hesabın var mı? giriş yap

  • polis bir yakınımdan direkt alıntı.

    "polis okulunu bitirdik bizi ilk istanbul aksaray'a verdiler. çevik kuvvet. bir gün aksaray'da bizim arkadaşların da takıldığı bir lokantaya girdim. yemeklerinin lezzetli olduğunu söylemişlerdi. kuru fasulye pilav istedim. garson getirdi ama atar gibi bıraktı tabakları önüme. yemekleri bu kadar güzel olan bir yerin personelinin bu kadar suratsız olması ilginçti tabi. neyse yemeğimi bitirip kasaya yöneldim. "abi elinize sağlık valla çok güzelmiş kurunuz" dedim. ve yirmi lira uzattım. adam bir paraya bir bana baktı. "memur bey şaka mı yapıyorsun?" dedi. ben kuru fasulyesini övdüğüme diyor sandım. "hayır dedim valla çok güzel de pek ilgilenen olmadı masayla..." dedim şikayetimi de bildirdim. kasadaki adam altın bulmuş gibiydi. birden "abi allah senden razı olsun be. burada polisler her gün yerler de para veren pek olmazdı. elemanın davranışları için de özür dilerim. o da bu durumdan dolayı böyle davranmıştır. çok özür dilerim" dedi. ben de paramın üstünü alıp çıktım ama çok da şaşırdım. allah haram yemekten korusun bizi ne diyeyim"

  • bbc reklamsız olarak yayın yaptığı için kesilen vergidir. türkiye'de trt hem reklam alır hem de vergi alır. yine de maçlarda bir senkronu bile tutturamazlar. zaten maç dışında da izlenmez.

  • şike yaptığı ortaya çıktığı sezon fenerbahçe puan silme cezası alırsa yarıştan kopmasın diye 34 lig maçında alınan puanlar yarım sayılıp, sene sonunda ekstradan 6 maç yaptırıldı. sonrasında bu ligde bir daha play-off oynandı mı? hayır.

    2011-2012 sezonunun ortasında etik kurulunun demirören tarafından ayar çekilmiş hali bile "şike yoktur" diyemeyince, küme düşme olmasın diye 58. madde bir gecede kimseye sormadan etmeden değiştirildi. ceza alınırsa çekilmesin diye de "erteleme" gibi saçma sapan bir kural eklendi disiplin yönetmeliğine.

    fenerbahçe avrupa'dan 2 yıl men cezası aldı diye yabancı sınırında kısıtlamaya gidildi. "asla kuralda değişiklik yapılamaz, bir kişi bile itiraz etse sıkıntı yaşarız" diye galatasaray'ın itirazları yok sayıldı. ertesi sezon fenerbahçe diego'yu alınca ve cristian'ı göndermekte sorun yaşayınca ne oldu? birden bire tribünde oturacak +1 kontenjanı geldi. kimseye sorulmadı.

    bu ülkede başta federasyonun şimdiki başkanının zamanında başkanı olduğu takım olmak üzere defalarca "kontrat dondurma" diye bir işlem yapıldı uzun süre sakatlanan yabancı futbolcular için. bundan fenerbahçe edu ile, beşiktaş delgado ile yararlandı mesela. ancak galatasaray'ın futbolcusu bruma sezonu kapattığında kendisi için "kontrat dondurma gibi bir uygulamamız yok, kendisinin kontratını feshedin, sonra yeniden imzalarsınız" gibi akıllar verildi.

    son 4 yılda başımıza gelen şu 4 örnek dahi kuralların kimin lehine değiştirildiğini kanıtlıyor sanırım. hala burada dallamalar gelip algı yönetmeye çalışıyor. "sizin fare yakaladığınız kadar..." diye bir laf vardır bildin mi?

  • (bkz: #118548917)
    "madem masumsun neden ülkende değilsin" diye sormuş birisi.
    kardeş; ergenkon balyoz zamanında da masumdu herkes. masumluğuna güvenip kaldı herkes ülkesinde. her birine en az 40 yıl ceza verdi erdoğan'ın ben bu davanın savcısıyım dediği mahkemeler.
    bu ülkenin genel kurmay baskanı 'silahlı terör örgütü kurmaktan müebbet hapse mahkum edildi!
    iktidar fetöyle köşe kapmaca yaşamasaydı onca insan hala suçsuz yere içerde yatıyor olacaktı. herbiri 5-6 yıl yattıktan sonra devran değiştide öylelikle tahliye oldular. sen ne ezberden konusuyorsun!

    muhalif gazeteciye atarlanamak en kolayı. milliyetçilik yapmak istiyorsan; ne istedin vermedik diyen cumhurbaşkanına, darbeden haberi olmayan mit mustesarina, askeri tarafindan rehin alinan genelkurmay baskina, "o gece bu devleti halk topladı sokaktan. dusman evimizin içine kadar girmiş siz ne is yaparsiniz" diye soracaksın...

    sonra hepimizden iyi anlayacaksın bu ülkede insaların neden kalamadığını!

