şu kötü günlerde biraz olsun bizi mutlu eden bir haber.

    "bir oy neyi değiştirir ki?" diyenlere gelsin. evet türkiye ve dünya bir anda çiçek böcek olmaz, bataklık tamamen kurumaz ama 25 tane dinci yurtta binlerce çocuğun ve gencin beyinlerinin iğdiş edilmesinin önüne geçebilir.

    ve her gün neden kuduz köpekler gibi trollerin imamoğlu'na, yavaş'a saldırdığını, saldırtıldığını da bize gösterir.

    düşünün bir de genel iktidar değişirse ve değiştiğinde neler neler olacak. bu sebeple başta kendimiz sonra da o bilmediğimiz, tanımadığımız çocuklar ve gençler için herkesin elinden gelen mücadeleyi devam ettirmesi gerek.

  • temel bilimlerde doktora yapiyorsaniz kesinlikle 3 farkli bakis acisiyla incelenmesi gereken bir konudur. ilki "turkiye'de doktora yapmak" ikincisi "amerika'da doktora yapmak" ve son olarak "avrupa'da doktora yapmak" seklindedir. her birinin avantajlari ve dezavantajlari olmakla beraber, konuyu detayli bir sekilde asagida inceleyelim.

    1. turkiye'de doktora yapmak: akademisyen olmak isteyen bir birey icin en dezavantajli olan doktora turu olup, 5-6 yilinizi heba etmekle sonuclanabilir. itilebilir, atilabilir ve satilabilirsiniz hocaniz ve universiteniz tarafindan bu 5-6 yillik surecte. ilk yapmaniz gereken is doktorada aldiginiz derslerden gecmek (7 tane ders) ve doktora yeterliliginizi vermektir. bu surec akademisyen olmak isteyen bireyin anasinin bellenmesinin 1. raundudur. ananiz bellemekle kalmaz, tami tamina 3 yilinizi heba edersiniz bu surecte. deney yapamaz ve bu baglamda da makale yayinlayamazsiniz bilimsel dergilerde. amaciniz sadece gerekli olan derslerden gecmek ve doktora yeterliliginizi vermektir. gerekli olan derslerden gecip doktora yeterliliginizi verdikten sonraki surec deneylerinize baslamak, 3 yil icerisinde gerekli olan deneylerinizi bitirmek ve gerekli sayida makale yayinlamaktir. aslinda kolay gibi gorulebilinen deneye baslama ve makale yayinlama surecleri akademisyen olmak isteyen bireyin anasinin bellendigi 2. raundtur. deneylerinize baslamak icin gerekli olan butceyi bulmak, paranizi akilli bir sekilde harcamak ve eldeki cihazlari iyi bir sekilde kullanmaniz gerekmektedir bu surecte. turkiye sartlarinda bu 3 yillik sureci dogru olarak kullanabilen, iyi deneyler yapabilen ve iyi makaleleri iyi dergilerde yayinlayabilen doktora ogrencileri turkiye'nin egitim kalitesi olarak ilk onunda-yirmisinde olan universitelerde doktora yapanlardir. digerleri 1 bilemedin 2 yayinla (dandik journallarda) doktorasini bitirir ite kaka. doktora bittikten sonra da hersey gunluk gulistanlik degildir. universitelere basvurursunuz yardimci docent olarak ancak genel itibari ile sonuc olumsuzdur eger saglam baglantilariniz yoksa. sonra kara kara dusunursunuz ne yapacagim diye. ya endustriye gececeksinizdir, ya da doktora sonrasi arastirmaci olarak bir projede calisacaksinizdir. genel itibariyle endustride calisan doktorali insan sayisi bir elin parmagini gecmez ve kendinizi doktora sonrasi arastirmaci olarak kendi ya da baska bir universitede bulabilirsiniz.

