hesabın var mı? giriş yap

  • suriyeli bedeviler kadar olamayıp, sahilde nargile keyfi yapmak varken, ülkelerini müdafaa ederken katledilen kahraman askerlerdir. ruhları şad olsun!

  • "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey."

    son dönemlerinde cem yılmaz'ın yaptığı işleri daha başarılı bulan ve böyle devam etmesini isteyen birisi olarak bu filmi de çok iyi buldum.

    cem yılmaz'ın son 10 yıldır -komedi dışında kalan- işlerinde tam bi şener şen - kemal sunal son dönemi tadı alıyorum. iki ustanın da son dönem projelerinde genelin aksine daha ciddi, biraz daha alışılmışın dışında ve kaygısı daha bol filmler gördük. elbette her filmlerinde çok farklı unsurlar vardı ama son dönemleri daha bi başkaydı.
    işte cem yılmaz'ın da son dönem filmleri tam olarak böyle: sanatıyla da, tarzıyla da, içeriği ve emeğiyle de bambaşka bi tat ve çaba var. haliyle yeni jenerasyon bunu sevmiyor, eski jenerasyondan da cem yılmaz'ı komediyle kodlayan insanlar sevmiyor. bence cem yılmaz da tüm bu duruma tepki olarak istediği işleri yapıyor ve bence en iyisi de böyle yapması.

    gelelim filme:

    --- do not disturb ---

    oyuncular

    filmin en önemli öğesi çok iyi bi oyuncu ksdrosu olması. bi kere celal kadri kınoğlu gibi bi tiyatorucunun orada olması, en başta benim gibi tatlı hayat fanatiklerini ayrıca mutlu etmiştir. koskoca celal hocayı oraya indirgemiş olmayayım, ekstra mutluluk olarak söyledim.

    bülent şakrak son iki cem yılmaz projesinde de çok iyi ama bu filmde ayrı bi iyiydi bence.

    özge özberk yine çok çok iyiydi.

    ahsen eroğlu'nun karaktere uyumu çok iyiydi, hissi de çok iyi yansıtmış.

    diğer oyuncular da hikayenin içinde çok başarılıydı.

    hikaye

    ayzek'in üzerinde yazılan cehaletin kabusu serisinin devamıydı bu hikaye. esasında iyi olduğu düşündüğümüz ve aslında öyle de olan insanların sevilememek karşısındaki çaresizliğini geçen filmden daha net hissettik.
    mesela çok değersiz görünen bi tipbox detayı var; otel sahibinin "10-20 bi şeyler gelir, ister çal ister oraya koy. artık kavga mı ediyorsunuz, aranızda anlaşıyor musunuz ben bilmem." diye devam ettiği bi durum var. onca kaosun içinde sorum olmayan tek şey paraydı çünkü ortak problemin parayla hiç alakası olmadı.

    seyirciyi geçen filmde de olduğu gibi ayzek'in iyi mi yoksa kötü mu olduğu konusunda ikilemde bırakan anlar yarattmış cem yılmaz. oysa o ikilemlerin tek sebebi ayzek'in çok biz olması. kendini bi yerlerde konumlandırmak, kolayca mutlu olabilmek ve diğer insanlar tarafından önemsenmek için uydurulan onca saçmalık. ayzek'in "sucuk yemenin nesi kötü olabilir, biz 30 sene önce ailece kahvaltıda 1 kilo börek yiyen insanlardık hiç de sorun olmuyordu?" derken bile biraz tereddüt, biraz soru işareti taşıması işte. tüm mevzu insanın o çaresiz arayışındaki 'acaba' noktası. ayzek'in o çaresizliğini yaratan cehalet, en korkunç aksiyonlarını da yaratıyor.

    bu muhteşem tespitleri izlerken komuya dahil olan suhal, davut, saniye ve bahtiyar karakterleri de hikayeyi ve anlatımı güçlendiriyor. aslında tek derdi sevilmek olan onca insanın farklı görünen eksiklikleri ve toplumda ön plana çıkmalarını sağlayan artıları, günün sonunda aynı insana dönüşüyor. yine de cem yılmaz'ı sevdiğim nokta; tüm bu keşmekeşi bi sinema filminde bize anlatırken konuyu karikatürize etmelten kaçınıyor. yani bahtiyar'ın günün sonunda ayzek'i "vay be ayzek, asıl bilge senmişsin :))" diye pohpohladığı bi saçmalıl yerine kafasını bi saniye omzuna koyduğu basit bi gerçeklik izliyoruz. zaten ayzek'in "bi teşekkür yeter işte..." dediği kadının bi sahne sonra onu aşağılaması da bu gerçekliğin tam da karşılığı.

    sinematografi

    elbette kusursuz değil ama ben dekorundan mekan kullanımına kadar çok başarılı buldum. film bize 1 sokak ve uzun bi geceyi yıllarca sürmüş bi hikaye gibi anlatabiliyor. bunu yapmanın en iyi yolu karakterleri doğru yazmak kadar sahneleri de doğru kurgulamaktan geçiyor. örneğin ayzek'in eczanenin orda bıçaklandığı andan otele döndüğü süreye kadar geçen süredeki sinematografi bile mekanın derinliği anlamında çok önemliydi.

