hesabın var mı? giriş yap

  • bunun daha komiği "oraya ben de gittim" mesajı vermek için yazılan fotoğraf altı yorumlarıdır.

    "lö böf de la bilmem nüe'de mutlaka kahve için!"
    "yılın bu zamanı çok güzeldir. benim için de bilmemnereye gidin"

    herkesin hayatına kimse karışamaz tabii. ama siz yine de yapmasanız daha iyi bence.

  • tespitlerim:
    - bozkurt ilçesi tamamen dere yatağına inşa edilmiş.
    - baraj kapakları patlamış tüm ilçe sel altında.
    - 60-70-80-90'larda inşa edilen hidro elektrik santrallerin kapakları patlamazken akp döneminde ihale usülü yapılan barajın kapakları neden patlıyor ?
    - sayın cumhurbaşkanımızın birkaç gün sonra gelip selzedelere çay atması ile tüm sorunların çözüleceğini düşünüyorum.

    herkese geçmiş olsun.

  • maşallah herkes lisede en arkada oturup başarıdan başarıya koşmuş. geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ederken öğrendim, bizimkilerden birisi sihirbaz olmuş. bakınca gördüm ki kendi çapında epey ünlü.

    vay amk. milletin sınıf arkadaşı yale’de cambridge’de bi de bizimkine bak.

  • yanlış soru. çekiyor.

    bak şimdi, troll falan demeden anlatıyorum. kütle çekim kuvvetini f = g.m1.m2 / d^2 ile hesaplıyoruz. yani etkileşimde bulunan iki cismin kütlelerini evrensel çekim sabitiyle çarptıktan sonra, iki cisim arasındaki uzaklığın karesine bölüyoruz.

    evrensel çekim sabitinin değeri, mks sisteminde 6.67 × 10^(-11)

    google'dan ortalama ağırlıklara şöyle bir baktım. bir karpuzu uç değer sayılabilecek şekilde ortalama 7 kilo alalım ki çekim gücü en yüksek olsun. elmayı da büyük boy seçip ortalama 150 gram alalım. bu da kilogram olarak 0.15'e eşit.
    şimdi formülde, pay kısmında bulunanların hepsini çarparsak yaklaşık 7 x 10^(-11) çıkar. aradaki mesafeyi de küçük alalım ki sayının tamamı en büyük olabilsin. mesela aralarında 1 cm olsun. mks sistemi gereği metreye çevirirsek 0.01 eder. karesini alırsak ve ilk bulduğumuz değere bölersek elde edeceğimiz son sayı 7 x 10^(-7) olur. yani 0.0000007 newton. karpuzun elma üzerindeki kuvveti bu kadar. elma da karpuza buna eşit ama bununla zıt yönlü bir kuvvet uyguluyor. yalnız bu esnada ikisi de yeryüzü tarafından aşağıya doğru, daha büyük bir kuvvetle çekiliyorlar. dolayısıyla elmanın, dünyanın çekim kuvvetini yenerek karpuza doğru gitmesinin imkânı yok.

    evet, huzura erdin mi bunu öğrenerek sayın yazar?

    edit: bir arkadaş entry'de ciddi bir hata olduğunu ve kütle çekimini bir mıknatısın kolayca yendiğini söylemiş. aslında söylediği "kütle çekim en zayıf kuvvet" gerçeği, benim söylediğimi çürütmez, destekler. elektromanyetik kuvvet, kütle çekim kuvvetinden güçlüdür ama karpuz ve elma manyetik özellik göstermez. dolayısıyla kütle çekiminden daha ağır basan bir etkileşimleri yok. muhatap oldukları ve yenmeleri gereken makro boyutlu tek temel kuvvet kütle çekimi. bu durumda bileşke kuvvete bakarız. o da yer çekimi lehine olur.

    sürtünme zaten her türlü harekette hesaba katılması gereken bir şey ama başlığın konusu bu iki cismin birbirine çekim kuvveti uygulamadığı iddiası olduğuna göre daha derin hesaplar yapmaya gerek yok bence.