    2. amerika'da doktora yapmak: genel itibariyle turkiye'deki surecin hemen hemen aynisi isler. doktora suresi 5 yildir ve ilk 3 yilda doktora yeterliliginiz vermek ve gerekli olan derslerden gecmek zorundasinizdir. amerika'da yapilan doktoranin turkiye'de yapilan doktoradan temel farki, kaliteli journallarda kaliteli yayinlar yapabileceginiz gercegidir ve ortalama olarak 4-5 tane yayin cikarabilirsiniz doktora surecinizde. yayin sayinizin fazla olmasinin temel nedeni turkiye'de heba ettiginiz ilk 3 yilin burda heba edilmemesi, ekonomik ve teknolojik faktorlerdir. doktoraya basladiniz an deneylerinize baslar, gerekli makaleleri yazar ve bilimsel dergilerde yayinlarsiniz. mesakkatli bir surectir tabiki ancak amerika'dan doktora aldiginizda ve 3-4 tane yayininiz oldugunda turkiye'de kolaylikla universitelerde yardimci docent olarak pozisyon bulabilirsiniz. akil kari olan ise amerika'da doktoranizi bitirip turkiye'ye hemen donmemek, mumkunse baska universitelerde doktora sonrasi arastirmaci olarak kalarak yayin sayinizi arttirmak ya da endustriye gecis yapmaktir. doktora almis birinin amerika'da endustride calismasi turkiye'ye nazaran cok ama cok kolaydir. insanlar sizin bilim adami oldugunuz bilir ve bu nedenle deger verir. turkiye'de bu degerin zerresi yoktur sagmal inek arayan ozel sektorde. bu baglamda amerika'da doktora yapmak 5 yilinizi heba etmenize ancak kaliteli yayinlar cikarmaniza ve iyi bir bilim adami olmaniza vesile olur.

    3. avrupa'da doktora yapmak: en akilli olan eylemdir. doktora suresi genel itibariyle 3-3.5 yildir. doktora suresince alinan ders sayisi amerika'da ve turkiye'deki ders sayisindan cok az olup (4 derstir ortalama olarak) doktora yeterlilik sinavi yoktur. doktoraniza basladiginiz gunun ertesi deneylerinize baslar , temiz temiz deneylerinizi yapar, avrupa'nin degisik ulkelerine bazi deneylerinizi yapmak icin seyahat edebilir ve 3 yil icerisinde 4-5 tane iyi bilimsel dergide yayin yapabilirsiniz. ancak su da soylenmelidir ki bu olaylar gideceginiz avrupa ulkesine gore degisir. ingiltere, almanya, isvicre, isvec, danimarka, norvec (belki fransa) gibi ulkelerde surec hemen hemen bu sekildedir. doktoranizi aldiktan sonra doktora sonrasi arastirmaci olarak kendi universitenizde ya da avrupanin baska bir universitesinde posizyon bulmak kolaydir. eger iyi para kazanmak istyorsaniz hemen endustriye baliklama atlamalisinizdir. genel itibariyle iyi bir sirkette, iyi bir maasla kolaylikla is bulabilirsiniz.

    edit: imla

  • internette tesadüfen rastladığım gelmiş geçmiş en yaran video. bilen bilir edip cansever hastasıyımdır. bezik oynayan kadınlar şiirini ararken serra yılmaz'ın okuduğu bir video gördüm -kendisini severim- büyük bir zevkle tıkladım. sonra gülme krizim başladı. o müzik nedir abi? tamam ikinci yeni, uçuk kafalar, kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam, üvercinka falan da abi bu müzik dünyada herhangi bir insana hitap ediyorsa ben çok yanlış gelmişim.

    buyrun video

    youtube videosu

  • evde eski bir kitabın arasından düşen mektuptur. gece gece efsane yarmıştır hakkaten. okuma yazmayı söktüğüm yıllar çalışan anne-babanın çocuğu olarak onlara notlar mektuplar yazardım. neden yazdım bunu, olay ne, nolmuş hatırlamıyorum ama çocukluğumu sevesim geldi yeminle sözlük.

    http://i.hizliresim.com/vvddmj.jpg

  • srini pillay isimli bilimadamına göre mümkün olan olaydır. yapılan bir bilimsel deney, grup içindeki lider ve herhangi bir katılımcı arasındaki iletişim esnasındaki beyin aktivitesinin, katılımcı-katılımcı iletişimindeki beyin aktivitesine göre daha senkronize olduğunu gösteriyor. deney şu şekilde işliyor:

    içinde herhangi bir lider barındırmayan üç adet katılımcıdan oluşan 11 farklı denek grubu beyin aktivitelerinin monitör edilip karşılıklı konuşmaların kaydedildiği bir söyleşiye davet ediliyor. katılımcılardan şu konuyu tartışmaları isteniyor:

    "bir yolcu uçağı ıssız bir adaya düşüyor. kazadan sonra bir hamile kadın, bir mucit, bir doktor, bir astronot, bir çevrebilimci ve bir aylak adam olmak üzere altı kişi hayatta kalıyor. adada yalnızca bir kişiyi taşıyabilen bir balon var. sizce balona binip ıssız adayı terketmesi gereken kişi kim olmalı?"

    her katılımcıya önce kendi başına düşünebilmesi beş dakika, sonrasında düşündüklerini kendi grubuyla tartışabilmesi ikinci bir beş dakika veriliyor. tartışma sonrasında her gruptan alınan kararı açıklayacak bir lider seçilmesi isteniyor. deneyi gerçekleştirenler tartışmayı izlemekle kalmıyor, aynı zamanda katılımcaların iletişim yeteneklerini koordinasyon, aktif katılım, farklı perspektiften bakabilme yetileri ve sözlü&sözsüz iletişim gibi kriterlere göre değerlendiriyorlar.

