hesabın var mı? giriş yap

  • dün twitter'da videosunu görünce kesin kişisel hesabı üzerinden atarlı bir savunma yapar ama savunan başkaları da çıkar mı ki demiştim, çıkmış. fidel castro tarih kitaplarımızda geçmediği için bir tarih öğretmeni olarak bilmek zorunda değilmiş, herkes her şeyi bilmek zorunda değilmiş zaten, ilber ortaylı'nın şifalı bitkiler hakkında çok fazla şey bilmeyebileceğine bağlayıp savunan bile olmuş. çıkardığım sonuca göre her şeyi mesleki kaynaklarımızdan öğreniyorsak imar yönetmeliğinde yazmadığı için marie antoinette'i mevcut ingiltere kraliçesi olarak biliyorum. ilber ortaylı ise en azından adaçayının farenjite iyi geldiğini biliyordur, ki gözü gören, aklı yeten, kulağı duyan, dağ başında barakada yaşamayan, pucca okuyup snap izlemekten başka bir aktivitesi olan insan için bu che'nin yarım asır önce öldüğünden daha zor öğrenilebilecek bir şey. sizde bu cehalet liberalliği olduğu sürece bi bok da olmaz buralardan.

  • önemli edit: bazı yazarlar başlıktaki dolandırıcı nitelemesinden ötürü dava edilmem gerektiğini söylemiş. kolaya su katmak, kimyasallarla et tadı bile olmayan içerikler üretmek, 30-40 dakikada kuryeyle teslimat vaat edip 2 saatte getirmek, eksik ürün gönderip bu konuda vatandaşlara yardımcı olmamak, gramajı değiştirip gerekli bilgilendirmeyi yapmamak, yanıltıcı görsellerle alakasız ürünler satmak dolandırıcılıktır. dava korkusuyla insanları susturmaya çalıştığınız yetti, artık canımıza tak etti! susmayacağız, en önemli konu da olsa en saçma konu da olsa eleştirmekten çekinmeyeceğiz. avukat ordusuna güvenen şirketlerin insanlara zulmüne ses çıkartamazsak her hukuksuzluğu kabullenen bir sürüye dönüşürüz.

    kalitesiz ve küçük ürünler:
    yurtdışında fast food tüketen her insanın da belirttiği üzere ülkemizdeki fast food ürünleri tatsız, kalitesiz, kuru ve daha küçük porsiyona sahip. sağlık sorunu ve yeme bozukluğu olmayan vatandaşlarımızın dahi dert yakındığı konu satın aldıkları tek menü ile doymuyorlar.

    popeyes pop burgere ait bir görsel görsel
    burger king whoppera ait bir görsel görsel

    fiyat:
    karşılaştırma yapmak adına büyük şirketlerin en bilinen ve tercih edilen menülerini tercih edersek;
    -bigmac türkiyede 160tl (5.24$)
    -amerikada eyaletler arasında farklar mevcut 4.50$ - 7$

    -whopper türkiyede 175tl (5.72$)
    -amerikada 4.20$ - 6.50$

    -kfc tavuk burger türkiyede 120tl (3.93$)
    -amerikada 1.75$

    görüldüğü gibi fiyatlar dolar bazında bile türkiye ile aynı ya da daha pahalı. ama ekonomi kötü, ama kur yüksek gibi söylemler boşa çıkıyor.

    maaliyet farkı:
    karşılaştırma yapılabilecek sektörün önde gelen şirketlerinde giriş seviyesinde çalışan ücretleri amerikada eyaletler arasında farklar olsa da 2000$ ile 2500$ arasında değişiyor.

    türkiyede ise asgari ücretin biraz üstünde maaş ödendiği tahmin edilirse çalışan maliyeti vergi ve sigorta ile beraber 25.000 türk lirası civarında. bu da yaklaşık 820$ ediyor. arada neredeyse 3 kat fark mevcut.

    et fiyatları ülkemizde daha pahalı olsa da diğer içeriklerin hepsi karşılaştırma yapılan bölgelerden daha ucuz.

    kira fiyatları karşılaştırması yapmak pek mümkün değil çünkü bölgeye ve şube büyüklüğüne göre çok değişken. öte yandan kur farkından ötürü burada büyük bir farklılık olduğunu sanmıyorum.

