ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
anneler yazar olsa alacakları olası nick'ler
-
(bkz: her yer her yerde)
istanbul'un reisi belediye başkanı değil vali'dir
-
madem öyleydi niçin eski başbakan, tbmm başkanlığı yapmış birisini aday gösterdi?
binali'yi vali olarak atasaydı da reisinizin, reisliğini tescilleseydi.
yahu komik ve cahilsiniz.
mesajlaşılan fb'nin ben cd'yim demesi
-
gs ile dvd olmaktan evladır. 700 mb neyine yetmiyor?
çaycı olarak 7000 tl vs mühendis olarak 2000 tl
-
o çay ocağını mert'e hayır amaçlı tahsis etmediklerine göre, ve hikaye türkiye'de geçtiğine göre, çaycı mert borç içinde yüzmektedir ve stresten kafayı yemesine ramak kalmıştır. çünkü ayda 7000+ lira net gelir getiren o çay ocağının ihalesini kazanabilmek için bunun bilmem kaç katı kredi çekmiştir. ayrıca ihale mafyasından dayak yemiş, mafyaya, belediyeye, ve bilimum başka kişi ve kurumlara "ödeme, harç bedeli..vs" adı altında rüşvet vermek zorunda kalmıştır. seneye bu kadar para kazanabileceği de garanti değildir, çünkü bir bakmışsın hooop yeni ihale açmışlar, yandaş abdurrahman'a vermişler senin çay ocağını. ya, işte böyle sevgili çaycı mert. burası türkiye, büyük düşünmelisin, zikerler yoksa.
türkiye'den norveç'e açılan gizli geçit
-
(bkz: norwaray)
27 şubat 2016 can dündar köşe yazısı
-
bir yandaş yazı denemesi erdoğan'a açık teşekkür başlıklı yazıdır. dikkat, ayar üstüne ayar içerir.
köşe yazısı linki
edit: içimin yağları erimiştir.
edit2: bakın çok enteresan.
cosmic latte
-
debe'ye girdiği gibi "uzay boşluğunun rengi" falan değildir. tüm galaksilerin renk ortalamasıdır. yani renge uzay boşluğu dahil bile değil. ufkunuzu iki katına açana kadar okuduğunuzu anlamaya iki kat zaman ayıraydınız da doğru idrak edeydiniz.
lionel messi
-
bu adamın tek numarası var. orta saha civarında topu alıyor, sekiz kişiyi çalımlayıp gol atıyor.
ama biz bir grup futbol izleyicisi olarak bu tür gollerden sıkıldık artık. yeni bir şeyler bulması lazım.
kendi kullandığı korneri rövaşatayla gol yapmayı deneyebilir mesela. yalnız top doksana gitmezse saymam.
fakirlik belirten hareketler
-
1990'lı yıllar henüz 8 yıllık eğitim bile yok...
ablam ve ben aynı liseye gidiyoruz. ben ortaokula yeni başlamışım, ablam da lise sonda. ailemin durumuysa kötü... yemek ucuz olduğu halde bir günde en fazla bir yemek parası verebiliyorlar.
ben o parayla gidip yemeği alıp bir güzel yiyorum. sonra "doymadım" diyerek tekrar yemek istiyorum. getirip gizlice masada oturan ablama veriyorum. tabii bazen yemek artmıyor veya ana yemek bitiyor, makarna pilavla idare ediyor ablam.
bir gün hiç unutmuyorum, yemeği almış, ablama teslim etmiş, yemekhaneden çıkmak üzereyken yemekhaneciyle göz göze geldim...
insan çıktı adam, kafasını hemen çevirdi. ama yine de artık her gün yaşadığım ızdırap iki katına çıktı. önüne gelip "ben doymadım" dediğimde biliyor, hiç yüzüme bakmıyor. dolduruyor...
hatırlaması bile can sıkıcı...
239 milyar lira vergi gelirinden vazgeçiyoruz
-
biz vatandaş olarak o 239 milyarı ödeseydik, bu ödenmeyen para merkez bankasında basılmasaydı daha az zararımız olurdu.
vergi gelirinden vazgeçtiniz de nasıl sübvanse ettiniz durumu? para basarak.
enflasyon bir de bu sebepten patladı.
