hesabın var mı? giriş yap

  • "danaya bile 7 kişinin girdiği memlekette internete 2 kişi giremeyecek miyiz?" diye sorgulatmış saçmalık.

  • muhtemelen ıstırapların en büyüğünü çeken kızdır. sen o kadar süslen şıkır şıkır giyin bavul gibi çantanı da koluna tak, hatta elindeki o cep telefonuyla arkadaşınla kafa kafaya verip bir sürü fotoğraf çek, sonunda "ablacım ışığı geçene kadar bi çökebilir miyiz sana zahmet" diye şöförün talimatıyla "emmi oturuşu" yap. nerde o havaların? nerde o karizman? yakıştı mı a gül yüzlüm!! bmwli sevgiliden cam kenarında sıçar pozisyonda şöförün "tamam" demesini bekliyorsun. hayatın sümsüğü en şiddetli haliyle kafana kafana iniyor.... oh olsun!

  • nefis bir film. izah edelim.

    ---------spoiler içeriyor-----------

    filmin kare ası nefis oyunlar vermiş. iyi yönetmenlerin elinde ortalama oyunculuğu olan yakışıklı aktörlerin bile ne kadar nefis oyunlar verebileceğinin kanıtı chris pine koca kafasıdır. ikili eşleşmelerle 4 aktör üstünden yürüyor film ve dört aktör de harika oyunlar veriyor. sizlerin oyunculuktan anladığı ne bilmiyorum ama ben durum, atmosfer-dramatik gerilime uygun nefis kompozisyonlar gördüm. her biri kendi karakterini ince donelerle üstlenen, rol çalmayan, kendi alanını karakterin özgünlüğü ve derinliğiyle yaratan gösterişsiz, ağdasız, minimal ve bir o kadar büyük oyunlar.

    film için doğal ve gerekli yaklaşım sistem, sistemin belkemiği olan bankacılık, mortgage sistemi, elbet 2008 amerika çıkışlı küresel krizin yarattığ etkilere odaklı bir eleştiri. nitekim tüm bunları ziyadesiyle barındırıyor film. ama filmin yaptığı başka bir şey var ki ben buna iyi, nitelikli yönetmen dokunuşu diyorum.

    filmin senaryosu yüzeyde ziyadesiyle tanıdık ve hatta klişe bir senaryo. ama yönetmenin kamerasını gezdirdiği zamansal ve uzamsal bağlamlar ince ince çizilen bir kır portresi gibi dikkatli izleyicinin içine işliyor. acele etmeden, tempoyu doğru ayarlayarak, karakterlerin ve özellikle amerikan kırsalının da biyografisini yazıyor yönetmen david mackenzie kamerasıyla. en önemlisi eleştiriyi bağıra çağıra, kör gözüne bir sinemasal çiğlikle aktarmıyor peliküle.

    sinemada görüntü ve senaryo birliği üzerine bir tür ders niteliğinde film. ama özel olarak yaptığı şey aslında görünen sistem eleştirisinin ardında ''büyük amerikan ulusu'' mitinin köklerine dönük bir sorgulama. bu durumu ulus-millet kimliğini biraraya getiren etnik temizlik gibi günahları ve tektipçi faşizan ülkünün yarattığı tarihsel perspektifi yineleyerek ve bugüne özel bir estetik mizanpajla taşıyor perdeye mackenzie.

    tarihin izdüşümünü bugüne ait bir hikayenin göbeğine taşıyor. ve çerçevesini western janrıyla (elbet bilinçli bir tercih olarak) imlerken bu fona en uygun eyalet teksas eyaletini seçiyor. burada tarihsel gerçeğe dönük iki bağlam var. birincisi ''vahşi batı'' ifadesiyle bir tür sabit bilinçaltı gerçeği ve elbet somut tarihsel bir gerçeklik olarak vahşi batı denen bölgenin amerika'nın seyrek yerleşimli uzak batı bölgelerini tanımlayan bir ifade olması. bu durum da doğal olarak şiddete yakınsayan bir toplumun portresini daha gerçekçi çizerken, mitlerin kökenine dönük ''gizli metafor'' seçeneğini çerçevesine ustaca yerleştiren olgun bir anlatıma kavuşmasına neden oluyor filmin.