    hizmet:
    herhangi bir yemek satış sitesine girip yorumlara baktığımızda insanların sadece şikayet ettiğini görüyoruz. eksik ürünler, soğuk ve kötü hazırlanmış yiyecekler. kimi yanık kimi pişmemiş etler. 3 saati bulan teslimat süreleri... liste uzar gider. peki şirketler çözüm sağlama konusunda ne yapıyor? hiçbir şey yapmıyorlar. tüketim yapanlar mağdur olduklarıyla kalıyorlar. şubelerde yaşanan olaylar hakkında da pek çok şikayet mevcut. eksiksiz bütün şirketlerin şikayetvar üzerinde yüzlerce çözülmemiş şikayeti bulunuyor. oldukça kötü bir hizmet anlayışı mevcut ve bu artık şirketler adına normal, göz ardı edilebilir duruma gelmiş.

    mcdonaldsdan yapılan bir siparişin teslim edildiği durum görsel

    sonuç: tüm giderleri tl olan, kur avantajına sahip olmasına rağmen fiyatları amerikadaki eşdeğerlerinden daha yüksek olan bu şirketler daha kalitesiz, daha küçük içerikleri daha kötü bir hizmet ile müşterilerine sunuyor. bunları yaparken de çalışanlarını yoğun iş koşulları sebebiyle mağdur ediyor. müşterilerin geri dönüşlerine asla cevap verilmiyor ve hatalı eylemleri sonucu herhangi bir yaptırıma uğramıyor.

    dipnot: fast food ürünleri sağlığa zararlıdır ve az tüketilmesi gerekir. başlığın amacı kötü ve fahiş fiyatlı hizmet veren ünlü fast food şirketlerini eleştirmektir.

    kullanılan kaynaklar:
    amerikadaki menü fiyatları
    fikir oluşturması adına malzeme fiyatları
    tahmini çalışan ücretleri

    edit: amerikada ikamet eden bazı yazarların uyarısı üzerine kaynakta menü fiyatları yerine tekli burger fiyatları yazıldığı bilgisi geldi. bu bilgi üzerine gerekli düzenlemeler yapıldı.

  • insan zaman zaman varoluşsal bunaltılar yaşayabilen bi' varlık. varoluşsal bunaltılar yaşıyor, o hâlde var.

    entelektüel insan darlandığı zaman kaygısal devinimlerin izdüşümsel yansıması başlığına 85 paragraf entry girer, "rastlantısal varoluşu bilincim kabul etmiyor" deyip konu üzerine makale falan okur, gider kendine yeni fularlar alır. peki ben ne yaparım? buzdolabını açıp aval aval bakarım, yarım limona üzülürüm, böyle varoluşsal bunaltılar yaşamama şaşırır, nihilisttim* lan ben niye varolmanın bunalımını yaşıyorum ki, yoksa kendimi tanımıyor muyum diye daha da bunalıma girerim, halıda yatarım, tavanı izlerim. izlerdim daha doğrusu.

    bekârlık sultanlıktır, yalnız yaşamak imparatorluktur temalı yaşamıma annem bayram ziyaretine geldi. içim daraldıkça evin içinde dolaşıyorum. "evin içinde niye manyak gibi dolaşıyorsun?" diyor. halıda falan oturuyorum, "yavrum mis gibi koltuk var kalksana yerden." diyor. en sonunda dışarı çıkıp hava almaya karar verdim. hava dışarıdan bedavaya alınabilen katma değerli bi'şey. ezkaza dışarıdan bi'şey lazım mı diyecek oldum ve evden elime tutuşturulan ince bi' dostoyevski romanı uzunluğundaki alışveriş listesiyle çıktım. yazarı annem. yakında tüm kitapçılarda rafları süsleyecek. neyse. benim varoluşsal bunaltılarım sonucu eve yeşil sebze girdi yıllar sonra. benim varoluşsal bunaltım en azından bi' işe yarıyor.

