hesabın var mı? giriş yap

  • devlet maske dağıtmak zorundadır.

    maskemi var lan ortalıkta.

    1 aydır hasta olan taksın dediniz maske. hastaya kalsın diye almadık, depolamadık, stoklamadık.

    ben nasıl bulacağım bu açıklamadan sonra?

    ben nasıl para vereceğim maskeye?

    herkesi zengin mi sanıyorsunuz?

    belediyeler dağıtmaya başlamış- ankara ve istanbul - yetmez ama iyi adımlar. merkezi hükümette halkına hızlıca destek vermelidir.

  • 1990 yılında japonya’da saptanan kırık kalp sendromunun bir diğer adı da takotsubo sendromudur. ayrıca 1846'da george man burrows da, british foreign and medical review'de yayınlanan makalesinde nörokardiyak bağlantıya dikkat çekmiştir. kırık kalp sendromu beyin ve kalp ekseninde gerçekleştiğine dair güçlü kanıtlar olsa da hala tam olarak anlaşılabilmiş değildir. genellikle duygusal travma sonucunda görülen bu sendromda kalp kasının pompalama işlevi geçici olarak etkileniyor ve kalp kası zayıflıyor. böyle bir durumda kişide kalp krizine benzer, göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkıyor. başka bir araştırmaya göre ise mutluluk da bu sendroma neden oluyor. araştırmaya katılanların %96’sında sendrom üzüntü ve stresle, %4’ünde ise olumlu bir olayla tetiklenmiş. mutlu veya üzücü bir olayın neden olduğu bu sendromun her iki şekli de kadınlar ve yaşlılarda daha yaygın görülüyor.

    "duygular beyinde işlemden geçiriliyor, dolayısıyla hastalığın beyinde başlayıp kalbi etkilediği fikri akla yakın."

    kırık kalp sendromu hastalarının belirtiler başlamadan önce beyin taramaları olmadığı için hastalığın tam olarak nasıl gelişim gösterdiği halen çözülebilmiş olmamakla birlikte tts'nin birçok nedeni olması muhtemel olsa da, bu bulgular merkezi sinir sisteminin belirli bölümlerinin işlevindeki değişikliklerin, stresli bir tetikleyiciye yanıt olarak bir tts olayının başlamasına neden olabileceğini göstermektedir.

    kısaca beyin ve kalp etkileşiminin bir sonucu olarak görülmektedir.

    sadece bilgisi bile imgeleri tekrar tekrar sorgulamaya ; gamı, kederi, hüznü ve yeisi kavramsal olarak yeniden değerlendirmeye; werther'ı akla getirip hülyalara dalmaya davet eder. böyle ruhsal buhranlar sırasında bir an durup bobby mcferrin'in acapella şarkısına yoğunlaşmak kalbe iyi gelir. :)

    in every life we have some trouble
    but when you worry you make it double
    don't worry, be happy

    https://www.youtube.com/watch?v=d-dib65scqu

  • bundan 5-10 sene sonra ekonomik açıdan bugünlerden bahsedilince mevcut durum hakkında büyük ihtimal ''iktisadın intikamı'' tabiri kullanılacak. bundan sadece 1 yıl önce ekonomi kanallarında ciddi yorumcular ''yeni normal''den bahsediyorlardı. ''yeni normal''e göre iktisadın en temel teorileri bile artık hatalı sonuçlar veriyordu, dünya ekonomisinin eskisi gibi değildi; internet,iletişim araçları, gelişmiş ulaşım araçları vb. yenilikler nedeniyle dünya ekonomisi artık çok daha verimliydi ve bunu ekonomistler bile geç fark etmişti. eskiden normal kabul edilmeyen birçok durum artık normal olacaktı !

    ekonomiye merak saranların ilk sorduğu soru olan ''neden para basarak borçlarımızı ödemiyoruz ?'' sorusuna bu yeni akım ''çok da şey etmeyin ama basın gitsin'' mantığıyla yaklaşıyordu yani 2008'den sonra basılan devasa paranın çok da risk oluşturmadığını hatta dünyadaki verim artışı sebebiyle çok daha fazla para basma kapasitesi olduğundan bahsediyorlardı enflasyon uzun süre daha küresel çapta geri dönmeyecekti !

    bir ekonomistin ekonomiden bu kadar kopması anormaldi ama 2011-2017 arasında basılan devasa paraya rağmen bir türlü ortaya çıkmayan enflasyon insanları bu fikirlere itti; dünyanın en büyük merkez bankasının(fed) başkanı bile(j.yallen) neden ekonomide enflasyon oluşmuyor sorusuna ''bilmiyorum'' cevabını verebiliyordu.

