hesabın var mı? giriş yap

  • allah'tan belediye başkanı dedirtmiştir. mazallah bu zihniyet cumhurbaşkanı falan olsa kendine kaçak saray yaptırır.

  • doğru bir tespittir.

    benim sürecim de şöyle olmuştu:

    satılık ürün: çekyat
    gerçekten tertemiz, neredeyse hiç kullanmadık.
    kendi değeri 2000 tl idi

    - ilk fiyat: 800 tl
    arayan yok
    - ikinci fiyat: 500 tl
    arayan yok
    - üçüncü fiyat: 250 tl
    arıyorlar ama gelen yok
    - dördüncü fiyat: 100 tl
    arayanlar arttı ama hala gelen yok
    - son fiyat: 1 tl
    bir öğrenci aradı, "ben almak istiyorum ama nakliyeyi siz halledebilir misiniz?" dedi.

    orada bende film koptu, apartman görevlimize sordum. oğlu evleniyormuş, bedavaya ona verdim.
    bu kadar beleşçi ve şark kurnazı bir millet olamaz.

  • göğsümüzü kabartan üniversitedir. öğrencisiyle, hocalarıyla çok yaşasınlar. en son nuri bilge ceylan altın palmiye aldığında yaşadığım bir gururu yaşattılar. birkaç entry yukarıda da bahsettikleri gibi times listesi ve qs listesi üniversitelerin (en azından kuzey amerikadakilerin) kendilerine baz aldığı ve birkaç basamak olsun yükselmek için bir taraflarını yırttıkları ranking listeleridir.

    kıçıkırık bir kuzey amerika üniversitesine hasbelkader yolu düşen bir adam olarak yerinden bildireyim; daha liste açıklanır açıklanmaz, yememiş içmemişler koştur koştur gidip rektörden demeç almışlar, birkaç saat içinde de e-news olarak herkese mail atmışlar: " okulumuz sağlık ve klinik alanlarında iki basamak yükselmiş, genel sıralamada yerimizi koruyoruz.. oley.." şeklinde.

    yani öyle "benim kafam yatmadı yaaaa, odtü şimdi tufts'dan, purdue'den daha mı iyi.." şeklinde mabadından yorum sallamakla olmuyor o işler. listeye girip de üniversitenin hangi parametrelere göre değerlendirildiğine ve odtü'nün hangi parametreye göre nasıl bir performans gösterdiğine bakarsanız, bu güzide okulumuzun nasıl bir başarı ortaya koyduğunu görürsünüz.

    buradan times higher education'ın sıralama yaparken kullandığı metodolojiye bakabilirsiniz: http://www.timeshighereducation.co.uk/…/methodology

    buradan da odtü'nün performansına:
    http://www.timeshighereducation.co.uk/…l-university

    görüldüğü gibi üniversiteyi rakipleri karşısında aşağı çeken iki temel parametre var: international outlook ve research

    bunlardan ilki üniversitenin uluslararası bağlantılarına göre yapılan değerlendirme. yani üniversitedeki uluslararası öğrenci ve akademisyen sayılarının, yerli öğrenci ve akademisyen sayısına oranına göre hesaplanıyor. haliyle bir ortadoğu ülkesinde kurulmuş, ismi de ortadoğu olan bir üniversitenin listedeki rakip üniversiteleri de göz önünde bulundurursak yabancı öğrenciler ve akademisyenler için ilk tercih olmayacağı aşikar.

    research kısmındaki puanlama ise üç temel kıstasa göre yapılıyor. tanınırlılık (reputation), üniversitedeki öğretim üyelerine araştırmaları için sağlanan ödenek ve fonlar, son olarak da üniversitedeki öğretim üyelerinin ortalama yayın sayısı. değerlendirme puanının %30'u da bu kriterler üzerinden hesaplanıyor. evvela türkiyede kurulmuş bir üniversite tanınırlık açısından bir amerikan yahut avrupa üniversitesine göre zaten mücadeleye 1-0 geriden başlıyor. yine başta kuzey amerikan üniversitelerinde olmak üzere batı üniversitelerinde hem devletten hem de özel kaynaklardan sağlanan araştırma fonları bizin gariban odtü'müzün fersah fersah üzerinde. sanırım tayyip'in odtü'ye örtülü ödenekten para aktardığını düşünmüyor hiçbirimiz. son olarak yayın sayısı ise yine kuzey amerika üniversitelerinin olmazsa olmazlarından. yani üniversitedeki hocalardan yayın yapmaları bekleniyor, hatta zorunlu kılınıyor. üniversiteye kabul ettikleri akademisyen eğer yayın üretmede performans gösteremiyorsa aynen şutlanıyor. (bkz: publish or perish) gerçi bizde de 5 yılda 270 makale yazan akademisyenler var ama bu numunelerden odtü'de olmadığını varsayıyoruz. dolayısıyla yök benzer bir yayın yapma zorunluluğu da getirmediği için, yayın ortalamalarının düşük çıkması çok anormal değil.