  • canım ebeveynler sizi anlamaya çalışıyorum en kıymetliniz en sevdiğiniz o belli ki. ancak bu davranış çocuk psikolojisi açısından yanlış bir hareket. bir ailenin çocuğa bırakabileceği en güzel şey travmasız, olabilecek en iyi şekilde çocuğu yetiştirmek.çünkü bunun ilerde ne tür kişilik bozukluklarına yol açacağını ve düzeltmenin oldukça zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz.

    gelelim nedenlerine. not olarak belirtmek istiyorum ki tıbbın içinden bir insan olarak bu bilgileri iletiyorum.

    ilk olarak çocuğun bireysellik kazanması için ismiyle hitap edilmesi şart. kendi bakış açınızla bu kelimelerin samimiyet sevgi göstergesini olduğunu düşünüyosunuz ama çocuk algısı için öyle değil. çocuk henüz bir birey olma ihtiyacı hisseden çevresini anlamlandıran bir canlı. ona ismiyle hitap etmeniz onun kendi bireyselliğini tanımasına ve özsaygı oluşmasında önemli.bakın çocuk rol modeli olarak anne babayı alır. anne-baba ilişkisi çocuğun hep gözlemindedir. aşkım canım dediğiniz eşinizle gün gelip aynı şeyi çocuğunuza söylediğinizde çocukta rol karmaşası olur. çocuk aile içindeki çocuk rolünü üstlenemez, bu gerçekten onun gelişimi için çok önemli.

    ikinci olarak ise çok önemli bi mevzu “istismar” çocuk kendine prenses,aşkım,balım, anneciğim,babacığım,amcacığım vs hitapları aldıkça ona bunlar sıradan gelmeye “ aile içinden biri” mesajı almaya başlar. bir yabancı ona istismar amaçlı “aşkım canım bebeğim” dediğinde çocuk bunda “aile içinden biri” algısı alır ve bir sorun görmez haberiniz olmadan çok ileriye gidebilir.

    lütfen onlar sizin en değerlileriniz ise kendi isteklerinizi bi kenara bırakıp onun gelişimi için hayatı için en doğrusu en iyisini bilerek ona davranın. başlık sahibine binaen yazılan entryler için söylüyorum bunun islamla, yobazlıkla kıl tüyle alakası yok. psikolojiyle alakası vardır.

    edit.işbu entry “çocuğun dudağından öpülmesi” konusunda da geçerlidir. o sizin çocuğunuz, ona öyle davranın.

    gelen mesajlar üzerine edit. ülkedeki insanların nasıl” her şeyi ben biliyorum”cu olduğunu bi kez daha göstertmiştir. “istediğim şekilde hitap ederim senin çocuğundan daha mükemmel olur”lar mı yoksa “çocuğun yok nerden bilceksin”ciler mi. koca koca insan olmuşsunuz hala egonuzu atamamış, çocuk yarıştıran, tek çocuk sahibi sizmişsiniz gibi davranan cahil ve eğitimsiz kalmışsınız.

  • ben bu sarayda yaşasam hayatta hamamda yıkanmaya kalkışmam, odama leğenle su getirtirim, kırk gün yıkanmam pis gezerim yine de o hamama girmem. kimin öleceği kimin öldürüleceği belli değil. hamam değil harlem sokakları anasını satayım.

  • geçen hafta oğlumuzu kreşe yazdırdım. özel eğitim aldığı okuldan çıktıktan sonra iki saat oyun grubunda diğer çocuklarla oynasın, onlarla aynı masada yemek yesin, yaşıtlarını görebilsin istedik.

    okulun sahibini görmeye gittim ve durumumuzu tüm detaylarıyla anlattım. oğlumuzun konuşamadığını, dikkat eksikliği sebebiyle herhangi bir oyunu sürdürmesinin çok zor olduğunu, başkasıyla yemek yerken rahatsız olduğunu, zaman zaman aşırı hareket isteği duyup düz duvara tırmandığını söyledim. diğer çocukları engellemek istemediğimizi ama aslında ihtiyacımızın tam olarak da diğer çocuklar olduğunu, olası aksilikleri engellemek için bakıcısının gölge öğretmeni olarak her an oğlumuzun yakınında olacağını belirttim.
    hiçbir şeyi gizlemedim, gerekirse tam gün parası vermeye razı olduğumuzu bu tür durumlara alışık olduğumuzu söyleyince kadın güldü bana.
    "iki saat geliyorsa ona göre ödersiniz, diğer aileleri ve çocukları merak etmeyin, ben burdayım, çocuğunuz bize emanet, el birliğiyle toparlayacağız" dedi.
    mücadeleye, gerekirse savaşa gitmiş birinin dayanışmayla karşılaşması pek rastlanan bir durum değildir, afallıyorsunuz. içimden kadına sarılmak geldi ama zırhım müsaade etmedi.