    şu sahte paraları anlamak için kullanılan mor ışığı üzerime tutsalar üzerimde 55 puntoyla "benim ne işim var bu hayatta" yazar vaziyette sokaklarda boş boş dolaşmak istiyordum. evin bayram kalabalığından uzaklaşır biraz da sokakların kalabalığına üzülürüm diye umuyordum. sonra da kendimi "aman en azından sokaktaki insanlar çevirip kaç para kazanıyorsun, ne zaman evleneceksin, ev almıyor musun ev al kendine bi' tane" diye insanı darlamıyorlar diye avutmayı düşünüyordum. ama cebimde sokaktaki varlığımın izin kâğıdı olan alışveriş listesi vardı, direkt markete gittim.

    markette ürünü tüketip ambalajı kasadan geçirmek isteyen bi' adamın sebep olduğu ufak çaplı krizin ortasına düştüm. adam hansel ve gretel'deki gibi yürüdüğü yollara kırıntılar bıraka bıraka gezmiş tüm marketi. yolunu kaybetmekten korktuysa demek. bi' de alamancı bi' aile vardı. türkçe bildiği hâlde konuşmayan bi' kadın yüzünden kasada sıra oldu. kasiyerin gözlerinde magmayı gördüm. bayram günü bu beyinsizlerle uğraşan market personeline bakınca hayattaki varlığımı sorgulayışım biraz olsun azaldı. sonrasında kasiyerin 25,90 lütfen lafına kafasını gömdüğü telefondan kaldırıp cevap vermesi 15 dakika süren bi' ergen yüzünden insanlığa olan inancım tazelendi. gelecek kuşaklar da en az bizim kadar mal oluyor, çok fazla kuşak çatışması yaşamayacağız diye sevindim.

    eve dönerken aldığım orduluk erzaklarla dolu poşetler parmaklarımdaki kan dolaşımını kesti, kangren olma tehlikesiyle hızlı hızlı yürürken varoluşumun sancısı tamamen geçti. teşekkürler anne. iyi ki varsın.

  • annemin kankası olan ayten teyze oğlu nişanlıyken müstakbel gelininin annesinin evde çocuk bakmasına kafayı takmıştı. müstakbel gelinin annesi ücret karşılığı, yarım günlüğüne 6-7 yaşlarındaki çocuğa kendi evinde bakıcılık ediyormuş. bunu da ek gelir olsun diye yapıyormuş. ayten teyze "vay efendim benim dünürüm nasıl çocuk bakar" diye kafayı takmış bi kere. sonunda ayten teyze oğlunun başının etini yiyerek "nişanlına söyle annen kaç para alıyorsa çocuk bakmak için, biz kendi maaşımızdan ona veririz de" diye beyin yıkama yapıyor. oğlan da nişanlısına bu cümleyi kurunca kız da küçük görüldüğünü anlayıp düğüne günler kala nişanı atıyor. ayrıca kızcağızın ilk küçük görülmesi değilmiş. birikmişlik varmış. her neyse ayten teyzenin oğlu şu an başka bi kızla evlendi. yeni kızın babası iflas ettiği için kız yıllardır babasının borcunu ödüyormüş. ayten teyzenin yıllar önce küçük gördüğü ailenin borcu harcı yoktu. ayağını yorganına göre uzatan bi aileydi. biraz ilahi adalet oldu sanki bu durum. *

  • hakkinda soyle bir yorum vardir:

    lk kişisel bilgisayarımın 3 gb hdd si vardı, 2500 dolar para vermiştim. arkadaşlarım ne depolayacaksın o kadar demişlerdi. şimdi artık flash bellekler 1 tb olmuş. yaşlanıyorum galiba. ha bide araba parasına alabiliyorsunuz aleti ama olsun. evi satıp bundan 20 tane falan alıp bir köşeye koymayı düşünüyorum. 2 yıl sonra çocuklar hepsini satıp 3-4 tane simit alabilirler, harika yatırım.

    katilmamak elde degil.

  • altay hatalı gol yemeseydi yapılmayacak olan açıklamaydı. fenerliyim ama gerçekler bunlar. ali koç dedik vizyon dedik aziz yıldırım'ı aratıyor.

  • izlediğim en iyi aksiyon filmlerinden. senaryosu vesaire çok sağlam değil evet fakat mads mikkelsen gerçekten psikopat, katil, ruhen hasta tipleri oynamak için evrimleşmiş. bir insana bir rol bu kadar mı yakışır?

    benim için; film evreninde 6/10 puan, aksiyon filmleri evreninde 9/10 puanı hak ediyor.