    kısacası puanlamanın %37.5 luk kısmında çok da elde olmayan sebeplerle yarıştığı üniversiteler karşısında epey düşük performans gösteren odtü, citation yani akademik dünyada yarattığı etkiden 100 üzerinden 92 puan çekmiş, canlar. eldeki imkanlarla daha iyisini yapabilen varsa buyursun çıksın ortaya.

    demem o ki, şu güzel müessese tayyib'in yönettiği ülkeden, ışid çatışmalarının yaşandığı bölgenin sadece 800 km kuzeyinde melih gökçek'in 25 yıldır belediye başkanlığı yaptığı kentten kaldırılıp, aynı hocalar ve öğrencilerle amerika'nın doğu yakasında bir şehre taşınsa bugün o listede çok rahat ilk 20'ye hadi bilemedin 30'a girer.

    ben de bu vesileyle başta odtü olmak üzere o listeye giren boğaziçi, itü, sabancı, bilkent ve koç üniversitesilerinde öğrenci-akademisyen-idareci olarak kim varsa gözlerinden öperim. gururumuzsunuz.

    bir de islamcı bir dangalak vardı geçenlerde, odtü, boğaziçi, bilkent yıkılmalı diyordu. hah işte o dallamalar da biliyor ki bu kurumlar ayakta kaldığı sürece bu ülkeyi teslim alamayacaklar. o sebeple:

    diren odtü
    diren boğaziçi
    diren bilkent

  • bu katliam, 2011 yılında 8'i bombalama, 69'u ise ateşli silahlarla olmak üzere toplamda 77 kişinin korkunç bir şekilde ölümüne yol açan norveç katliamı yaşanana dek dünya çapında en çok insanın ölümüne sebep olan bireysel olarak işlenmiş katliamdır. 27 yaşındaki woo bum-kon ismindeki koreli polis memuru 1982 yılında, nisan ayının 26'sını 27'sine bağlayan tek gecede toplamda 56 kişiyi öldürmüş ve yaklaşık 37 kişiyi de yaralamıştır. bu korkunç katliam kayıtlara şu şekilde geçmiştir:

    polis memuru woo, anlatılanlara göre katliam gününün sabahında kız arkadaşıyla kavga eder. kavganın sebebi, uyurken woo'nun göğsüne konan sineği kaçırmaya çalışan kız arkadaşının woo'yu uyandırmasıdır. uyandıktan sonra woo dışarı çıkar ve içki içer. anlatılanlara göre woo eve döndüğünde sarhoştur. bu halde kız arkadaşını dövdükten ve evdeki eşyaları parçaladıktan sonra katliamını gerçekleştirirken kullanacağı silahları tedarik etmeye koyulur. polis merkezinden çaldığı silahları, ki bunların arasında 7 adet el bombası da vardır, yüklenerek katliamına soğukkanlılıkla başlar. ilk olarak, akşam saat 9.30 sıralarında, yerel bir posta haneye girerek, içeride çalışan üç kişiyi öldürür ve ardından yardım çağrılarını engellemek için telefon kablolarını keser. sonra bir markete el bombası atmak ve etrafta gördüğü insanları vurmak suretiyle altı kişiyi orada öldürür.

    cani o kadar rahattır ki köy köy dolaşmakta, canının istediği eve girmekte ve içeridekileri gözünü kırpmadan öldürmektedir. elbette bu rahatlığında polis memuru olmasının da büyük katkısı olmuştur. evine girmeye çalıştığı insanlara polis olduğunu söylemekte, polis kimliğini göstermekte ve ev sakinlerinin güvenini kazandıktan sonra da insanları beklenmedik bir anda acımasız bir şekilde öldürmektedir.