  • ilginç bir gelişme. kesin teknik bir hata olmuştur. yoksa bilen bilir ki yurtiçi kargo'nun ticari stratejisi müşterilerini evde bulamama üzerine kurulmuştur.

  • başlık: bilmeyen ekşi sözlüğü anlatmak

    entry: ya böyle ne kadar kıl tüy herif varsa orada amk. hani bizim köyde gancık hasan vardı ya ota boka laf ederdi. heee düşün ki binlerce gancık hasan var.

  • ingiliz zırhlısı malaya gemisine 20 bin altın ile binip kaçan bir vatan hainidir.

    paşa'nın da dediği gibi “gaflet,dalalet, hıyanet” içindeydi. bağımsızlık isteyen yürekli subaylar için idam fermanı çıkarttı.
    yurdu işgal edilirken beşinci karısı ile zevk-ü sefada idi

    en sonunda papa'nın da heykelini diktirip gitti.

  • öyle ya da böyle, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz ama çocuklar duymasın dizisi gerek rating, gerekse uzun süreli olması bakımından türk televizyonculuk tarihinde önemli bir yere sahip. (bakınız burası önemli, burada dizinin kalitesini tartışmıyoruz.)

    peki zamanında tekrarları bile rating listelerinde üst sıralarda yer alan bu dizinin aslında bizlerin hatta anne babalarımızın bile çocukluğunda yer alan taşdevri (bkz: taşdevri) (bkz: flintstones) çizgi dizisinden epey esinlenildiğini iddia etsem…

    haluk = fred çakmaktaş

    meltem = wilma çakmaktaş

    selami = barney moloztaş

    gönül = betty moloztaş

    havuç = bambam

    duygu = çakıl çakmaktaş

    çizgi dizide de fred (haluk) kaba saba iken barney (selami) light erkek.

    fred (haluk) ve barney (selami) aynı iş yerinde çalışıyorlar.

    barney (selami) ve betty (gönül)'ün de çocukları olmuyor.

    wilma (meltem) tüm maçoluğuna rağmen fred'in tırstığı karısı.

    fred (haluk) ve barney (selami)'nin patronu bay slate (bkz: bay slate) de tıpkı fıs fıs ismail (bkz: fıs fıs ismail) gibi sürekli başlarının birlikte belaya girdiği ama bölüm sonunda sorunu tatlıya bağladıkları bir karakter.

    daha yazamadığım ve irdelenirse çıkacak pek çok benzerlik sebebiyle tekrar iddia ediyorum ki, çocuklar duymasın taşdevri'nden araklanmıştır.

  • bir sinema tv öğrencisi olarak kendi edindiğim tecrübeleri paylaşacağım tavsiyeler.

    öncelikle "kısa film çekmek istiyorum, çok seviyorum." diyerek türkiye'de bulunan üniversitelerin sinema-tv bölümüne girmeyin. devlet üniversiteleri imkansızlıktan kan ağlıyor. ne yeterli ekipmanı, ne nitelikli hocayı ne de beklentileri karşılayabilecek durumda değiller. bir atölye ortamı yerine, sınıf ortamı bulacaksınız. sanatçı yerine, akademisyenler ders verecek. özel okullarda teknolojik olarak daha iyi imkanlara sahip olacaksınız, sanatçıları dersinize sokabilecekler, daha esnek koşullar sağlayabilirler. bu alanda adını duyduğum iki üniversite var. birisi bahçeşehir diğeri bilgi. yine de orada okuyanlara danışmanızı öneriyor ve sinema-tv bölümün tercih etmeme konusunda büyük oranda anlaştığımızı düşünüyorum.

    kısa film çekmek istiyorsunuz, böyle bir karar aldınız. ifade etmek istediğiniz şeyler var. ilk tavsiyem izlemekten çok, okumanız konusunda. senaryo için kısa film yazmak kitabını öneriyorum. kısa filmin uzun metraj bir film gibi kurulamayacağını ve nedenlerini anlatarak yazacağınız senaryo için ödevler vererek ilerleyen bir kitap. bu kitabı edinerek ve okuyarak senaryo ve kısa filmi yazma konularını hallettiğinizi düşünüyorum.

    "abi yazdık ama ne çekeceğiz, nasıl çekeceğiz?" diyorsunuz. sinemada kendinizi ifade etme aracınız kameradır. kısa film gibi kurgu ve görüntü ağırlıklı bir türde kamerayı kullanmayı öğrenemezseniz şansınız yok diyebilirim. temel olarak doğru pozlamanın nasıl yapıldığını ve kamerayla senaryoda yazdığınız etkiyi nasıl vereceğinizi öğrenmeniz gerekir. "adam kalabalıklar içinde yalnızdır." çok güzel bir ifade. kalabalıklar içindeki adamı hem ön plana çıkarıp, hem de nasıl yalnız göstereceğinizi bilmezseniz istediğinizi ifade edemezsiniz. aklınızdaki fikirleri cümleye dökememiş olursunuz. üst açıdan geniş açı bir lensle kendi etrafında dönen bir adamı verebilirsiniz. ya da uzaktan zoom bir lensle insanlar hareket ederken ortada sabit duran bir adamı verebilirsiniz. örtücü hızını düşürürseniz oyuncunuz daha da belirgin olur. kurguda aks atlatırsanız kaybolmuşluk hissi de ekleyebilirsiniz. kısacası kamerayı çok iyi kullanmanız gerekir "abi adam net böyle arka plan flu oluyor ya onu ben çok seviyorum." ifadesinin ötesinde kameraya hakim olmanız gerekiyor. ya da hakim olan birileriyle fikiralışverişi yaparak çekim senaryosunu oluşturmanız gerekiyor. bunu için dijital video ile sinema kitabını öneriyorum. "ben görüntüde uzmanlaşacağım abi" diyorsanız; blain brown'ın sinematografi kuram ve uygulama kitabını, ışığa hakim olmak istiyorsanız da aynı yazarın sinema ve videoda ışıklandırma kitabını öneriyorum.