    filmdeki renk paletlerini de beğendim. bilhassa çoğunlukla iç mekan ve gece çekimleri olan bi film için çok doğru ve tatmin edici olmuş.

    diyaloglar

    buna ayrı bi başlık açmayacaktım ama düşündükçe aklımda çok fazla şey kaldığını fark ettim.

    en başta bahtiyar'ın sahneleri senaryo açısındam gerçekten edebi değeri olan bölümler içeriyor. hem abartmayan hem de filmi dolduran çok fazla diyalog vardı özellikle bahtiyar'ın sahnelerinde.
    filmde de vurguladığı gibi genel olarak popüler kültür ve giderek artan bu birey olmak saçmalığına çok doğru vurgular gördük. bilginin, öğrenmenin, emeğin değersizleştiği ve 'googlelamak' gibi bi denkliğe layık görüldüğü korkunç bi çağ. günün sonunda ayzek'in bahtiyar'la mücadele etmenin anlamsızlığını anlayıp pes ettiği ve pembe g*t diye son çırpınışını yaptığı an.

    hepsinin ötesinde sevmeye dair konuştukları bölümü çok etkileyici buldum. esasında hepimizin kolayca ikna olduğu ve normalleştirdiği gibi: şiirleri, romanları, film ve şarkıları alıp aşkı ve dahi en kuvvetli nice duyguyu basitçe tanımlamak gafleti. davut'un belki de çoğumuzca desteklenesi o delicesine sevmesinin neyi işaret ettiği, neydi ne oldu noktası. işte hepsinin bağlandığı yer kendimizi fazla önemsediğimiz, gerçekten önemli olanlardan arta kalanlarla ördüğümüz o yıkılası duvar. oysa ayzek'in dakikalarca savaştığı bahtiyar'a "madem ben bu seviyedeyim beni de çek çıkar kendi seviyene!" diyerek ağlaması. nerde kaldı van gogh'un eserleri üzerinden alımtıladığımız aşk; kendi ürettiğimiz tek şey yalın bi kopya, övgüler ve en nihayetinde delicesine olmasıyla tanımlayıp övündüğümüz bi aşk.

    --- do not disturb ---

    valla yazsam daha da yazarım, ben yazdıkça da çıkıp iki üç tipleme "yea şu iğrenç cem yılmaz filmine ne tespit kastın menakyim..." der. durduk yere sinir yapıp ayzek gibi atmiyim kendimi yerlerden yerlere.

    cem hocam; sen artık ustalık yolunda taşları diziyorsun. komedide zaten bayrağı olmaz yere diktin, arada yine yapacağını yaparsın. brnce bundan sonra bu yoldan devam et, yeni karakterler yeni hikayeler derken şaşırt bizi işte ne bileyim.

    bi de elin değmişken ve fırsat varken her şey çok güzel olacak için "belk bi orta metraj..." sözü etmiştin bi yerlerde, onu da en güzelinden yapıver be.

    not: "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey." lafını aşırı tuttum ve bu kesinlikle bi cem yılmaz lafı çünkü tam onun çalışkanlığıyla ilişkili bi laf ama yine de googleliycam bunu sen dur.

  • anneme alyans almak. beni ankara'da okutmak için alyansına kadar satmak zorunda kalmışlardı ailem maalesef, okulu bitirip stajyer avukat olarak ilk kazandığım maaşımla yaptığım ilk iş annemin alyansını almak oldu.

  • kapağa kanmayın. içerde acı var. şaheser şaheser şaheser! sen naptın nick cave nasıl bir dehasın ya! yaşıtın müzisyenler saçmalarken sen matemli halinle diskografine bir sanat eseri daha ekleyebiliyorsun! bazı şarkılarda ağladım. korkunç bir şey evlat kaybı, hem de o yaşta. acısı vokaline, enstrümantasyona her şeye yansımış. zor bir albüm. bir dinlemeyle notunu vermeyin. 10/10 hatta 11/10

  • gerçekten muharrem ince bunu demişse bu adama inananların, bu adamın peşinden yürüyenlerin oturup bir düşünmesi gerekiyor.

    mitinglerinde belirli anahtar kelimleri söyleyerek bilimsel görünmeye çalışıyor. ama hiçbir alt yapısı yokken komik duruma düşüyor. kendini her geçen gün rezil ediyor.

    edit: bazı eklemeler yapma gereği duydum.

    bu adam bir ay öncesine kadar akp'lilerden oy alabilecek durumdaydı, millet ittifakı için de şu anki kadar olumsuz şeyler söylemiyordu. hatta ikinci tura kk kalması durumunda kk'yı destekleyeceğini de söylüyordu.