    böylelikle yeni ve modern dünyanın uzak batılı ''yeni yerlileri'' de nefis bir şekilde tanımlanmış oluyor. bunlar kabaca amerikan tarihi bilen herkesin anlayacağı şeyler. hatta tarih okumadan filmlerden bile öğrenebilirsiniz. abd'nin farklı etnik kökenlere ait insanlardan bir ulus- ülke- devlet yaratma çabasının en büyük kurbanı kızılderililer. etnik katliamlar, işkenceler, sürgünler, zoraki göçler, asimilasyon politikaları derken çirkin, barbar, her yerinden irinler akan boktan bir tarihsel gerçek var orada.

    işte mackenzie'de iyi bir yönetmen olarak bu ulus kimliğe sahip beyaz amerikalıların ''beyaz yerlilere'' evrilişinin hikayesini bir tür global, küresel sermaye (bankalar, şirketler ve devletler) savaşımıyla, değişen savaşın ve savaş şartlarının modern bireyin geçmişe, atalarına, köklerine uzanan saç ayaklarıyla genişletiyor. beyaz adamın bir zamanlar zorbalık ve cinayetle sömürdüğü, yok ettiği, katlettiği kızılderililerin yerine şimdinin sözde ulus-kimlik sahibi beyaz adamı koyup, onun yaşadığı zulme işaret ediyor senaryosuyla. vahşi batı mizanpajını oluşturan kadrajına oturttugu beyaz amerikalıların çürük ve kirli gecmişinin günümüze uzanan izlerini sürerken vahşi batı'da hiçbir şeyin değişmediğini, değişen tek şeyin şiddete meyyal eden at üstündeki yerel haydutların artık kurumsal bir kimlik ve aidiyet duygusuyla (bankalar, vergi daireleri, petrol, devletler, çok uluslu şirketler vs) işlerini sürdüren küresel, takım elbiseli, üniformalı haydutlara dönüştüğünü , mermi, silah ve fiziksel şiddetin yerini bankaların, faizlerin, kredilerin, petrol kuyularının, vergi dairelerinin aldığını imliyor ustaca.

    üstelik yeni dünyanın vahşi batılıları artık kızılderililer değil. artık sisteme, devlete borcu olan her beyaz adam kızılderili çünkü.

    burada yine miti tersine çeviriyor ustalıkla mackenzie. merkeze alıp, suçlu konumuna yerleştirdiği hikayenin anti-kahramanı olan iki kardeş aslında bu sistem içerisinde en günahsız ve masum kişiler. ama yönetmen onları aklayan ya da romantize eden bir yaklaşımla vurgulamıyor bu durumu. senaryonun merkezinde soygun yaparak hayatta kalma çalışan iki kardeşin romantik hikayesini başaşağı ederek, onların kötülüğüne sebep olan şeylerin, sistemin altını çizerken karşılarına silah kuşanmış somut fallik bir kötülük, kötüler, objeler koymuyor. kurum ya da kurumların insanlar üstünde büyüyen ürkütücü karanlık gölgesini kızgın güneşin, tozun, sarının her türlü tonunun can yaktğı bir aydınlık içerisinde resmediyor. aydınlığın üstünde büyüyen karanlığın biçimsel ironisini de böylelikle filmine yedirmiş oluyor. hikayenin kötü adamı, kötülüğün somutlaştığı fiziksel bir eylem ya da evren yok filmde ki filmin en büyük başarısı da burada. karakterlerin eylem motivasyonuna dönük böyle güçlü bir anlatı oluştururken onları bu motivasyona hazırlayan durumu, kişileri, kötüleri göstermeden seyirciyi onların hikayesine inanırmak, ortak etmek her yönetmenin harcı değil.

    western janrının gereği olarak en yüksek silahlanma oranına sahip teksas eyaletinde gönüllü koruyucuların, halkın banka soyguncuları için sürek avı başlatması janrın en önemli mitlerinden biri. nitekim burada da yerel halk sözde halkın refahı ve en önemlisi devletin bekası için iki kardeşın peşine düşüyor. tıpkı western filmleride olduğu gibi kasabanın ortasında şiddetin kol gezdiği bir mermi kıyameti kopuyor.

    üstelik bir zamanların kızılderilileri çoktan asimile olup düzene adapte olmuş. hatta ve hatta kanun koyucu olup beyaz adamın zulmetini kuşanıp onlardan olmak için diğerlerine göre daha fazla çabalamış.

    en nihayetinde kızılderililer, rangerler, şerifler, öfkeli beyaz adamlar, kanun koyucular, bankalar, petrol şirketleri derken western formuyla günümüze taşınan arkaik hikaye geçmiş ve bugün arasında nefis bir koşutluk kuruyor.