    senaryoyu yazdık, görüntüleri çektik bunları birleştireceğiz bir de değil mi? görüntüleri kes yapıştır gibi gözükse de sinemayı sinema yapan şeydir. "abi adamı buradan çektik, biraz da buradan çekelim." dediğinizi duyar gibiyim. ama o iş öyle olmuyor. temel kurgu prensiplerini gözetmeden görüntülerinizi oluşturur ve sıralarsanız yaptığınız film hiçbir şeye benzemez. (ne yaptığınızı bilmediğinizi varsayıyorum. yeni bir dil oluşturuyorsanız deneysel sinema yapıyorsunuz demektir. bu da büyük oranda tecrübe gerektiren bir iş.)

    kurgu için önerebileceğim bir kitap ne yazık ki tam olarak yok. görüntüler kafanızda oluştuğunda bunların sıralanış biçimine de kafa yormanız gerekir. tanrı'nın kuralları olmasa da temel kurgu prensiplerini öğrenmeniz şart. sinema ve televizyonda görüntü kurgusu kitabını edinin, yazarı aleksey georgiyevic sokolov. ayrıca walter murch'un göz kırparken kitabını öneriyorum. son derece akılcı bir adam. kurgu hislerle yapılır diyor, fakat referanslarını bilimden veriyor.

    ne saydık şimdiye kadar? senaryo, görüntü, kurgu. bu işin bir de ses boyutu var. sesi düzgün almak ve tasarımını yapmak hiç de sandığınız kadar kolay değil. düzgün bir türkçe kaynak ne yazık ki yok.

    teoriden bahsettim biraz da pratikten bahsedeyim. oyuncu yönetimi var bir de bunlara ek, bir de bulmanız gereken oyuncular. "abi film çek ben oynarım ya." diyen insanları film çekeceğiniz zaman etrafınızda bulmanız oldukça zor. onları istediğiniz gibi oynatmanız daha da zor. başta mecburen bu yola başvuracaksınız, fakat bir şeyleri çözdükçe oyunculuk deneyimi olan insanlara ulaşmaya çalışın.

    "bir kısa film çekeceğiz dedik, hevesimizi kursağımızda bıraktın." diyor olabilirsiniz. fakat film çekmek gerçekten çok zor, bir o kadar da kolay bir iş. hem matematik, hem edebiyat, hem de iletişiminizin çok güçlü olması gerekiyor. fakat bunlar sizi korkutmasın. eğer gerçekten ben bu yola baş koyacağım diyorsanız sonuna kadar imkanlarınızı zorlayın. başlangıcı ise ödül almış ya da beğendiğiniz kısa filmleri izleyerek yapın. ben bunu neden beğendim? ve gerçekten böyle bir şey çekmek istiyor muyum? anlatmak istediğim ney? sorularının cevaplarını vermeye çalışın.

    temel olarak başlamanız gereken kitabı ise benimle aynı bölümden mezun olan ilker canikligil'in yazdığı dijital video ile sinema kitabından yapmanızı öneriyorum. ortak değilim, birebir görüşmüşlüğüm de yok. fakat birinci sınıftan ikinci sınıfa kadar okuduğum sinema bölümündeki derslerin özeti niteliğinde bir kitap. anlatımı da oldukça açık, o nedenle onu öneriyorum. bu arada sinema tv bölümünden bir şeyler öğrendiğimi fark ettim. fakat kitaplarda yazan şeylerin dışında kayda değer bir şey öğrendiğimi söyleyemem. o nedenle ömrünüzü burada heba etmek yerine, sinemayı kitaplarla ve kendi çevrenizle öğrenmenizi tavsiye ediyorum. lisans eğitimi oldukça önemli, düzgün bir üniversitede, düzgün bir çevrede yapmanızı öneriyorum. sinema türkiye'de okullarda öğrenilecek bir sanat değil.

    bu arada kitapların hepsini sipariş verip, bu entryi favorilere atıp bir daha yüzüne bakmama yapacağınız bir eylem olabilir. buna dikkat edin. kitapların hepsini aynı anda sipariş vermenizi tavsiye etmiyorum. okudukça bir yenisine göz atın ve diğer insanların tavsiyelerine de bakın. entryi favorilere ekleyecekseniz de bir kere okuduktan sonra eklemenizi öneriyorum.