hesabın var mı? giriş yap

  • bir kiz arkada$ oldugunu oğrenmi$, ya da zaten bilen ama sonucta kizi veya zaten kulliyen bir kizla ili$kiyi tasvip etmeyen annedir. bu anne bir zamandan sonra artik her firsatta sevgiliye veya ili$kinize laf sokar.
    [televizyon seyrederken] - aynen ya$anmi$tir-
    - ne zaman cikacaksin?
    - cikmayacam. evdeyim.
    - cikarsin cikarsin sen. $imdi bir telefon gelir cikarsin.

    stop.
    burada lafi dikkatli inceleyin "- telefon gelir cikarsin!" yani kiz seni donunda salliyor demeye getiriyor.

    - yok. cikmayacam.
    - sen gene de cikarsan gec gelme. azittiniz iyice. o'nun da anasi babasi var, merak ederler kizi.

    stop.
    "- gec saatlerde kizi opup yaladigini biliyorum." diyor burada acik acik. ana babasi sallamiyor bu kizi, o kizdan hayir gelmeze getiriyor.

    - cok gec birakmiyorum ki anne eve, 11'de en gec ak$am cikarsak.
    - biliyorum ben sizin 11'inizi.
    - neyse sen takma bu i$leri annecim. filmi seyrediyoz bak.
    - yok canim sen istersen git gene o kiza.

    stop.
    "- beni satip satip elin kizinin pe$inden gidiyosun, bunlari yaziyorum bir kiyiya..." diyor burada da.

    - anne cikmayacam yahu.
    - zrrrrrrr.
    .
    .
    .
    .
    - anne cikiyom ben.

    (bkz: anneler bilirler)

  • galatasaray yerine şampiyonlar ligi'nde mücadele edecek fenerbahçe'yi tercih ettim. (2010) -miroslaw stoch

  • tarihine baktığımız zaman, brütalizmin ilk kez ikinci dünya savaşı sonrasında avrupa'da ortaya çıktığını görüyoruz. tabii bunda savaş yüzünden tahrip olan şehirler ve tamamen ortadan kalkan binaların yarattığı boşlukların ve bu şehirleri yeniden inşa etme gerekliliğinin bir payı olduğu kesin. sanılanın aksine brütalizm kelimesi ingilizce'de gaddar, acımasız anlamına gelen brutal kelimesinden değil, fransızca bir tabir olan béton brut, yani işlenmemiş betondan geliyor. karşıtları tarafından genellikle soğuk ve ruhsuz olmakla itham edilen brütalist binalar, mimari tarihinin bağlamı içinde bakıldığında o zamanın sosyal ve siyasi vaziyetinin bir yansıması ve doğal sonucu olarak da değerlendirilebilir. her ne kadar 1980'li yıllara gelindiğinde brütalist akımın sonu gelmiş olsa da, modern mimari dahilinde bu akımın küçük çaplı bir yeniden doğuş yaşadığını da söylemek gerekiyor.

  • son yıllarda yapılan yeni televizyon anlaşması ile artan ve büyük çoğunluğunu yakın dönem kepazeliklerinin oluşturduğu kontratlar.

    bazıların sakatlıklar nedeniyle, bazıları ise yöneticilerin felaket kararları nedeniyle verilmiş. o paraya iskender yenir denilebilecek kontratlardan bazıları:

    chandler parsons 4 yıl / 95 milyon dolar
    hiç bir zaman üst düzey bir basketbolcu olamayan parsons paraların havalarda uçuştuğu yeni tv anlaşması döneminde mal bulmuş mağribi gibi üzerine atlayan grizzlies'e hayatlarının tokadını vurmuştu. bu arada allah herkese parsons şansı versin bir önceki kontratı da değerinin çok üstündeydi. chandler'ın kontratının bitmesine 2 sene var ve kendisi halen diz ağrılarından dinlenmekte.

    joakim noah 4 yıl / 73 milyon dolar
    dizleri bitmekte olan noah'a, zen master phil jackson "gel bizde bit" demiş olacak ki bu kontratı verdi. noah da bunu yaptı, 2 sene sonra takımdan kesilirken yeni takımı öteki yanağını uzatan grizzlies oldu.

    jerome james 5 yıl / 30 milyon dolar
    liseliler bilmez jerome james diye yürüyen bir bidon vardı. seattle da bir sezon 4.9 sayı 3.0 ribaund yaptı diye knicks 2005 yılının parasıyla (kabaca günümüz kontratına çevirmek için bedeli 2 ile çarpabilirsiniz) iyi bir starter maaşı çakıp 5 senede 90 maça çıkmış ve 2.5 sayı 1.8 ribaund'la oynamıştı. respect.

    jayson williams 6 yıl / 90 milyon dolar
    yıllarca nba'de sıradan bir oyuncu olan williams, yaptığı patlama ile ribaund krallığında rodman'ın ardından 13.6 ile ikinci sırada gelip 99 yılında bu kontratı almıştı. 30 maç oynayabildi. yaşadığı sakatlık sonrası emeklilik için güzel bir ikramiye almış oldu. nets ise ancak 3 yıl sonra jason kidd takası ile belini düzeltebilmişti.

