hesabın var mı? giriş yap

  • ''teoride desen zehir gibi pratik dersen sallanmakta'' mısralarıyla konuyu açıklığa kavuşturmuştur mfö

  • ilkel insan için mucize, yaşamın kaynağı ve doğanın işleyişinin temel yöntemiydi. faydasına ya da zararına sebep olan ateş, nehirlerin akışı, seller veya kuraklık, şimşek ve yıldırım gibi her doğa olayının arkasında akıl erdiremediği birer sır gizliydi.

    o halde bu olaylara sebep olan doğa üstü varlıklar olmalıydı. önceleri kendisinden güçlü hayvanların bu tür gizli güçleri de olabileceğine hükmetti. bugün mağara duvarlarına resmedilmiş hayvan figürleri bunu doğrular nitelikte.

    insan, bilinci geliştikçe üzerinde yaşadığı yeryüzünden daha da akıl almaz, ulaşılmaz ve dolayısı ile çok daha gizemli olan gökyüzünü keşfetti. haliyle yeryüzünde akıl erdiremediği olayların da sebebinin göklerde olabileceğini düşünmeye başladı. gizli güçlere sahip olabileceğini düşündüğü güçlü hayvanları gökyüzünde gözlemlediği yıldız kümelerine yerleştirmesi bundan kaynaklandı.

    “gökyüzünde ne oluyorsa bunun yeryüzünde bir karşılığı vardır” inancı böylece oluştu. sümer tabletleri’nin bulunması ile tarihsel anlamda ilk kez yazılı bir kaynağına ulaştığımız bu bilgi, aslında insanlığın kollektif bilincine binlerce yıl boyunca öylesine yerleşmişti ki hiç düşünmeden gerçekliğine inandığımız pek çok fikrin de temel taşını oluşturmuştu.

    bu fikirleri sistematize etmeye kalkışacak olursak temel olarak üç ana grupta toplayabiliriz:

    - bunların ilki sümer dini’nin, daha sonraki uygarlıkları da etkilemesi sonucu aynı mitlerin, yerel motiflerle yeniden anlatılmasıyla ortaya çıkan zahiri dinlerdi.

    - ikinci düşünce biçimi ise “gökte ne varsa yerde de o vardır” özdeyişinin zahiri dinlerin bile ortaya koyamadığı gizemli tanrısal gerçeklerin anahtarı olduğunu ve bu gizemlerin ancak seçilmişlere açılacağını düşünen batini inançları (kabala, ezoterizm, gizemcilik, hermetizm, mistisizm, astroloji) şekilendirdi.

    - son olarak gökteki olayların yerdekilerle ilişkisini, aklın süzgecine koymayı akıl edenlerin ortaya çıkmasıyla, mitolojiden felsefeye evrilen düşünce ve astrolojiden astronomiye evrilen bilim ortaya çıktı.

    böylece birbiri ile farklı kulvarlardan ilerleyen ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkaran iki felsefe ortaya çıktı:

    - evrenin tanrının iradesi ile oluştuğunu düşünenler, uzun süre bunun tamamen tanrının hiç bir kuralla sınırlanmamış iradesi ile oluştuğunda ısrar etseler de zamanla doğanın kurallarına ilişkin bilgimiz arttıkça ve ardı ardına olayların birer neden sonuç ilişkisine bağlı oldukları kanıtlandıkça bu iddialarını terk ettiler. bunlar zaman içerisinde, tanrının ilk hareketi belli bir tasavvura uygun olarak veren güç olmakla yetindiğini ve geri kalan kuralları da en baştan belirlediği için, olacak olanları da baştan bildiği fikri etrafında mevzilendiler. bunlara, fikrin ağababalarından biri olan platon’un koyduğu isimle idealistler dendi.

