hesabın var mı? giriş yap

  • akademisyenim. hani ülkenin yine en azından ekonomik açıdan şanslı kesiminden sayılıyorum. 7500 lira maaş alıyorum. yani başımdaki belek’te bir maaşımla 3 gün tatil yapamıyorum. elin ingiliz’i 5000 km öteden gelip 2 ay ülkemin sefasını sürüyor. söyleyeceklerim bu kadar.

  • • pazar sabahları bakkala gidip taze ekmek ve kahvaltılık bir şeyler alırdı. yanında da mutlaka bir dünya eki olan gazeteler.. kahvaltıdan sonra tüm günümüz gazeteleri okumakla geçerdi diyebilirim.

    • birlikte çalıştığı firmalardan getirdiği ürünler. örneğin; kutu kutu yumuşak şeker, sakız, kıyafet, ajanda, kalem vs.

    meyve. annem pazardan alışveriş yapardı babam ise pazara gidemediği için manavdan. bu nedenle babamın aldığı meyveler daha gösterişli olurdu.

    kestane. kışın en sevdiğimiz faaliyetlerden biriydi. kestaneler hemen ocağa atılır, sonrasında yere sofra bezi serer etrafında oturup yerdik.

    nur içinde yatsın.

  • bana göre vasıfsız, top koşturmaktan ya da top yorumlamaktan başka hiç bir katkısı ya da faydası olmayan futbolcular için konuşulan yüzbinlerce tl lik milyonlarca dolarlık paraların yanında para biçilemeyecek şekilde can emanet edilen bir insanın aldığı devede kulak para.

  • yıl sonunu görebilecek misin acaba merak ediyorum. milleti uyutmaya devam. geri zekalıların seçimini bizler çekiyoruz. yazık ya yazık.

  • insanoğlu bununla ciddi ciddi sınanıyor demek ki. derler ya hani, ya arkadaşını kaybedersin ya paranı. bazen ikisini de kaybediyorsun da hangisine üzüleceğini bilemiyorsun. ben borç isteyenlere: "valla bozuk yok abi üstümde." diyorum da, babam bu konuda hayır diyemiyor. kendisi kefalet konusunda da bir numara olup hali hazırda bir arkadaşının kredi borcunu da üstlenmiş aşmış bir şahsiyettir. efendim, benim bu babam yine bi gün bir arkadaşına borç verdi. yıllar geçti, adam ödemedi. geçen gün "yea bi mustafa amca vardı, ne oldu ona?" diye sorunca ben, babam sitem etti, arayıp sormuyor, telefonlara çıkmıyor, düğünümüze bile gelmedi, artık sevmeyeceğim, dedi. üzüldüm. çok iyilerdi.

    neden sonra bikaç gün önce, bi telefon gelmiş, mustafa amca babamı aramış. ankara'daymış. kalbinden ameliyat olacakmış. acaba helallik mi istiyor, dedim, şomağızlı dediler, her ameliyat olan ölüyor mu? bilmem. ölmüyor mu? babama sen nasılsın demiş, benden bir isteğin var mı demiş. babam da, canının sağlığı demiş. konseptten ayrılmamış. dur demiş hatta, hastaneye geleyim, göreyim seni bir. ayy canım ya son kez bi görmek istedi demek arkadaşını dedim, şomağızlı dediler, niye son olsun? bilmem. neden olmasın? annem, hastaneye gitmek üzere hazırlanan babamı, işte sen böylesin, çok iyisin, herkesin her şeyine koşuyorsun, saf mısın nesin diye inceden inceye doldururken; benim yüce gönüllü babam, hasta yatağındaki bunca yıllık arkadaşını müdafaa için şunları söylemiş: "gideyim ya, belki parayı verir."

  • "doğru, hep başkayız. ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. her şey bizim çevremizde dönüyor."

    "düşünüyordu: çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. sinemadan çıkmış insan. gördüğü film ona bir şeyler yapmış. salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umurlur. ama beş-on dakikada ölüyor. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıklar, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar."

    "bir gün geleceğini, resimlerimi merak ettiğini, yalnız belki kötü bir huyu olduğunu, ikinci görüşünde konuştuğu kimselere 'siz' diyemediğini söyledi"

    "bütün bu siz'ler, iz'ler, uz'lardan sıkılırım ben. yapmacık fazlalık gibi gelirler bana. ikinci konuşmamda 'sen' diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşamam. ne dersin(iz)?"

    "nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. sevmek! kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?"

    "acelem yok benim, biliyorsun. bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğretecem."

    "belki de insanlar kendi kendilerine düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı."

    "kalktılar. aynı odada uyumuyorlardı. iki kişilik toplumda sevgiyi dipdiri tutacak çareyi bulduklarını sanıyordu. evlenen iki kişinin gitgide sevgilerini yitirmelerinin baş sebebini aynı yatakta uyumalarında görürdü. uykuda başına buyruk yaşayan insan bedeninin kendini koyvermişliği; horlaması, yellenmesi, hepsinden çok o biteviye uyku soluması, kişinin bu bedende aramaktan hoşlanacağı gizlerin değerini düşürürdü."