  • gecenin bir yarısı hepimizin kopmasına sebep olan okuma hatası.
    şöyle ki..
    yer yamulmuyorsam meşrutiyet caddesi, bir dükkan vatan gazetesinin reklamını tepesine asmış, altta da dükkanın ismi: yakut kırtasiye...
    arabayla önünden geçiyoruz arkadan arkadaş atladı:
    nassı yaa vatan yahut kırtasiye yazmışlaarr...

  • 2004 yılındakilerden biri geldi aklıma.
    istatistik, ekonomi ve hayvani ingilizce terimler içeren çılgın bir sınav sonrası görüşmeye çağırmışlar. çok sonradan öğreniyorum ki o güne kadar o sınavda bana en yakın sonuç benim %30 altımda. benim bundan haberim yok tabi..

    iş yerinde arkadaşım da var, görüşme akabinde yemeğe çıkacağız beni bekliyor. kudurmuş adam beklerken.
    "hiç kimseyle yarım saatten fazla görüşmediler" deyince çüş dedim, 2 saat net sürdü benimkisi!
    konuştuğumuz şeyleri paylaşıyorum, aynı süreçten geçmiş arkadaşım yüzüme bakıyor aval aval.

    "oldu bu iş" diyor, "merak etme".

    bir hafta sonra haber geliyor. ben stres mülakatına girmişmişim meğer. hiç streslenmemişmişim, hiç hata yapmamışmışım!
    ahahahaha..
    gözüm bile seyirmemişmiş, bir gram terlememişim.

    iş zaten deli gibi stresli bir iş. olumlu bir cevap geldi sanıyorsun de mi sözlükçü?

    yok.
    yeterince istekli olsaymışım terlermişim, vay vay vay..

    dip not: alanında dünyada tek olan bu eşşekler battı krizle beraber

    son not: direkten dönmüşler, ben bir beddua daha patlayım :p

  • seneler önce bir furya vardı hani, "ünlülerin maç izleyişleri" diye, sanırsam zamane televolesi (ki o zamanlar spor ağırlıklıydı) önemli maçlarda ünlüleri evlerinde, cafelerde vs. maçı seyrederken çekip yayınlardı. böyle boş, böyle anlamsız bir konseptti.

    yine bu tür programlardan biri, kameraya alınan kişi ise bu sefer "müslüm gürses"... 3 büyüklerden biri avrupa takımının tekine karşı oynuyor, bir kahvehane dolusu insanla beraber maçı tüm dinginliğiyle müslüm gürses de izliyor.

    bizim takım bir noktada atağa kalkıyor, tüm kahvehane ahalisinde heyecan dorukta -müslüm baba sakinliğini koruyor-. atak devam ediyor, millet ayaklanıyor...ve en sonunda gol oluyor.
    ...herkes çığlık çığlığa, ayakta, birbirine sarılıyor, tezahuratlardı, haralasıydı, güreleseydi... lakin müslüm gürses hala oturuyor.?

    neden sonra, golden yaklaşık 1 dakika geçmişken, millet sakinleşip yerine oturmaya başlıyor, ve yüzünde hafif bir gülümsemeyle müslüm gürses o efsanevi repliğini sarfediyor:

    "evet, gol..."

  • amsterdam'da bir cafe'de oturmusuz arkadasla. geceyarisi olmus artik ve kalkmak uzereyiz. derken arka masamizda oturan hatunlardan biri koklaya koklaya boynuma kadar geldi. ve "parfumun cok hos la, markasi nedir?" diye sordu. hatun fransizdi o yuzden la dedi sanirim.
    benim de basima ilk kez boyle bisey geldigi icin sasirdim ve de acikcasi o parfumu ilk kez almistim. ilkin adi aklima gelmedi. sonra kiza dondum "victor hugo" dedim.
    "sahi mi? emin misin? victor hugo bizim bi vatandas ama ilk kez adina parfum duydum erkek arkadasima onerecem de" dedi.
    "cidden la, yalan borcumuz mu var la sana, victor hugo'dur parfumun adi" dedim.
    ben de ankarali oldugum icin la dedim sanirim.
    sonra kizlar peki tesekkur ederiz deyip kalktilar. telefonu cikardim ulan neydi harbiden adi diye baktim. viktor rolf cikti amk. viktor rolf & spicebomb. onceki parfumum de hugo boss oldugu icin benim beyin free style takilip viktor hugo diye bir parfum uretmis. mantiksiz da degil hani dusununce kizamiyorum da kendime o yuzden.
    yine de kotu bi izlenim birakmayayim diye kizin pesinden kostum ve parfumun adi viktor rolf'mus ya kusura bakma dedim. bu fransiz kiz da hemen oracikta birak simdi parfumu chàpchàlle deyip dudaklarima yapisti demek isterdim ama degil malesef ok deyip gitti.

    au revoir!