    akşam 10.30 dolaylarında 16 yaşında genç bir çocuğu rehin alır. kendisine köydeki marketten hafif bir içecek almasını söyler. çocuk denileni yapar ve caninin istediği içeceği getirir. hemen ardından katil, hem çocuğu hem de marketin sahiplerini oracıkta öldürür. marketin sahibi bacağından vurulduktan sonra kaçmayı başarsa da karısı ve iki kızı kurşunlardan kaçamaz. sadece o köyde toplamda 18 kişiyi öldürür.

    gittiği başka bir köyde, bir aileden dört kişiyi yataklarında uyurken vahşice kurşunlar. ardından aynı köyde ev ev dolaşmaya devam eder. kapılarını çaldığı ve yataklarından uykulu halde kalkan ev sahiplerine, polis olduğunu ve yakınlarda kuzey koreli ajanların saklandığına dair ihbar alındığını söyler. davet edildiği evlerde biraz oturduktan sonra ev sakinlerini hiç beklemedikleri bir anda kendi evlerinde vahşice katleder. sadece o kasabada arkasında 24 masum insanın cesedini bırakmıştır.

    56 kişinin hayatını kaybettiği katliam, katilin saklandığı çiftlik evinin etrafının kuşatılmasının ardından, woo'nun rehine olarak yanında tuttuğu ev sahibi aileyle birlikte kendisini de el bombasıyla havaya uçurmasıyla son bulur. katliamın ardından içişleri bakanı bizim ülkeye çok uzak bir davranışla istifa eder. katliamdan sonra katilin kız arkadaşı, woo'nun aşağılık kompleksinden muzdarip olduğunu ve evlenmeden bir arada yaşadıkları için köylüler tarafından sözel olarak rahatsız edildiklerini söyler.

    kaynak

  • bu amk cümlesini nedense hep zenginler kuruyor. sizce de bunda bir tuhaflık yok mu? yorum sizin…

    edit: gelen yüzlerce mesaja istinaden, burada beni ikna etme, düşüncemi çürütme ya da anti tez önermeye çalışmayın özelden mesajlar atarak. ne demişim entry sonunda: “yorum sizin”.

    ayrıca, madem parayla mutlu olunmaz, o zaman sabah erkenden kalkıp eşek gibi işe gitmeyin kardeşim, oturun mutlu mutlu evlerinizde beş parasız. ne de olsa parayla mutlu olunmuyordu dimi?

    para bir amaç değil, araçtır arkadaşlar. mutluluğa açılan en büyük kapıdır. o güzel güzel yiyip içtikleriniz ve paylaştıklarınız, gezdikleriniz ve de gördükleriniz, direksiyonundan yol fotosu çektiğiniz, starbucks vs diğer kahve ve de gold rakılarınız, meşelerde dinlendirilmiş keyif viskileriniz, vs. kısacası, huzur ve mutlu olmanıza vesile olacak her şey para ile satın alınıyorsa… e o zaman..?

    son olarak, acun üzerinden gidelim hadi! adam tadılabilecek neredeyse tüm dünyevi şeyleri tatmış, her yeri gezmiş, yaşı kaç olmasına rağmen (toplumda aslında sıradan biri yaptığında ayıplanacak) kızları yaşında kadınlarla takılan, jeti, yatı, katı, özel tv'si, ingiltere ve de iskoçya'da futbol kulübü vs olan bir adam kusura bakmayın da parayla mutlu olunmaz demesin!

    bana laf anlatmaya çalışmayın, yazın başlığın altına düşüncenizi, insanları ikna edin de beni favlayacaklarına sizi favlasınlar, kapiş..?

    ekstra edit: ve de sonun sonu olarak, parayla mutlu olunmuyor diyip de fakirliğe dönen bi zengin gösterdiğiniz gün ben de bu entry'imi düzeltip özür dileyeceğim! çünkü o güçten, istediğini kolayca elde edebilmekten ve o kadar maldan vaz geçmek hiçbir babayiğidin harcı değildir!

    saygılar…

  • ege (6,5) ve ilay (4,5) arabanın arka koltuğunda. ilay yoldan geçen hiç tanımadığı birine selam verir...

    ege: tanımadığın insanlarla konuşmamalısın ilay, sadece arkadaşlarına selam ver!
    ilay: sadece idil'e ve irem'e mi selam vereyim?
    ege: hayır hayır, yarın anaokuluna başlayınca yeni arkadaşların olacak...
    ilay: arkadaşlarım karnımdan mı doğacak?
    ege: bak bunu söylemek istemiyorum ilay ama sen biraz salaksın, o yüzden tanımadığın insanlarla konuşmamalısın zaten!