    - karşıt görüşte olanlar ise tanrısal bir iradenin varlığını baştan reddedip, evreni harekete geçiren gücün evrenin kendisinden başka bir kaynağı olamayacağını savundular. dolayısı ile şu an evrende bir irade, (insan iradesi) mevcutsa bu, ancak evrendeki malzemenin evrim yoluyla işlenmesi ile ortaya çıkabilirdi. bunlar da maddeyi evrenin başlangıcına koyup herşeyin maddesel olduğunu ileri sürdüklerinden “materyalist” olarak adlandırıldılar.

    ancak birbiri ile farklı kulvarlardan ilerlese ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkarsa da bu üç çerçevenin hepsinde ortak bir sav bulunmaktaydı:

    bu nokta ise evrenin bir varoluş anından başlayarak dizgesel bir süreçte gelişmekte olduğu fikri idi. buna “zaman” diyorduk ve sabit aralıklarla işleyen bir düzene sahipti. ve böylece, “evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların belirli yasalarla belirlenmiş ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu” öne süren bir öğreti ortaya çıkmış oldu. bugün buna “determinizm” (belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik) diyoruz.

    bu inanç (artık bunun bir inançtan öte olmadığına eminiz) nerdeyse 20nci yy’in başına kadar varlığını korudu. 19ncu yy’da yaşamış ve materyalizmi şahikasına çıkaran das kapital’i kaleme almış büyük düşünür karl marx şöyle demekteydi:

    “tarihte ne olduysa, öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur."

    ama biraz yakından bakınca bunun idealizmi doruğa çıkaran büyük düşünür georg wilhelm friedrich hegel’in determinist söyleminden pek de farkı yoktu. hegel'e göre “us dünyaya egemendi, dünya-tarihinde ussal olan ilerlemekteydi. ilerleyen dünya-tarihi sürecinin bir amacı bir son ereği vardı.”

    yani ister metafizik-teolojik olup tanrı’nın iradesinden, ister mekanik ve biyolojik olup doğanın yasalarından hareket etsinler, her iki düşünce yönteminin ortak noktaları, tarih yorumlarında determinist olmalarıydı. hegel'in de marks'ın da “tarihin belirli yasalarla yönetildiği”ne ilişkin belirlenimci savları ortaktı. hatta denilebilir ki marks söz konusu tavrı zaten hegel'den edinmişti.

    marks'ın hegel'in determinist yaklaşımına katkısı şuydu:

    - hegel, tarihi başlatan ilk hareketin tanrısal olduğuna ve tüm maddi evrenin bir usun şekil vermesi ile ortaya çıktığına ilişkin idealist savı yinelemekteydi.

    - marks buna karşı yönden taarruz ederek, tersine, önce maddenin varolduğunu ve usun o maddenin evrimleşmesinin eseri, zorunlu olarak meydana geldiğini savundu. zaten kendisi de “hegel'in diyalektiği baş aşağı duruyordu; ters çevirdim ki, ayakları üstünde dursun" derken kastettiği budur.

    yani uzun lafın kısası, insanlık, tarihinin başından bu yana bu iki zıt görünen düşünce arasında gidip gelmekteydi ve bu fikirlerin en güçlü savunucuları olan hegel ve marx’ın da bu ikiliği çözmek konusunda getirebildiği temel bir yaklaşım bulunmuyordu.

    derken 20nci yy’ın ortalarına doğru ani bir gelişme oldu. yeni yetme bilim insanları filozofların gözü önünde, binlerce yıllık determinist geleneği yerle yeksan eylediler:

    önce, einstein’ın “genel görelilik kuramı” mutlak zaman düsüncesine son verdi. derken planck’in “kuantum teorisi” ve heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” ile güçlenen indeterminizm, laplace’ın “evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildiği takdirde gelecekte veya geçmişte herhangi bir andaki durumlarının kestirilebileceği” yolundaki determinist anlayışını yıkıverdi.

    bense bütün bunları aslında çok güncel bir gözlemimden dolayı kaleme aldım:

    günümüzde olayın temelini kavrayamayan ister caner taslaman gibi dinci, ister muhtelif mistik (spritüel, gizemci, ezoterik, falcı, reikici, budist, taoist, sufi) düşüncedeki çevreler, bunda materyalist felsefenin çöküşünü görmektedirler. onlara göre evrenin, materyalistlerin sandığı gibi birbirine bilardo topları gibi çarpan atomlardan değil varlığı ve yokluğundan emin olamadığımız atom altı parçacıklardan oluşan indeterminist bir yer olduğunu anladığımıza göre artık tanrısal mucizelerden de yeniden konuşmaya başlayabiliriz.