29 aralık 2017 iran olayları
-
şaşırmamak lazım. evrenin kuralıdır:
bi şeyi çok sıkarsan eninde sonunda patlar
iran'da özgürlüğe aç milyonlarca güzel insan var. bizim değerini bilmiyor olmamız özgürlük ve insan hakları dediğiniz şeyin çok değerli olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
ve evet tarih gösteriyor ki * özgürlük ve hak dediğiniz şeyler verilmez alınır.
yaran inci sözlük entry'leri
-
bazen hislerimize tercüman olunur,
başlık: banyoda duş için
sıcak soğuk ince ayarını yaparken o kadar uğraştım ki, musluk trt fm çekmeye başladı. türkülerimiz...
(leprikonss)
yazıldıysa affola..
mehmet emin toprak
-
--- spoiler ---
kasaba filminin çekildiği dönemler...tatil için yola çıkmıştım. filmi epey merak ediyordum.''bakayım, ne yapılıyor?'' diye içimden geçirerek sete uğradım. üç beş gün kalır, yola devam ederim diyordum ama epey zaman sette kaldım. ilk kez o zaman tanıştık mehmet emin'le.
çok neşeli, çok heyecanlı bir adamdı. aklındakileri coşkuyla bağırarak anlatırdı. sürekli etrafını gözlemleyen, gözlemlerinden komik enstantaneler çıkaran, bunları da anlatıp kahkahalar patlatan bir adam... neşesiz olduğunu çok az gördüm. sıkıntılı zamanlarında bir köşeye çekilir, kendini göstermez, konuşmaz ve suratını asardı. bana biçtiği rol de abilik rolüydü bir nevi. filmlerdeki çalışmalar esnasında beni sevip sayar, sözüme kıymet verirdi.
ankara film festivali'nde seçici kurul ikimize birden özel ödül verecekti. ben zaten ankara'da yaşıyordum, ama tantanadan çok hoşlanmadığım için festivale pek takılmıyordum.
mehmet emin'in ankara'ya geldiğini biliyordum. festivalin son günlerinde, ölümünden iki gün önce, eşiyle birlikte bize oturmaya geldiler. o akşam her zamankinden daha neşeliydi. festivalle ilgili komik şeyler anlatıyor, ardı ardına komik şeyler patlatıyordu. biraz takılayım dedim mehmet'e. daha önce antalya film festivali'nden bir ödül almıştı, o ödülün de desteğiyle mehmet'i biraz rahatsız etmek istedim. ''nedir bu halin? bu ödüller seni uçurdu be mehmet!'' dedim. ''abi'' dedi: ''sabahtan beri ben ne anlatıyorum, dalga geçiyorum bu festivallerle, bu komedilerle, duymuyor musun?'' mahsustan açtığım bir konuydu ama çok güzel savunmuştu kendisini. mehmet ödüllerin büyüsüne kapılıp, havalara girecek bir adam değildi. o gece de bana bu durumu çok güzel izah etti. ödüllerin gelip geçici olduğunu biliyordu. memleketinde bir işi vardı, seramik fabrikasında çalışıyordu ve yaşadığı kasabayı da seviyordu. kasaba filmindeki kahraman gibi ''ben çıkayım, büyük şehre gideyim'' gibi bir derdi de yoktu.
epey oturduk o akşam evde, üç beş saate kadar... kalkmaya yakın ''ne zaman dönüyorsunuz?'' diye sordum. yarın bütün gün festivalde olduklarını, gece de yola çıkacaklarını söyledi. '' sabaha da eve varırız abi '' dedi. o an içim cızz etti, içimde tuhaf bir korku ve ürperti hissettim. kasaba ve mayıs sıkıntısı'nın çekimlerinde fark etmiştim; mehmet'in arabalara karşı büyük merakı vardı. araba kullanmayı çok seviyordu. fakat bana göre; son derece atak ve kötü araba kullanıyordu. zaman zaman benden araba istediğinde, isteksizce verirdim arabamı ve uyarırdım mehmet'i: ''mehmet sen hiç hoş araba kullanmıyorsun, dikkatsiz kullanıyorsun, lütfen daha dikkatli ol! diyerek. içimde her zaman bir korku vardı. o akşam da ''gece araç kullanacağım'' deyince yeni de araba almıştı, sanki içime doğmuş gibi ''yapma, uykusuz uykusuz bu kadar yol gidilir mi? bütün gün yorgun olacaksın, gitme!'' deyivermiştim.