    üç katılımcıdan oluşan gruplardaki her farklı ikilinin birbiriyle oluşturduğu beyin senkronizasyonu inceleniyor. beyin dalgalarının frekans sıklığını ve ölçeğini, ikili katılımcıların beyinlerinin ne kadar senkronize olduğuna karar veren etmenler olarak baz alıyorlar. yani gruplardaki diğer iki kişiyle beyin uyumu en iyi olan kişinin kendi grubu tarafından lider seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor.

    deney beklenilen sonucu veriyor. deneyi hazırlayan kişilerin ilgili verilere göre lider seçilmesini öngürdüğü 11 katılımcının 9'u kendi grubu tarafından lider seçiliyor.

    grubun lideri ve katılımcısı kendi aralarında konuşurken oluşan sinirsel senkronizasyon diğer iki katılımcının kendi aralarında konuşurken elde ettiği sinirsel senkronizasyondan kat kat üstün oluyor.

    araştırmacılar, bu tarz uyum datalarına bakarak ortamdaki lideri tahmin etmenin yalnızca 23 saniye sürdüğünü görüyorlar. konuşan kişinin beyin senkronizasyonu o kişinin lider olup olmadığını açıkça ortaya koyuyor. fakat ne liderler ne de katılımcılar beyinleri arasında gerçekleşen uyumun farkındalar; çünkü bu uyum tamamı ile biyoljik seviyede gerçekleşiyor. ayrıca bu uyum yalnızca sözlü iletişim olduğunda vuku buluyor, bedensel bir iletişim ile böyle bir senkronizasyonun yakalanması söz konusu değil.

    küçük çaplı deneyde bu kadar başarılı sonuçlar çıkaran bir deney acaba siyaset sahnesine ilk defa çıkmış adaylar üzerinde nasıl bir sonuç verirdi; işte orası meçhul.

  • ingilizceyi 10. sınıfta eşekler gibi kendim çalışıp öğrenip 12. sınıfta toefl'dan 106 aldım, o yüzden bu konuda açıklayıcı bir yorum yapabileceğimi düşünüyorum.

    8. sınıfa kadar devlet okulunda okudum. bir tane ingilizce öğretmenim vardı 4. ve 5. sınıfta, dünya tatlısıydı. ama en fazla öğretebildiği şey çatlak patlak bir present tense'ti. dersi çok seviyordum, tahtaya bakıp "bunun sayesinde bir gün yabancılarla konuşabilirim" diye hayal kuruyordum. ama gelin görün ki sınıfım 40 kişiydi. bir derste defterime yazdığım en kompleks bilgi "does mary have a bicycle?" "yes, mary has a bicycle. / no, mary does not have a bicycle." idi.

    sonra bu tatlı kadın gitti, yerine kolejli bir ingilizce öğretmeni geldi. telaffuzu süper, bilgisi süper ama bir egosu var ki anlatamam. sınıfım gecekonduda yaşayan, babası kapıcı olan, hatta çocuk esirgemeden gelen çocuklarla doluyken bu kadın bize haftada iki gün kolejindeki öğrencilerin nasıl iyi öğrendiğini, bizim iki kelimeyi bir araya getirip cümle bile kuramadığımızı anlatırdı. kitap özetleri hazırlatırdı, beğenmezdi. sınıfta bir keresinde özeti anlattırmak için beni tahtaya kaldırdı, "ingilizce anlat bakalım hikayede ne oluyor" dedi. boğazım nasıl kurudu, dizlerim nasıl titriyor. ki ben normalde derslerde en öne oturup her soruya el kaldıran bir öğrenciydim (hala öyleyim) ama o gün konuşamadım. sonra bir de telaffuzum kötü diye azar yedim. bizim yaşımızdaki kolej öğrencileri şu an roman okuyormuş, bizden bir şey olmazmış. hala unutamuyorum.

