hesabın var mı? giriş yap

  • evin oğlu sokaklarda gezerken gelen misafire hizmet etmek zorunda kalan kızdır. okuldan yorgun bir şekilde döndüğünde bile annesi kapıyı açar açmaz "hemen misafirlerin elini öp." diye uyarılan kızdır. kardeşi bilgisayarda takılırken, misafirlere çay ikram eden kızdır. annesinin sürekli kaş göz hareketlerine maruz kalan kızdır. misafir gelecek diye temizlik yapan, misafir gitti diye temizlik yapan, misafire yatak açan, misafirin yatağını toplayan kızdır. özetle; eve gelen misafirin oğlunu skine bile takmayan kızdır, işi başından aşkındır.

  • türkiyede şişe et veya kıyma geçirme usulüylen yapıldığından yine ülkemize has bir benzersizlik ile her büfede ayrı bi lezzet sunan bu güzel olay, almanyada bundesstaat tarafından uygulanan baskılar sonucu merkezileşmiştir. etler fabrikasyondur. öyle 10 kilo eti açık bi şekilde saatlerce pişirmenize izin vermez alaman hükümeti. merkez ifirmalar bu eti hazır şişlenmiş, bakteryel kültürlerle korunmuş ve bilimum plastik olaya sarılmış vaziyette dönercilere satar. onlar da haftada bir iki alır depolarına koyarlar bunları. döner ibttikçe içeriden çıkartır takarlar bu hazır nevaleyi. iğrenç olmasının ilk sebebi bu uygulamadır.

    ikinci sebebi ise, her esmer bıyıklı adamın kendini döner ustası sanması sonucunda döner kesmekten bihaber insanların döner ustası haline gelmiş olmalarıdır. bu bir yanılgı değil zorunluluktur aslına bakılırsa. 3 milyon civarı türkün yaşadığı bir memleket olan almanyada 5 bintrilyonmilyon tane dönerci vardır, o yüzden eli bıçak tutan her türkün döner ustası olarak görev yerine geçmesi gerekir. sonuç olarak bizim köfte mi, biftek mi diye durup düşüneceğimiz boyutta et parçalarını ekmeğin arasına koyar verirler size. doyurur evet, garip kokusundan tiksinmezseniz.

    aklıma şu anda gelen sebepler arasında sonuncusu ve belki de cinayetler kategorisinde jack the ripperın şaheserleriyle yarışacak kıvamda korkutucu olanı bu sandviçin içine akla gelecek her türlü salata malzemesinin koyulması vaziyetidir. bu başlı başlına bir vaziyettir gerçekten de, çünkü döner siparişini verirsiniz ve döner şişten yumruk kadar parçalar halinde ekmeğe konulduktan sonra, içine ne girsin -gurbetçiliğin şiddetine göre soru daha da abuklaşabilir- sorusuyla ve önünüzde duran salata barı kıvamında bir yer ve size bakan bi dönerciyle kalakalırsınız. lahanadan, küp küp doğranmış hıyarla karışık domatese, acılı ezme diye bildiğimiz mezeden, renklere göre isimlendirilmiş bulamaç soslara kadar herşey vardır bu barda. komplett dediğiniz anda bu katkı maddesi vaziyeti oluk oluk akar dönerin içinde ayrı bi yerleşim birimi oluştururlar. oturarak yediğinizi var sayarsak, siz döneri yerken onlar kitleler halinde döner ortamını terk ederek yeni mekanlarına geçerler. bir kısmını yemiş olabilirsiniz o sırada, ama bir insanın salata niyetine yiyeceği miktarın rahat iki yüz katı boyutta olan bu salatalar, yeni mekanlarında siz döneri bitirdikten sonra da ikamet etmeye devam ederler. onlar salata vaziyetidir ve ne dönerden, ne dönerciden, ne de tüketiciden bir çekinceleri yoktur. dönerin içine sıçmakla yetinmeyip, gereksiz kalabalık yaratır, olay sonunda da asgari kayıpla olaylarını sürdürürler.

    avrupanın başka bir ülkesinde bu kadar uzun vakit geçirmediğimden ve dönerci gördüğümde kaçarak koştuğumdan kelli, diğer ülkelerdeki durumu size anlatamayacağım. ama olayın bu yönüyle ilgili bir anımı anlatabilirim. istanbulda doğup büyümüş üniversite için almanyaya gelmiş bir türk olarak alman usulü dönerden ben ne kadar nefret ediyorsam, almanyanın yerlisi has ve mulis alman halkı da bu zehir zemberek olasıca olaydan o kadar keyif almakta. olay öyle yerleşik, öyle vaz geçilmez bir hal almış ki, biri avustralyada öteki ispanyada olmak üzere bir yıl almanya dışında yaşamış iki alman arkadaşımla ne özlediniz muhabbeti yaparken, ikisinin de ağız birliği yapmışçasına aynı anda döner demesi beni benden almıştır. ikisinin de özlem giderme amaçlı birer ikişer defa bölgedeki dönercilerin yolunu tuttukları ve ispanya örneğinde dönerin içinde sadece domates ve pattes kızartması olması ve avustralyadaki dönerin ise çok garip kokmasından dolayı hiç memnun kalmayıp almanyadaki döneri özledikleri ise konuşma sırasında beni şaşırtan diğer detaylardır. iki ders çıkarttım bu olay neticesinde; biri bizim vatandaşımızın dünyanın her yerine giderek ortamn gereksinimi nedir anında çözdüğü ve akabinde bunu dönere uyguladığıdır. ikincisini unuttum.

    alman usulü döner güzel bir şey değildir. hatalıdır.