    özellikle kahramanın baht dönüşüyle kendine sağladığı petrole dayalı kurtuluş abartılıl bir ironi olarak seyircinin gözüne sokulan tek şey. zaten bunu da bilinçli bir şekilde yapıyor yönetmen. üstelik kardeşlerden suça meyli olanı (sırf bu romantizmin tuzağına düşmemek adına), karakterin kökenine dönük bir tür nedensiz şiddet, bir tür fiziksel şiddet üreterek kendini gerçek ve sabit kılma eylemiyle örtüşürüyor finale doğru ve mutlak sonunu hazırlıyor. belki böyle yaparak sistemin insanlar üstündeki etkisini daha güçlü bir şekilde sabitliyor yönetmen. kimseyi aklamadığı gibi kimseyi de cezalandırmıyor böylelikle.

    zira çok bilinen bir gerçek olarak bazı insaların kendini ifade etme biçimidir şiddet. ama bunu yaratan şartları görmezden gelerek bu durum hakkında söz etmek çok bilmişlikten öteye geçmez. neyse ki mackenzie bu tuzağa düşmüyor ve her karaktere gereğince yer açıp tarafsız bir şekilde karakterlerin hikayelerine konuk ediyor izleyicisini.

    nihayetinde geleneğini keskin çizgilerle ayrılmış iyi-kötü çatışması üstüne kurmuş bir sinema sektörünün somut kötüler olmadan bu denli geniş tabanlı bir eleştiri düzlemini kurması önemli bir iş.klasik, tanıdık bir hikayeyin hem sinemasal, hem tarihsel, hem kültürel mitlerini kökenlere sadık kalarak bugüne dönük bir orjinallik içersinde incelikle işlemek bir bakıma kolay gibi görünen zorluğun üstünden gelmek filmin en büyük meziyeti ve her yönetmenin harcı değil.

    david mackenzie gibi benim için rüştünü çoktan ispat etmiş bir yönetmenin olgunluk çağının ilk filmi olarak hell or high water bu senenin açık ara en iyi 3-5 filminden biri. mutlaka görün.

  • beşiktaş başkanı ahmet nur çebi'nin itirafı.

    demiş ki;

    "200 milyon tl'lik vergi borçlarını 16 milyon tl'ye indirdik." git-gel ankara... yalvardık, yakardık. allah yapanlardan da razı olsun. çoğu da beşiktaşlı dostlarımızdır."

    https://twitter.com/…zun/status/1530536333848059905

    bir türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak bu kepazeliğe vesile olan, uygulayan, o parayı çatır çatır yiyen herkese haram olsun o para.

    sadece beddua değil, vatandaş olarak yasal yollar da neyse gerekenin yapılması için herkes adım atmalı.

    bu işin takım rengi ile vs'siyle alakası yok.

    devlet, vatandaşın cebindeki parayı vatandaşından habersiz şekilde alıp milyar dolar borcu olan kulübün borcunu indiremez kardeşim.

    beşiktaş, galatasaray, trabzonspor, fenerbahçe, o, bu, şu fark etmez.

    millet kirasını ödemek için, yemek için para bulamıyor ama milyar dolarlıklık şirketlere parasını hibe edecek öyle mi?

    lan siz kimsiniz de 80 milyon vatandaşın cebindeki parayı kafanıza göre şirketlere vergi indirimi olarak dağıtabiliyorsunuz?

    ben vergimi 2-3 ay ödemeyemediğimde devlet evime haciz gönderiyor. öğrenci çektiği krediyi ödeyemediğinde devlet maaşına haciz koyuyor.

    ama aynı devlet milyar dolarlık şirketler ferahlasın, yayıla yayıla daha çok borçlansın diye elini 80 milyon vatandaşın cebine atıp oradaki parayı bu milyar dolarlık şirketlerin kasasına koyuyor?

    lan siz kimsiniz ya?

    kimsiniz kardeşim kimsiniz?

    kahvede çay ısmarlar gibi milletin yüz milyonlarca tl'sini alıp nasıl

    "tamam hadi iyisin senin 184 milyon tl borcunu sildim birader, ben de beşiktaşlıyım zaten"

    diyebiliyorsunuz?

    bu cüret, genişlik hali, "zaten kimseye de hesap vermiyoruz" rahatlığı nereden geliyor?

  • ulan madem müdahale edeceksin neden faiz düşürüyorsun, madem yüksek kur istiyorsun neden müdahale ediyorsun? ne yaptığını bilmeyen, liyakatsiz adamların elinde oyuncak olmuş bir para birimi ve sefil bir halk.