    8. sınıfta gittiğim özel okulda ingilizce dersleri iptal oldu, test çözdük. lisem özeldi, haftada 10 saat derslerde tamamen ingilizce konuşmaya başladık ilk kez. sınıf arkadaşlarımın hepsi şakır şakır, ben kekeliyorum, ellerim terliyor. çünkü pratiğim yok arkadaşım, pratik yapacak kaynağım, kaynak bulacak bilgim bile yok. öğrenmek istiyorum ama ileriye gidemiyorum.

    sonra bir gün, birinin ingilizcemle alay etmesi üzerine "yeter lan öyle bir ingilizce öğrenecem ki hepsinden iyi konuşacam" diye hırs yaptım. o sene de harry potter ve ölüm yadigarları çıkmıştı. onun ingilizcesini dünya para verip aldım, anlamadığım bütün kelimeleri tek tek yazıp öğrenmeye çalıştım. günde 3 sayfa okuyabildim. ama içimde artık o kadar birikmiş ki sürekli elimde olmayan bir durumdan dolayı aşağılanmak, bu çileye 1 sene boyunca devam ettim. şu an ise yeni tanıştığım insanların "ingilizcen çok iyi, kaç senedir amerika'da yaşıyorsun?" diye sorduğu bir seviyedeyim.

    ama ben bu noktaya, hırslı olduğum için gelebildim. o kolejli ingilizceci bizi derste her fırsatt aşağılarken "bir gün göreceksin" diye düşündüğüm için geldim. benim yaşadıklarımı yaşayan diğer çocukları, cesaretleri kırıldığı ve bir daha ingilizce öğrenmek istemedikleri, yabancı dili bıraktıkları için hiç suçlayamam.

    evet, sorun müfredatta. ama aynı zamanda da öğretmenlerde. bölümünü bitiren herkes öğretmen olabiliyor ama devlet okullarında doğru düzgün eğitimci yok. öğrenciye şefkat, anlayış, iyi niyet diye bir şey yok. mutsuz hayatlarının, doğru düzgün maaş ödemeyen işlerinin acısını 30-40 tane gariban çocuktan çıkaran memurlar var sadece sınıfta. materyal müfredat imkanlar artsa bile bunları tutkuyla, ilgiyle aktaracak öğretmen bulamazsanız hiçbir eğitim reformu bir boka yaramaz.

  • gözlerim çok güzeldir.

    gerçekten güzeldir. babam karaçaydı. kendi gözleri kahverengiydi ama genetik mirasını bana ve kızkardeşime devretmişti rahmetli. şimdi beyazından çok mavisi olan oyuncak bebek gözleri gibi gözlerim var. gözlerimi o kadar çok severim ki hayatta çok çok istediğim bir şey olursa şöyle derim ekseriyetle: "bunun için gözlerimin rengini bile verebilirim."

    uzun ve düzgün bacaklar bunlardan biridir mesela... ya da iri göğüsler... ya da elmacık kemikleri ve çıkık bir çene... pürüzsüz bir ten... bembeyaz inci gibi dizilmiş dişler...

    güzel olmadığımın farkındayım ve bu değiştirebileceğim bir şey değil. 34 yaşındayım. boyum 153 cm. 42 kiloyum. bu, kalabalıkların içinde kaynayıp gidecek varlığı istesem de geliştiremem. elbette bir kaç operasyonla elmacık kemiklerimi ve çenemi doldurtabilir, dişlerimi yaptırabilir, göğüslerimi büyütebilirim. ve size bir şey söyleyeyim mi, çok da güzel olurum o zaman... ama içime sindiremem. çünkü onca operasyonu yaptırdıktan sonra herkes güzelleşir zaten. birbirimizin kopyası androidler olarak geziniriz ortada. ayrıca her ne kadar zaman zaman canımı sıksa da sırf güzel olmak için bunca acıya katlanmayı da gururuma yediremem açıkçası...

    off ne bileyim...

    güzel değilim ben, 0-5 yaş dönemini saymazsanız da hiç bir zaman güzel olmadım... muhtemelen hiçbir zaman da olamayacağım. ama bunun bilincinde olmak beni "olgun" ya da "akıllı" yapmıyor. sadece daha mutsuz yapıyor. çünkü eğitimi, kültürü, sosyal statüsü ne olursa olsun, kadın dediğin güzel olduğunu düşünmek istiyor. ve bir kez güzel olmadığınızı anladığınızda artık dönüşü olmuyor. bildiğiniz bir şeyi silemiyorsunuz...

    güzel olmayan ve bunun farkında olan kadın hayata biraz kırgındır... yani, ben öyleyim en azından...