hesabın var mı? giriş yap

  • ayakta değil havada yolcu alınıyor havada. saat 17.30'da metrobüse binerseniz ayakları yere basmayan kısa boylu dayıları fark edersiniz. bence havada yolcu alınması yasaklanmalı.

  • resim tarihinin en ünlü 2. ve en pahalı resmi olan edvard munch'un çığlık isimli tablosunun hikayesi bilinenden veya yorumlanandan biraz farklıdır. tablo aslında krakatoa yanardağı felaketini anlatmaktadır. 22 ocak 1892 tarihli günlüğüne “…gökyüzü birden kan kırmızıya büründü. beraber gittiğim arkadaşlarımdan ayrıldım ve doğanın çığlığını duydum…” diye yazmıştır.

    endonezya'ya bağlı krakato adasındaki yanardağ 1883 yılında patlamıştır. patlama yüzlerce nükleer bombaya eşdeğer bir güçte olmuştur. patlama aynı zamanda modern tarihte duyulan en gürültülü sesi ortaya çıkarmıştır. patlama sadece bulunduğu bölgeyi değil atmosferi de etkilemiştir. açığa çıkan gazlar atmosferin sıcaklığını 1-2 derece düşürmüş ve çok şiddetli yağmurların oluşmasına sebep olmuştur. patlamalar güneş ışığının yeryüzüne ulaşmasını da engellemiş ve dünya yıllarca olması gerekenden daha karanlık olmuştur. bunun neticesinde 3-4 sene dünyada kıtlık yaşanmıştır.

    munch'un tablosu için yazdığı yazıya dönersek, (karanlık gökyüzü, patlama sesi) anksiyete hastası birinin bu olay üzerine yaşadığı şoku atlatamaması ve bununla ilgili birden fazla eser vermesi normaldir.

  • şarküteri reyonundan alışveriş yapmayı bir türlü beceremediği andır.

    şarküteri reyonları hep kâbusum olmuştur, millet orada kendinden emin biçimde durup, "bilmem ne peyniri, bilmem ne çökeleği, bilmem ne sucuğu istiyorum, evet, hepsini biliyorum ben hahayy" diye telemesini, çerkesini, çeçilini (ne demekse) tarif ede ede anlatır, yok taşlık, yok incik bilmem ne, bissürü ayrıntısı var o reyonun. hangi et daha çabuk pişer, antrikot mu daha lezzetlidir, bonfile mi, bileceksin. bununla övünen insan var lan. ama gel gör ki, bende yok böyle bir bilgi. sıfırım yani.

    ****play****

    adam,
    -buyrun, dedi.
    -peynir alacaktım, dedim.
    -ne peyniri olsun, diye sordu.
    -dana, dedim.

    ****pause****

    ama tamamen sallıyorum, dananın şarküteri reyonuyla ilgili bir şey olduğunu biliyorum, ama danadan ne yapılır, dana hayvanı nasıl bir hayvandır, en ufak bi fikrim yok. ağzımdan öyle bi dana çıkıveriyo, hani istiyorum ki adam benim ne istediğimi bilsin, "aaa sana süper ezine peynirim var, ondan vereyim!" desin, ya da "çok güzel köy peynirim geldi, 250 gram sarayım." desin, "hee olur." diyeyim.

    benim bildiğim bi öküz var, bi inek var, bunlar evleniyo, buzağı oluyo falan. düvesini, güvesini, danasını, camışını inan bilmiyorum. hangisinin peyniri olur bilmem, benim için peynir, babanın satın alıp eve getirdiği, masaya konan bir şeydir, peynir peynirdir, bunun dört ayaklı arkadaşlarımızın devreye girmesiyle bu kadar karmaşık olmaması gerekir!

    ****play****

    -ne peyniri olsun?
    -ıahh, şey peyniri olsun, hmmmm, şey, mmmmm, dana!?!?

    adam,
    -dana değil de inek peyniri olur, dedi.
    -haa inek inek, dedim. (bozuntuya da vermiyorum.)

    sıra geldi salam almaya. o da ayrı bi zulüm.

    -ne vereyim, dedi.
    -inek inek, dedim bu sefer.

    ****pause****

    ama kendimden çok eminim. inek abicim, bildiğin inek yani, sonuçta onu da devirip yatırıyolar, cart diye kesiyolar, eti yenen bi canlı sonuçta, elbet salamı da olur.
    inek dediğin şey ettir, salam da ettir, o halde inek salamdır yani.

    tamamen p ise q, q ise p, işte bu kadar! düz aristo mantığı.

    ****play****

    -dana demek istediniz herhalde, dedi.
    -ahaha evet evet, dana tabi, hatta yüzde yüz dana, dedim. (yüzde yüz oranı da bi yerlerden aklımda kalmış, yüzde yüz dana, yüzde elli hindi falan, öyle bi oranlar uçuşuyo kulağımın etrafında ama bir an önce versin de gideyim diye sabırsızlanıyorum.)

    sonuç olarak inek peynirimi ve %100 dana salamımı alıp kasaya koşuyorum ama biliyorum ki bir sonraki seferde yine düşünücem, dananın peyniri oluyo muydu, koyunun nesi oluyodu, hangisi sertti, hangisi yımışaktı diye.

    kısacası alışveriş yapmayı hâlâ bilmiyorum, büyük işi bunlar.