    her gün soruyorum bakıcısına bugün naptı, ne yedi, çocuklara yaklaştı mı, oyunlara katıldı mı diye. dün akşam üstü telefonuma bir video geldi, 5 yaş grubu olarak bahçedeler, öğretmenleri içinde yönergeler olan bir şarkı söylüyor. çocuklar da hem şarkıdaki yönergelere göre dans ediyor (zıplama, sağa sola sallanma, hayali elma toplama, ismi söylenince yere oturma gibi) hem de şarkıya eşlik ediyor. kamera bizimkinde, yakında da 4-5 çocuk var. bilmeyen biri oğlumun farklılığını anlayamaz, o kadar güzel ki, salya sümük izliyorum. bir de bir kız çocuğu var dans ederken sık sık bizim oğlana bakıyor, kolunu okşuyor, baya seviyor yani bizim danayı. belli ki beğenmiş.
    şarkının sonunda herkes yanındaki arkadaşına sarılsın deniyor. bir anda herkes birine sarılıyor ama bizimkine kimse kalmıyor. çok kısa bir an ne yapacağını bilemeden öylece kalakalıyor. ben bıçaklanmış gibi bir acı hissediyorum o kısa anda. sonunu izlemek istemiyorum aslında ama kendime diyorum ki "alıştır kendini bunlara, daha iyi günlerdesin." ama o kız var ya hani, sarıldığı diğer küçük kızı bırakmadan oğluma da açıyor kollarını, bizimki de hemen sarılıyor. üç yavru sarmal şeklindeyken bitiyor video. dünyanın en güzel kısa filminde oynuyorlar benim için. dün akşamdan beri kaç kere izledim bilmiyorum. kendimi hep en kötüye alıştırmaya çalışsam da deli gibi korkuyorum oğlumun yalnız kalmasından. dün o kız açtı kollarını, belki bu güzel günlerin habercisidir.

    neyse ben gidip müstakbel gelinime beşibiryerde gibi bişey alayım. ne alınıyor ya gelinlere, ontaş alayım, at alayım. *

  • 5000 yıllık ata müziğimiz rap'le, ötüken folklörümüz hiphop'la kültür koruma savaşına girişmiş cengaver.

    dine sardıkça iyice kafası dumanlanmakta. allah sonunu hayretsin.

    (bu arada kendisi bir zahmet gavur icadı miladi takvimden hicri takvime geçsin, bir daha da 2000'li yılları ağzına almasın, çok rica ediyorum.)

  • 6. yüzyılda inşaa edildiği vakit en büyük kilise olan yapı. kubbesi o kadar geniştir ki, birkaç kere çökmüştür. ayasofya’nın kendisi ise 3 kere inşa edilmiştir. antik dönemden kalan en iyi kalan büyük yapılardan biridir( inşaası 537 yılında bitmiştir).

    1453’te camiye dönüştürüldüğünde, kuşkusuzki tarihin en güzel camilerinden biri olmuştur. zaten bunu osmanlı mimarisindeki etkisinden de anlayabilirsiniz. klasik osmanlı mimarisinin temelinde ayasofya vardır: küçük kubbelerin büyük devasa bir kubbeyi desteklediği camiler.

    camiye dönüştürüldüğünde içindeki mozaiklere dokunulmamıştır bile. mozaiklerin üstü 18.inci yüzyıldan sonra kapatılmıştır.

    ayasofya herhangi bir dine ait olmak için fazla güzel bir yapı. istanbul, “city of world’s desire” olarak bilinir. ayasofya da istanbul’un kalbidir. ayasofya’nın müzeye çevrilmesi olabilecek en doğru karardı. böylece sembolik gücü bu kadar yüksek olan bir yapı sadece müslümanların veya ortodoksların mirası değil bütün insanlığın mirası haline geldi.

    ama ben bunları neden anlatıyorum ki ? tarihin, sanatın bir değeri mi kaldı ki ? ahh...

  • dücane cündioğlu'nun boyunduruk & pranga isimli felsefe dersinde yaptığı sanatçı tanımı oldukça değerlidir.

    "sanatçı imgelemi idelerle temas edecek şekilde kullanan kişidir. filozof gibi kavramdan yola çıkmaz ama ideye ulaşır. sanatçı sezgiyle elde ettiği şeyi kavrama getiremez. onu açıklayamaz fakat anlatır. "