    bugün yeni normalden bahseden kişi ekonomist olarak anılma konusunda risk yaşar. 2017'de fed'in üç defa faiz artırımını mümkün görmeyen saygın otoriteler şimdilik 4 artırımı garanti olarak kabul ediyorlar. fed'in çok önem verdiği ön görülebilirlik olmasaydı ya da abd'i trump gibi bir meczup yönetiyor olmasaydı 4 faiz artırımı bile iyimser bir senaryoya dönüşebilirdi !

    geçen senelerde küresel boyutta borsalar,emtialar vb. her varlıkta o kadar büyük balonlar ortaya çıktı ki piyasa bunlarla yetinemeyip yeni balonlar oluşturabileceği varlık biçimleri üretti.(kripto paralar)

    belki küresel şartlardaki aşırı rahat ortam herkesi ''yeni normal'' saçmalığına sürüklemedi ama en makul stratejistler bile gelen fırtınayı göremediler. 2018 başında gop(gelişmekte olan piyasalar) borsalarının sene sonlarına kadar rekordan rekora koşması bekleniyordu ! nisan ayında bile gop merkez bankaları faiz indirimlerine devam ediyorlardı ki mayısta resim tamamen değişti yani sadece türkiye'de değil dünyada bile yaygın şekilde sadece bir ay sonrası bile ön görülemedi !(biz o dönem %7'ler civarında büyümeyi planlıyorduk !)

    -arjantin'de kriz ortaya çıktı; tükiye'de durum kritik ve görünen o ki daha birçok ülke çok ciddi sarsıntı yaşayacak.

    sene başından beri msci gelişmekte olan ülkeler endeksine göre dolar bazlı olarak ülkelerin endekslerindeki değer kayıpları şu şekilde-;(geçen haftaki veriler)
    türkiye-%52
    brezilya-%19
    g.afrika-%19
    endonezya-%18
    filipinler-%17
    macaristan- %15
    bu şekilde gidiyor. aynı dönemde msci dünya endeksi ise %2,5 artıda !

    yine aynı dönemde;
    türk lirası %34
    arjantin pesosu %33
    brezilya reali %13
    rus rublesi %11
    güney afrika randı %9 değer kaybetti.

    peki küresel şartlarda bozulma başladı mı? abd, faiz artırıyor ama henüz nötr faiz oranına bile (ekonomik aktiviteyi ne destekleyen ne de yavaşlatan) bir sene kadar uzak üstelik nötr seviyeye ulaştıktan sonra bile faiz artırımına ihtiyaç duyabilecek bir görünümleri var. ingiltere'de az biraz faiz var, avrupa ve japonya merkez bankalarının ise faiz oranları halen negatif ! parasal genişleme daha yeni zirvesine ulaştı ki bu basılan paralar uzun yıllar içinde geri toplanacak yani en az 3-5 sene bunun etkisini göreceğiz. girdiyi çok uzatmamak için örnekleri uzatmıyorum, sadece bu iki ötnek yeter mevcut riskler ise bundan çok daha fazla...

    gop'ta çok uzun yıllar sürmesi muhtemel bir maraton başladı ama yarışmacıların hepsi daha 100. metrede nefes nefese. bu girdi türkiye hakkında değil; türkiye'nin en kötüyü görüp görmediği henüz net değil ama bizim yaşadığımızı daha birçok ülkenin yaşama riski ciddi şekilde mevcut. asıl sorun ise bu dayağın sadece gop ile sınırlı kalıp kalmayacağı ! bu dayak gelişmiş ülkelere de sıçrarsa dünya şu son yedi yılda yaşadığı bolluk kadar kıtlık da yaşayabilir.

    gop'un borç riskini bir girdide yazıp buraya link olarak ekleyeceğim.

  • bir düzeneğin anlayabilip anlayabilemeyeceği sorununu inceleyen düşünce deneyi. aslında sorun bir düzeneğin "anlayabilmesi" olarak değil de, bir "zihin" sahibi olması şeklinde ifade edilirse daha doğru olur. zira anlamak demek, (kişi kendinden bilir ki) düşünmek demektir, zihin demektir, ve (yine kişi kendinden bilir ki) zihin "nesne"mize ait olmaktan çok, "içimizde" var olan bir şeydir. bir düzeneğin zihin sahibi olmasını kabullenmek insanın sağduyusuna aykırıdır, çünkü düzeneği oluşturan alt parçaları bilmekteyizdir, bunlar nesnelerdir, yani düzenek de nesnedir. düzeneğin zihin sahibi olmasını kabullenmek masanın sandalyenin, taşın, ağacın da zihin sahibi olduğunu kabullenmek anlamına gelir.