    şimdiyse kitlesine sürekli millet ittifakının pkk'yla işbirliği içinde olduğu mesajını veriyor. 6'lı masaya 7'li masa diyor. bu adam 2. tura kalmayacağını kendisi de biliyor ve tek yaptığı millet ittifakına zarar vermek.

    2. tura kk kaldığında, ince kk'ya oy toplamak isterse kitlesi "sen daha geçen bu adama pkk'li dedin diye biz seni destekliyorduk, şimdi biz bu adama nasıl oy verelim?" diye soracaklar. ince bunu bilmeyecek kadar aptal değil. o yüzden kk'ya oy isteyemeyecek. ve oluşturduğu kitle ya akp'ye oy verecek ya boykot edecek. ve nihayetinde seçimi akp kazanmış olacak.

    bu durumda aklımıza iki seçenek geliyor.

    1 - muharrem ince intikam ateşiyle yanıp tutuşmuş, hırsından ne dediğini bilmeyecek seviyeye gelmiş ve "ben kaybettim o da kaybetsin" fikriyle agresifleşmiş birisi.

    2 - muharrem ince ak partili.

    hangisine inanmak istediğinize siz karar verin.

  • bu sabah devam eden anlamsiz olay. saat sabahin koru ve imam efendi hutbeyi ayni ezan gibi tum mahalleye dinletiyor. 7 aylik kizimin uykusunun icine etti. kiz deli gibi agliyor. polise mi sikayet edeyim bekciye mi gideyim yoksa sen napiyosun haci diye camiye mi gideyim? ya ben hutbeyi dinlemek istesem zaten bayram namazina giderim. kimi nereye sikayet edecegiz bu ne dusuncesizliktir ya saat sabahin koru ya.

    namazi disarida kilanlar icin sesi disari veriyor diyenler olacaktir. kapasitesi yetmiyorsa fazla adam almayin arkadasim kimsenin colugu cocugu sabahin altisinda uyandirmaya hakki yok.

    edit: lokasyon istanbul kucukyali emek cami

    edit: sampiyonluk kutlamalarini, muzik sesini, eglenceyi ornek verenler olmus. sabah 06:00dan bahsediyoruz. ortamda cit sesi dahi yokken bas bas hutbe okumanin savunulacak hicbir nedeni olamaz. ayrica siyasal islamin bayrak salladigi bu gunlerde bunun toplum icinde yasamakla uzaktan yakindan alakasi yok bu bildigin islami showdur. tipki olur olmadik seylere sela okunmasi gibi.

  • işte ben buna tahammül edemiyorum arkadaş.

    gururuma dokunuyor
    oturduğum yerde terliyorum, elim ayağım titriyor, hırslanıyorum.

    bu nasıl bir cehalet,
    bu nasıl densizlik,
    bunlar nasıl insanlar birader.

    hayır bir iki örnek olsa diyeceğim ağzlarından kaçtı cahiller, konuşmayı bilmiyorlar.
    ne takla attırmaya çalışanı bitti, ne hasta genç kızın eline para sıkıştırmaları bitti, ne aşağılamaları bitti.

    "gözlerin görmüyor sana iş vermişiz" cümlesi hala havada yankılanıyor yeniden saçmalıyorsunuz.
    bir durun lan.

    bunların onurdan gurudan anladığı makamdır mevkidir.
    haysiyetinze tüküreyim emi.

    birinin çıkıp bu ağız ishali olmuş insanlara halkın efendileri olmadığını haykırması lazım artık. tüm devlet mercileri halkın ortak ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla halk tarafından finanse edilen mevkilerdir. o koltuklarda oturanların haddini bilmesi gerektiği aşikardır.

    bu halk tebaa değil, tiranlığınıza sokturtmayın.

  • kıskanıyorum paraların böyle kişilerde olmasını. futbolcuları, şarkıcıları ve hasan can kaya gibi bir mesleğe sahip olup da böyle para kaldıranları gördükçe çok kıskanıyorum. maddi manada bir üretim yok, insanlık hayrına bir şey yok. genel olarak o kadar boş ki, böyle boş şeylerin bu kadar para etmesi zoruma gidiyor. çok adaletsiz bu dünya.

  • ben o saatte işe gidip akşam 6’da da eve dönüyorum. ne hayatlar var be! siz kesin kahvaltıda portakal suyu içiyorsunuzdur.

    edit: yalnız olmadığımı bilmek güzel bir şey. hani ekşi burjuva mekanıydı? işçi sınıfı kendini direkt favlarıyla belli etti.

  • hello greece!

    i am from turkey! my name is mustafa, in other words, moustapha!

    i hope that pease may be in the world. like atatürk said. (he did not step over greek flagg)

    ok, no more mister nice guy... i have home in istanbul. (in other words, konstantine). if you like to try turkish food like imambayıldı (in other words, imambayıldıkis), you can contact me... i have big house near taksim. (30 km... it is beylikdüzü).

    thanks and kalimera!!!!!!!

    mustafa