aradan iki gün geçmişti ki, öğlen vakti telefonum çaldı. sadık incesu arıyordu: ''haberin var mı?'' dedi, ''yok'' dedim. sesi çok kötüydü. kötü bir haber vereceği içime doğmuştu: ''ne oldu?'' diye sordum ''mehmet emin'' dedi, başka da bir şey demedi. ''trafik kazası mı yaptı?'' ,''evet'' , ''yaşıyor mu?'', hayır dedi, sadık.
o an iki gün önce evimizde yaptığım konuşma aklıma geldi: mehmet'e gösterdiğim tepkiyi düşündüm. malum keza gerçekleştikten sonra yıllar geçse de, o an hep aklımda kaldı. kendime sorup durdum: '' neden mehmet'i vazgeçirmek için daha fazla çaba göstermedim?'' diye... cenazesi için yenice'ye gittik. epey bir kalabalık vardı. defnedildikten sonra herkes dağıldı. sonra başkalarından duydum, mezarının başında genç bir arkadaş; başını ellerinin arasına almış, çömelmiş, uzun süre de kalkamamış mezarı başından. o kişi mehmet emin'in ankara'dan dönüşte arabada birlikte seyahat ettiği çocukluk arkadaşıymış. o da o sırada ankara'daymış, çan'a dönmek için birlikte yola çıkmışlar. mehmet dönüşte eşini eve bırakmış. arkadaşı ''ben giderim'' diye ısrar etmesine rağmen, mehmet onu yenice'deki evine bırakmak istemiş: ''buraya kadar beraber geldik, seni evine ben bırakacağım'' demiş.
mehmet emin çok dost canlısı, arkadaşları için fedakarlık yapmayı seven bir çocuktu. o gece de ''yorgunsun, eve git'' ısrarlarına rağmen, arkadaşını yenice'deki evine bırakmış. dönüşte de yorgunluktan uyuyakalmış ve malum kaza işte böyle gerçekleşmiş.
mehmet emin dostları için yaşayan, cesur ve gözü pek bir çocuktu. küçüklüğünde de mahallede kendisinden yaşça küçük olanların hamiliğini yapar, onları koruyup kollarmış. bana hep anlatırdı; balıkesir'de iki yıllık pazarlama bölümünde okurken en büyük derdi arkadaşları için girdiği kavgalarmış, daha çok da kız arkadaşlarını korumak için kavgalara girermiş. silah ve bıçakların çekildiği kavgalar anlatmıştı bana, ciddi ciddi başını belaya soktuğunu da söylüyordu. anlattığına göre bütün bu kavgalara da çevresine abilik yaptığı için giriyordu.
uzak filminin çekimleri sırasında, sahnemin olmadığı bir akşam yanıma geldi.hafif buruk ve sıkılmış bir hali vardı. ''ne oldu mehmet?'' dedim. ''abi sorma, öyle bir sahneydi ki altından kalkamadım.'' dedi. bahsettiği sahne tramvaydaki taciz sahnesiydi; tramvayda yan yana oturduğu kıza bacağıyla sürtünmesi gerekiyordu. çekimler esnasında çok rahatsız olduğunu, sürekli terlediğini söyledi ve: ''bugüne kadar rol aldığım en zor sahneydi.'' dedi. çünkü mehmet emin'e çok tersti bu tip şeyler...
mehmet emin söz konusu olunca ''neden o gece tembellik yaptım da mehmet emin'i caydıramadım?'' diye düşünürüm. yıllar geçse de, o an içimde hep acı bir keşke olarak durur.
--- spoiler ---
muzaffer özdemir'in iç burkan yazısı.