    bilim giderek insan vücudunun işleyişini daha çok ortaya çıkarıyor, ve görüyoruz ki insan vücudu da bir nesnedir. ve bu nesne zihin sahibidir. insanın zihin sahibi olduğunu kabul edip insanla aynı işlevleri gerçekleştirebilen başka bir nesnenin zihin sahibi olmadığını iddia etmek, insan zihnini diğer nesnelerden ayıran "nesne olmayan" bir etkiyi kabullenmek olacaktır. şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, masanın kendi maruz kaldığı ve tepki verebildiği etkiler alemi uyarınca bir zihin sahibi olduğunu kabul etmek, insanın nesne olmayan "ruhani" etki sayesinde, yani "ruh" aracılığıyla bir zihin sahibi olduğunu kabul etmekten çok daha bilimseldir.

    insan olmayan nesnelerin ve düzeneklerin zihin sahibi olacağını kabul edersek eğer, birden çok insandan oluşan düzeneklerin, insanlar ve başka nesnelerden oluşan düzeneklerin, yani insanın alt parçası olduğu üst sistemlerin de zihinleri olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.

    kural olarak diyebiliriz ki, dış etkileri algılayan ve bu etkilere depki veren her "şey" bu algı karar mekanizmasının içeriğinden oluşan bir "zihin" sahibir.

    çin odası düzeneğinin çinceyi anlamadığı doğrudur, çinceyi anlayabilmek için ülke, dil, toplum, kültür gibi karmaşık kavramların oluşabileceği insan zihni kadar zengin bir zihin gerekir. ancak çinceyi anlamamak hiç bir şeyi anlamamak demek değildir, bir "anlayış" sahibi olmamak demek değildir. çin odası, kartların etkileşimini belirleyen kuralları ve içindeki adamın kartlara yönelik "davranışlarını" içeren bir "zihin", bir kavrayış, bir "anlayış" sahibidir. ve benzer şekilde, (malesef bilimsellik adına iddia etmek zorundayım ki) iki arkadaştan oluşan bir arkadaş grubu, birlikte karar verip hareket ettikleri müddetçe iletişim kanallarını ve davranış alanlarını içeren, bu iki kişinin de zihninden bağımsız ve ayrı bir zihne sahiptir. ve hatta (yine iddia etmek zorundayım ki) bir insan tornavida ile duvardan vida sökmekte iken, insan, tornavida, vida ve hatta duvardaki yivlerden oluşan grubun, her parçasının davranış ve ilişkileri çerçevesince bir zihni vardır. ve hatta (yine iddia etmek zorundayım ki) vurduğumuz zaman kırılmaya karşı koyan bir taş, tekme algısı ile moleküler bağlarının etkileşimini içeren bir zihin sahibidir. bu zihinler alt zihinlerin işlevlerinden oluşur, ama alt zihinler üst zihnin kavrayışından, anlayışından haberdar değildir.

    çin odasının bir anlayışa sahip olabilirliğinin kabullenilmez oluşunun önemli bir nedeni de, sistemin alt zihinlerinden birinin insan oluşu, ve insanmerkezcil bakış açısı nedeniyle tüm sistemin bu insanın kavrayışına sahip olması beklentisidir. oysa ki her sistem kendi alt ve üst sistemleriyle entegrasyon halindedir ve her sistem kendi üst sistemiyle değerlendirildiğinde bir çin odasıdır. örneğin şu an bilgisayar başında ekşi sözlüğe yazı yazıyorum. yazı yazarken zihnimdeki kavramların birbirleriyle etkileştikleri karmaşık bir işleyiş vuku buluyor. bir "zihin" kavramını düşünürken çocukluk anılarımdan önümde duran bardağa kadar pek çok düşünceyi birbiriyle etkileştiriyorum. bu süreçte "bardak" kavramı kendi formasyonu dahilinde çeşitli davranışlar sergiliyor. bardak kavramı zihnimin bir ögesi, zihnimin içinde olduğu için onun "zihinsel" (sözüm ona ruhani) yapısını hissedebiliyorum. ama bardak kavramının ekşi sözlükten haberi yok. ekşi sözlük internet ortamında var olan bir sistem. elektronik aksamdan ve beş bin kadar insandan oluşuyor. ve benim bu bütünün işleyişinden haberim yok. evet, mantık yürüterek ve öğrenerek zihnimdeki "ekşi sözlük" kavramını geliştirebilirim ama bu sadece benim zihnimdeki bir kavramdır. çin odasındaki adamın çince anlamasının beklenemeyeceği gibi benden "fiber optik kablodan veri aktarımını" anlamam beklenemez. ekşi sözlük kendisine etki eden etkilere tepki verir, örneğin yazılım altyapısında ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar için mikrosoftla anlaşmalar yapabilir. ancak ekşi sözlüğün, yaptığı bu hareketin de içinde bulunduğu ülke ekonomisi, ülke kültürü, ve hatta dünya ekonomisini ve kültürünü "anlaması" beklenemez.