    oysa farkında olmadıkları husus, aynı indeterminist altyapının, en fazla tanrı inancının (ya da o güce verdikleri ad her neyse) mutlakiyetçi yapısına zarar vermekte olduğudur. çünkü evrende tesadüflerle yer bulunması, her şeyden önce "tanrı iradesi" kavramı ile çelişir. zira bu durumda tanrı varsa bile kendisinin bile tahmin edemeyeceği sonuçlar üretebilen bir evren yaratmış olmalıdır.

    söz konusu çelişki einstein'ı da çok şaşırmıştı. öyle ki idealist - determinist yaklaşımla yeni kuramlar arasındaki çelişkinin farkına varınca, rastlantısallığın evrenin oluşumunda anahtar önemde olabileceğini savunanlara karşı tarihe malolmuş özdeyişi ile:

    “tanrı zar atmaz!” demişti.

    dipnot: yazıda aradığınız tadı bulamayıp başlığı aldatıcı bulanlarınız olmuştur. evet itiraf ediyorum ki biraz hile yaptım. çünkü özellikle evrene gönderecek enerji arayan siz sevgili ablalarıma gerçek felsefe tarihi okutmanın başka çaresini bulamadım.

    @sanal gezgin:
    << keşke şunu da ekleseydin; meselenin özünün kuantum yani mikro evren ile makro evren arasındaki farkın gizeminde yattığını... hoş onu da çözsek yine de sorular milyonlarca olacak. ne bilim ne hayat ne ikilemler duracak. pardon, hayat biraz durabilir, evrenin sonuna doğru. başka bir 'simetrisizlik' hali yeni bir evrenin başlangıcını tetikleyene ve yeni yaşam koşulları oluşana kadar. bunu bana zaman öğretti. bu tahayyül ötesi evrenin bir başlangıcı ve sonu olması, yani zaman, 'son'un sadece bir mola olduğunu da düşündürüyor.
    içinden doğduğu enerji okyanusu yeniden köpürünceye kadar... >>

  • kantincinin ders sırasında sınıflara gelerek 250.000 tl'ye maçın izlendiğini söylemesiyle dersten maçı izlemek için çıkan 7 kişiden biri olduğum zamanlardır.

    şimdi o 250.000 tl'yi bulsak... vay anasını.

  • 5 yıldızlı otellerden butik otellere geçiş hızlanacak. bodrum'da ya da çeşme'de eller havaya devam edecek, kaş'ta ya da marmaris'te hoppa cuppa devam edecek. çok büyük ihtimalle de böyle merkezi eğlence merkezleri oluşmayacak, en azından kısa vadede. yazlıkçılar ayvalık taraflarına devam edecekler ama assos-babakale arasında yazlıklar artacak. bu arada bozcaada'nın kapasitesi dolacak, gökçeada yeni çekim merkezi olacak. gizli kahraman ise selimiye-bozburun arası olacak. özellikle bozburun tarafında butik otellerin sayısı çok artacak. datça ve didim taraflarında da karışık bir yükseliş olacak. kuşadası'nın da kısa vadede bir atılım yapması muhtemeldir.

    ama yeni bir bodrum ya da yeni bir çeşme olmayacak.

  • ya pişman olursam diye hayatı erteleyeceğinize pişman olun daha iyi. pişmanlıklarınızdan ders çıkarabiliyorsanız sıkıntı yok.

    "yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

    demeyin sonra.

  • bu adam sahte rapor alarak askere gitmeyen adam değil mi yaw:)))) bu sebepten dolayı da 4 ay hapis cezası almış bir utanmaz, kendince muhalefet saflarında konumlanmış insanları vatan hainliği ile suçluyor. utanmaz, ahlâksız, onursuz sefil.