    (bkz: ausnahmen bestaetigen die regel)

  • otobüs değil ama iki gün önce dolmuş versiyonunu yaşadım.
    ayakta da yolcu var; balık istifi ilerliyoruz.
    önümüz açık, inecek yolcu da yok ama şoför zönk diye durdu. sonra kapıyı açıp geriye doğru koşmaya başladı. arka camdan izliyoruz adam baya baya gittiğimiz yönün aksine doğru depar atıyor.
    içerdeki teyzeler cıkcıklıyor. bi tanesi “ay terk etti bizi” deyip dizine vurunca kayış koptu. ergen bebeler “piston aşşaa” deyip gülüyorlar. her kafadan bi ses geliyor: bi haber vermeden gidilir miymiş, bari paraları alıp kaçsaymış üstümüze niye bırakmış, biri mi ölmüş, galiba karısı aldatmış duyunca delirmiş… neyse hemen arabayı sürecek vekil tayin ettiler, vekile güvenmeyip paralara göz kulak olacak yaşlı bi amcayı yan koltuğa oturttular. apaçinin biri koşan şoförü videoya çekmek için aşağı inmişti, başka bi velet onu çağırmak için indi “abi gel kalkıyoz biz seçim yaptık yeni şoför var” diye bağırıyor falan… bunların hepsi de maksimum 4 dk içinde oluyo bu arada he.
    neyse sonra baktık bu sefer şoför dönmüş dolmuşun arkasından koşuyor. gene zehir gibi bi türbanlı teyze farketti bunu tabii; neyse durduk aldık adamı. yeni şoför kalkmıyo da koktuktan çabuk adapte oldu helal olsun; yan koltuğu gösterip “abi sen buraya geç istersen bi soluklan ne oldu anlat hele” falan diyor.
    meğer camdan desteyle iki yüzlükler uçmuş. bu da nereye düşürdüğünü sonradan farkedip bi şey demeden inmiş işte…
    yaşadığım en komik ve dumur anlardan biriydi.
    o değil de millet nasıl sıyırdıysa artık en saçma sapalak vaziyetlere bile anında uyum sağlayabiliyor.
    işin aslını öğrenince “valla bizi bırakıp gaçsan da şaşmazdık yavrum” diyen amca +1

  • tolga'nin yüzüne bir şey diyemeden arkadan "bu kim yeaa" diye cikisan anirici tim elemanı yarmistir. karşıdaki de "tolga" diye cevap veriyor. "nası konusuyo o yeaa" diye de atarlanmis kendi kendine.

    arada 20 cm boy farki olunca cok seyapamamis arkadasimiz.

  • türkiye tarihinde bir takım ilk kez final four'a çıkarken o takımın en kilit isimlerindendi genç hidayet. nba'de ilk yıllarında dip köşede bekleyp önüne top düşerse alıp atan bir oyuncudan 1-2 senede çok önemli bir rol adamına dönüştü. o efsanevi sacramento kadrosunun en kilit yedek oyuncusuydu. sonra gittiği orlando'da ise tam bir yıldıza dönüştü, takım nba finaline çıkarken, takımın howard ile birlikte en büyük taşıyıcısıydı ve oradan toronto'ya bir süper yıldız olarak gitti. ha o kontrattan sonra kariyeri her geçen yıl kötüye gitti, toronto'da isteneni veremedi, takımdan şutlandı, doping olayları falan derken benchten gelen görev adamına dönüştü.

    mehmet okur ise tofaş'ın fırtına gibi estiği yıllarda takımın en büyük ışığıydı, detroit'te önemli işler yaptı ama takım şampiyon olurken mehmet'in rolü çok azdı, takımın 8.-9. adamı konumundaydı. all-star olurken de o sene 5-6 oyuncunun birden sakatlanıp katılamaması, mehmet'in de tam bunlar olurken kariyerinin en olağanüstü maçlarını arka arkaya oynaması all-star seçilmesinde etkendi. utah'ta ise zirve oyununu oynadı, takımın yıldızlarındandı. hidayet'e göre daha kısa ve daha zirve yıllarında oynamış olması istatistiklerinin hidayet'ten daha üstün olmasını sağlıyor ama hidayet çok yönlülük olarak mehmet'den daha tercih edilebilir bir oyuncudur.

    yani kariyer olarak hidayet, mehmet'ten çok daha üst düzey bir oyuncu oldu ve aldığı roller hep daha büyük oldu. buna rağmen abd'de mehmet, her zaman hidayet'ten daha fazla saygı duyulan ve sevilen bir oyuncu oldu. zaten mehmet'in hala nba'de görev alıyor olmasının da sebebi bu.