    evren herbiri içi içe geçmiş çin odalarından oluşmaktadır ve her zihin sahibi "şey" kendi zihinsel varoluşunun yalnızlığına mahkumdur. insanlar, anlayışı ve zihni kendi tekellerinde varsayıyorlar ancak çin odası sorunu öz itibariyle sadece çin odasıyla yahut ilerde varolacak androidlerle ilgili bir sorun değil, her bir diğer birey için geçerli bir sorundur. arkadaşımızla aynı şeye bakıyoruz ama aynı şeyi görüp aynı şeyi mi hissediyoruz? neden bir androidin zihinsiz bir zombi olübileceğini düşünüyoruz da arkadaşımızın zihinsiz bir zombi olabileceğini düşünmüyoruz? çünkü insan sosyal bir hayvandır ve kendini diğer toplum üyeleriyle, bireylerle özdeşleştirmeye içgüdüsel olarak programlıdır. kendine benzeyenleri kendi gibi varsayar. sadece "kendine benzeyenler" tanımının kapsamı değişebilir. insan, bana küçükken "hayvanlar düşünmez" diye öğretenler gibi sadece insanları kendinden sayabilir, hayvanlar için "onların da canı var" diyerek hayvanları da kendinden sayabilir, zencilere her türlü zulmü hak görerek sadece beyazları, hatta sadece "beyaz, anglosakson, protestan"ları kendinden sayabilir. yahut tasavvufta olduğu gibi "nefs"i sınıflandırırken "nefs-i tabii" diyerek cansız nesneleri, "nefs-i nebati" diyerek bitkileri, "nefs-i hayvani" diyerek hayvanları, "nefs-i insani" diyerek insanları, nefs sahibi olmak hususunda özdeşleştire de bilir. tabi tasavvufta nefs-i insani'den sonra insan-ı kamilliğe doğru gidiliyor ama şahsıma soracak olursanız nefs-i insani'den sonra "nefs-i içtimai", yani toplumsal nefs gelmelidir. bu gün bilim adamları karınca topluluklarını topluluktan öte "süper organizma" adı altında inceler ve değerlendirirken nefs-i içtimai kavramı pek abes kaçmasa gerektir.

    ancak şundan eminim ki insanların, kabullendikleri çevredeki bireyler dışındaki varlıklarla özdeşleşmeleri, çin odasının kendince bir anlayış sahibi olmasını kabullenmeleri, nesnelerin zihin sahibi olabileceğini düşünebilmeleri uzak ihtimaldir. zira ekonomiye her zaman "bizden olmayan", zulme layık bir iş gücü gerekir. bu ekonomilerin ideolojileri, zaten sosyal içgüdüleri dolayısıyla kendilerine bir "bizden olanlar" sınırı çizmeye eğilimli insanlara, gelecekte de sınırın ne olduğunu anlatacaklardır. geçmişte zenciler sınırın dışındaydılar, bu gün üçüncü dünya insanları sınırın dışındadırlar, ve önümüzdeki yüzyıllarda, alım satım fiyatları belli, ticari birer eşya olarak pazar oluşturacak androidleri zor günler beklemektedir. "yoksa android içi boş bir zombi mi" tartışması geleceğin ideolojisinin bu gün yapılan alt yapı çalışmasıdır.

  • her fırsatta sandık, seçilmişler, milli irade diye haykıranların yine her fırsatta kendilerine bu seçme hakkını verenlere sayıp sövmesi kadar büyük bir mantık hatası barındırmaz.

  • karnesini gösteren ilköğretim öğrencilerine yeter ki okusunlar diye ücretsiz kitap dağıtan bir şirkette, elinde pek de parlak olmayan bir karne ile gözüne kestirdiği bir masaya yaklaşıp son derece mahçup bir eda takınarak ''sadece takdir ve teşekkür belgesi alanlara mı kitap veriyorsunuz?'' diyen bir çocuğun; çalışanın ''olur mu öyle şey? ver bakalım karneni? hmm...fena değilmiş. ama bence sen seneye daha çok çalışıp takdir belgesi alacaksın, bana öyle geliyor. al bakalım kitabını.'' demesi üzerine yüzünde açan güllerin sayısına ve elinde kitabıyla sekerek uzaklaşmasına şahit olmak.

  • kayınçosu cem yılmaz sahneye eşofmanla çıkınca neden kovmadığını merak ettiğim kişi. cem yılmaz'ın 19 yaşındaki bir çocuktan ne gibi bir üstünlüğü varmış ki sahnede eşofman giyebilme hakkına sahip olabiliyormuş acaba, anlatsın da dinleyelim.

    edit: geç gelen imla