  • kendisinin gerçek yüzünün bir gün görüneceğini biliyordum. birkaç ay önce beşiktaş'ta açtığı yeni mekanının açılış kadrosunda barmendim. kendisi daha tadilattayken apar topar herkesi işe başlatıp angarya iş yaptırdı, maaşları asgariden konuşup tüm personelin önünde "arkadaşlar sizleri burda evinizmiş gibi çalışmanızı istiyorum burada çok çalışan çok kazanacak, biz diğer kan emici işletmeler gibi olmayacağız, iyi çalışırsanız size istanbuldaki en yüksek maaşları vereceğim açılıştan sonra ilk işim bu olacak" dedi, hepimiz moloz taşırken ve çıkan çöpü toplarken. kimsenin böyle bi beklentisi yoktu, herkes sektörde yıllarını vermiş tecrübeli ve donanımlı personeldi, hepimiz en lider yerlerde iyi pozisyonlarda çalışmıştık. sektördeki ortalamayı verse kafiiydi. bu sözünü tutmadı. 1 ay içinde 5 müdür kovdu. kimsenin üstü altı belli değildi. kaos vardı. mekanda 2 ay olmuş hangi işletme sahibi bir kez olsun personeliyle miting yapmaz? tanışmaz? derdini sormaz? "arkadaşlar merhaba, hypetia'ya hoşgeldiniz. biliyorum çok yoruldunuz, çok fedakarlık yaptınız. 14 16 saat çalışıyorsunuz. hepsini görüyorum ve emin olun ki açılış süreci bittiğinde hepinizle ilgileneceğim. bakın x müdürünüz yeni geldi, bundan sonra muhatabınız odur, sorusu önerisi olan var mı yoksa hep beraber ekibi tanıyalım" diyebilirdi. ama 2 ay boyunca mekanın dekoruyla ilgilendi. herkes fazla mesai yapıyor ama maaşını bile net bilmiyordu. personelle iletişim kurmadan bütün gün oval masasında mekana daha nasıl bir dekorasyon objesi koyabilirim diye asistanlarıyla toplantı yapıyordu. mekan açıldığında daha menü basılmamıştı menü! ama azra'ya göre her şey mükemmeldi. daha kasiyeri yoktu mekanın, bir stajyeri zorla kasiyer yapıp her hatasında mobbing uyguladılar. bara da kimseyi bulamadılar, çünkü barmenleri tiplerine göre yargılayıp işe almadılar. 1 ay boyunca açılış kapanış tek başıma çalıştım. ve ben her allahın günü orayı ve orada olmayı çok seviyormuşçasına çalıştım. çünkü öbür türlüsü içime sinmezdi. sonra barın başına azra arkadaşının oğlunu getirdi. 1.5 sene barboyluk yapmış 24 yaşında bir çocuk. iş bilgisi sıfır, yani ciddi anlamda sıfır, ben onun 3 ay bile bar gördüğüne inanmıyorum. neyse. işletmeyle ilgili olumlu iş yapan, azraya burayı daha iyi işler hale getirmek isteyen tüm müdür ve personel görmezden gelindi. müdürlere önce 3500 denip 2500 maaş yattı. erkeklerin düşüncesinden nefret ediyor, etrafında ona hayran erkek görmek istiyordu. benim de maaşım 2 kere eksik yattı. biri asgari olan ilk ay, diğeri de azrayla yüzyüze konuştuğum maaş olan 3000 liranın olduğu maaş. bu şekilde de bezdirip istifamı verdim diğer herkes gibi. oraya giden de bilsin ki oradaki personeli çok iyi söğüşlüyorlar. zaten bu zihniyetle de çok başarıya ulaşacağını sanmam. hayatınızda hiç görmediğiniz, tanımadığınız, cafcaflı cümleler kuruyor diye spiritualist ilan ettiğiniz kendine psikolog diyen insan personele kendi hatası olmayan sebeple bağırarak rencide ediyor. derdini sormuyor. bu insan mı kadınlara yol gösterecek? bu insan mı kitap okumanın ne kadar medeni bir şahsiyet yarattığına bizi inandıracak? biraz örnek aldığınız insanları seçerken seçici olun ya. ego akıyor kadından ego. onu görmek için mekanına gelen misafirlerle muhatap bile olmak istemeyen, çünkü hayranlarından dahi nefret eden ve arkalarından surat ekşiten azra, ne ekersen onu biçersin. her şeyin sahte. ve çok zevksizsin bu arada.