  • ielde bir fizik sınavı. fizikten aldığı en yüksek not yüz üzerinden 10 olan bir arkada$ım, bir devreye güç kaynağı çizmesi istendiğinde, bir ko$u bandı ve üzerinde ko$an bir hamsterdan olu$an bir güç kaynağı çizmişti. yaratıcılıktan puan alması gerekirdi; sıfır aldı.

  • mal olduğumun küçükten belli olduğunun ispatı olacak ama bunlardan biri de benim.

    yanlış hatırlamıyorsam sene 88 veya 89 ilkokul 2 veya 3'e gidiyorum, ankara'daki tanıdıklarımızın yanına gelmişiz yazın, tanıdıklarımızın kızı da benim yaşımda ve ted'e gidiyor, atakule'nin inşaatının bittiği ama açılmamamış olduğu zamanlar, susam sokağı'nın meşhur jenerik çekimleri yapılacak, kızla beraber ben de oraya gittim, hatta bizi atakule'nin tepesine falan çıkardılar, nasıl mutlu oldum anlatamam. sonrasında ise bizi toplayıp koşturmaya başladılar, nerden baksan 1 saat mal gibi koşturdular. en sonunda "şimdi şemsiyeler açılacak, onların etrafında koşacaksınız" denildi, yüzlerce çocuk üstünde susam sokağı'nın her harfi bulunan şemsiyeler etrafında koşarken, ben arasından geçmeye başladım, hatta şemsiyelere çarptığımdan harfler falan döndü. senelerce bu görüntüyü izleyip kendimin mal olduğu gerçeğiyle yaşadım.

    [http://www.youtube.com/watch?v=ckgl9qxgicu http://www.youtube.com/watch?v=ckgl9qxgicu]

    12 ve 13. saniyede şemsiyelerin arasından geçen beyaz şapkalı mal benim.

    edit: link düzeltildi.

  • -beşiktaşta, kimsenin tencere tava çalmadığı bir sokakta tek başına bir çocuğun pencereye tüneyip bir elinde cezve bir elinde kaşık "sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım" ritmini tutması.

    -çarşı'nın açıklamasını dinlerken parkın karşısındaki bir evin balkonundaki tencere çalan yaşlı teyzeyi fark etmem, herkese gösterip teyzeye "beyaz" çektirmemiz.

    -binlerce kişi yürürken, balkondan tencere tava çalan bir dedenin gaza gelip tencereyi kafasına koyup öyle çalması.

    -aynı yolda kafamızın üstünden peçete koleksiyonunu döken küçük kız. maske, gözlük, limon, karbonatlı su atan amca.

    -arkadaşımın gaza gelip "tayyip yeter titriyorum bana biber gazı yolla müptezel oldum" diye çığlık atması. aynı arkadaşımın biber gazı kokuları gelince "komşular uyumayın maske atacağınıza parfüm sıkın şu sokağa" diye bağırması.

    -yolun sonunda çevik ve tomalarla karşılaştığımızda "çevik kuvvet beyaz desene" sloganları atmamız, "kırmızı" diye bağırdığımızda, "beyaaz" cevabını alamamızın üstüne "amirim izin ver beyaz desinler" diye bağırmak değil höykürmemiz.

    gülümseten, gurura gark eden, unutulmaması gereken detaylardır.

  • * üstüne iki satır sabahattin ali tümcesi paylaşmadan geçemez.
    * video veya fotoğraf çekmeden spor yapamaz.
    * yediğini içtiğini, before-after'ını paylaşmadan; başımıza endokrin profesörü kesilmeden diyet yapamaz.
    * sofra/tabak fotoğrafı çekmeden yemeğe başlayamaz.
    * mağaza kabinlerinde giysi deneme fotoğrafları çekmeden bir şeycik alamaz.
    * arkadaşlarıyla dil çıkarmalı, zafer işareti yapmalı, birbiri üstüne yıkılmalı, ağlamalı gülmeli fotoğraflar çektirmeden sosyalleşemez, tatil yapamaz, yurtta veya öğrenci/bekar evinde kalamaz.
    * albümü yeni çıkmış popçu gibi çeşit çeşit pozlar vermeden mezun olamaz.
    * monaco prensine gelin gidiyormuş havasında pozlar yayınlamadan evlenemez.
    * başında doğum fotoğrafçısı olmadan doğuramaz.
    * şikayet ediyormuş maskesi altında övünmeden çalışamaz, istanbul'da yaşayamaz, trafiğe takılamaz.
    * hastaneden birkaç kare yayınlamadan refakatçi veya hasta olamaz.

    özet geçmek gerekirse "hiçbir zaman 'kendi halinde' olamaz".

  • biz onlarin 1400 yil onceki halini goruyorsak onlar da bizim 1400 yil onceki halimizi goruyorlar. tam da hz muhammed donemine denk geliyor. cekip gondersinler bize hd bi video. ogrenelim gercekleri. kurtulalim su dertten amk.