hesabın var mı? giriş yap

  • yine bir dezenformasyon. hadi neyse doğru diyelim. adam tayyip erdoğan'a gel beraber çıkalım dedi. çıksaydı reis siz de girebilseydiniz o zaman salona

  • eskişehir belediye başkanı yılmaz büyükerşen 1999 yılında şehri devraldığında, ilk etapta tramvay, tarihi yerlerin restorasyonu ve müzecilik alanlarında faaliyetlere başlamıştı.o dönem genç/yaşlı herkes "tramvayın eskişehir için gereksiz olduğu", "eskiden meyve sebze hali olarak kullanılan yerlerin restore edilmesine gerek olmadığı" "müzenin ne işe yarayacağı" gibi şikayetlerde bulunmuşlardı. 2004te neredeyse seçimleri kaybediyordu. aradan 23 sene geçti eskişehir anadolunun bozkırında bir turizm şehri oldu. -her ne kadar kendisinden hoşlanmasam da- yılmaz özdil'in eskişehiri özetleyen bir yazısı

    konuyu yerebatan sarnıcına bağlayacak olursam; istanbul'da metro, restorasyon, müze, altyapı ve öğrenci/gençlere destek faaliyetleri ön planda. tıpkı eskişehirin 2000lerin başındaki hali gibi.ancak istanbulun toparlanması eskişehirden çok daha uzun zaman alacaktır. bu tarz projeler bana istanbul hakkında ümit veriyor. umarım yeterince sabırlı olabiliriz.

  • vedat bey'in başına gelen düpedüz zorbalık. bunun iyicil bir açıklaması olamaz. bir ihtimal karşıdaki mizah yaptığını düşünüyor olabilir ama yapamamış, hem nobranlık yapmış hem de komik değil. ama bunun dışında da sosyal medya üzerinde yaşanan kabalıklar, kırıcı tutumlar, hakaretler birçoğumuz için yabancı değil.
    şimdi size bunun neden böyle olduğu hakkında fikir vermek için başta ilgisiz bulacağınız iki senaryo yazacağım.

    birinci senaryoda yoğun bir insan kalabalığı olan bir kaldırımda yürürken, önünüzde bir insan yere düşüyor ve yürüme yolu tıkanıyor. ne yaparsınız? yardım etmeye çalışır ya da kalkmasını beklersiniz. adama/kadına bağıran, hadi kardeşim diyen, küfreden olmaz (bunları yaparım diyen varsa tebrikler: sosyopati testini tam puanla geçtiniz)

    ikinci senaryoda trafikte seyir halindesiniz, yolun ortasında bir araba yavaşlayıp durdu ve trafik tıkandı. insanların yüzde doksanı (iyimser oran) kornaya basar, bir kısmı arabasının içinde bir kısmı kafasını camdan çıkarıp bağırır, bir kısmı bunların üstüne bir de küfreder.

    bunun önemli bir nedeni, insanı form olarak ve daha da iyisi yüz ifadesiyle görmenin karşısındaki kişinin empati duygusunu tetikleyen ayna nöronları aktive etmesi. aracın içinde bir insan olduğunu bilsek bile bunu görmediğimiz, o kişinin sıkıntılı yüz ifadesini okuyamadığımız zaman o insanı, insan olarak algılamamız kısmi oluyor. empati yoksa acıma, merhamet, ılımlı davranış azalıyor; öfke, zorbalık artıyor.

    internet üzerinden insanî ilişki kurulmaz demiyorum. ama burada gördüğünüz insanları gerçek birer kişi olarak algılamanız için birebir bir ilişkiniz olması gerekir. bir insanı tanımak onun hayatına şahit olmak, acısını sevincini paylaşmak, karanlık ve aydınlık yanlarını bilmek demektir, onun dışında sadece birinin gölgesini görüyor ve onunla muhatap oluyorsunuzdur ve gölgelerin üstüne basmak vaka-i adiyedendir insan için.

    burada unutması kolay ama hatırlaması elzem olan şey, her gölgenin bir sahibi, o sahibin bir yüzü ve o yüzün ardında bir kalp ile koskoca bir dünya olduğu.

  • pilota "sanane be, sen işine bak" diyen arkadaşlar, siz daha otobüs içerisinde nefes almak için zıplamak zorunda kaldığınızda hala arkalara ilerleyin diyen otobüs şoförüne gıkınızı çıkartamıyorsunuz, o uçaktaki her açıdan tek yetkili adama mı akıl vereceksiniz?

    bunu türkiye'de değil de bir amerikan havalimanında yapsan, anında tutuklanırsın. bak uçaktan indirilirsin falan demiyorum, tutuklanırsın. amerikan vatandaşıysan 5 yıl uçuş yasağı yersin, vatandaşı değilsen sınırdışı edilirsin ve vizen iptal edilir.

    uçak lan bu uçak, dingonun ahırı değil. deplasman uçağı falan da değil, bildiğin tarifeli uçak. ne hostes senin bağırmanı dinlemek zorunda ne de diğer yolcular. ben uçakta tezahurat yapmak istiyorum diyorsan kiralarsın kendi özel uçağını, istersen uçakta halay çekersin.

  • günün anlam ve önemine binaen: iyi ki doğmuş, iyi ki benim amcam olmuş!

    kendisinden hep çocukluk arkadaşım, kahramanım ve çocukluğumun sığınağı diye bahsederim; lakin o aynı zamanda benim öğretmenim de. çoğu zaman bu mühim detayı eklemeyi unutuyorum.

    onun maceralarında daldığı saklı hazineler olmasaydı, çocukluğumda ve ilk gençliğimde bir süreliğine de olsa arkeolojiyi merak edip "büyüyünce arkeolog olucam ben"* diyebilir miydim, o akılla sonradan arkeoatlas da dâhil nice yayının ve belgeselin peşine düşer miydim hiç! ya da karelerinde öğrendiğim özet bilgilerin aşkına düşüp tarihe, kültürlere ve mekânlara meraklı bir insan olabilir miydim, o konularda nitelikli yazarların ve eserlerin izini sürebilir miydim! bazen düşünüyorum da, o maceralarının içine serpiştirilen minik bilgiler beni farkında olmadan eğitip bugüne hazırlamış, yol haritamı çizmiş resmen! o yüzden amcamı öğretmenim olarak da anıyor, o açıdan da hürmet göstermeyi bir borç biliyorum.*