hesabın var mı? giriş yap

  • teknolojiyi bir yerden yakalaması ama hâlâ rakamları yazamamasına ve şöyle mesajlar almanıza sebep olabilir:
    -ekmek ekmek. söylediğim kadar ekmek al.

  • mdma, metamfetamin gibi sentetik tabir edilen uyarıcı/uyuşturucu madde kullanımı sonucunda da ortaya çıkabilen durum, after effect. sebebini de basit olarak şöyle açıklayabiliriz; mdma, serotonin salgılanmasını sağlar ve bu da kullanıcıyı normal koşullarda asla olamayacağı kadar mutlu eder. bu seviyeyi gören kullanıcı maddenin etkisi geçtikten sonra normal yaşamında da o mutluluk seviyesini ister ama bu imkansız olduğu için günlük yaşama karşı isteksizlik başlar. hemen düşüşten sonra psikozla birlikte gelen bu anhedoni durumu geçicidir; ancak bağımlı duruma gelen kullanıcı için mevzubahis isteksizlik, hevessizlik hali uzun süreli olur ve depresyon ve benzeri psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir.

  • nesi skandal olduğunu anlamadığım açıklamalardır.

    adam diyor ki; baz istasyonlarının çalışma ve enerji besleme prensipleri belli. afet bölgelerinde enerji sorunu var. daha fazla yapılabilecek bri durum yok. nufüs yoğunluğu arttığı yerlerde daha da kötü olabilir.

    ne deseydi; teknolojiden biraz anlayan biri bile bu sonuca varabilir zaten.

    yahu arkadaşlar, insanlar evlerinin yanında baz istasyonu istemiyor diye 2000 yılından beri pek çok istasyon imza toplatılarak söküldü. balık hafızalı mısınız?

    teknoloji dediğin şeyi tanrılar yaratmıyor, hizmetini sürdürebilmesi için enerjiye ihtiyacı var.

    debe editi: vodafone savunuyorsun diyen var, ben turkcell müşterisiyim lan
    görsel

    "acil durum planınız yok mu" diyen var. bölgeye devlet 3 gün sonra ulaşmış bazı yerlere hâlâ ulaşmamış, siz ne kadar acil durum planı yaparsanız yapın hükümetin acil durum planı yoksa oturur beklersiniz.

  • sahte belge ise bu ağır bir suçtur. basın açıklaması değil yargılama gerekir.

    ayrıca sadece kılıçdaroğlu değil o belgenin kaynağı olan yabancı banka da dava edilmeli ve kendi yerel mahkemesi tarafından belgenin sahte olduğu ortaya çıkarılmalı ve tazminat istenmelidir.

    edit:
    mal aktrolün biri de dava açılıyor zaten diye link vermiş ashshahahaj. böyle bir durumda tazminat davası değil resmi belgede sahtecilik davası açılır yeğen. lan bir gram beyin yok yemin ederim ashshahahajajaja

  • evet bi efsanevi nesilde daha beraberiz. pazardan annesine zorla aldırdığı civcivi maksimum 1 ayda pert etmiş nesilin ta kendisi işte bu. ben en az 10 tane aldırmıştım mesela hepsi de hakkın rahmetine kavuştu ergenlik dönemlerini atlatamadan. neden böyle oldu bilmiyorum.

  • iliklerime kadar midemi bulandıran kavram.

    öncelikle bana bu entry'i yazmam için ilham veren olaya değinmek istiyorum. ben ki bilmemkaç aylık boyner holding stajımda ofise, daha sonra likya'yı yürüdüğüm dağcı botlarımla gitmiş, ümit boyner'le üzerimde yeşil parka montla filan tanışmış biriyim. hani, artık düşünün. yeni başladığım iş yerim ise çok sıkı olmamakla birlikte kıyafet konusunda biraz daha kuralcı, haliyle gidip kendime yeni ciciler aldım sırf iş için. haliyle bu cicilerin çok ama çok büyük çoğunluğu siyah, kalanlar ise ya lacivert ya da beyaz. zaten günlük hayatımda da koyu renkler tercih eden bir insanım, böyle seviyorum, ben buyum kısaca. bir ayağı bizim ofiste dünyalar tatlısı bir kıdemli ablamız ise beni ne zaman görse şu cümleleri kuruyor.

    'yavrum gencecik kızsın, neden hep siyah giyiyorsun? bak sen esmersin, sana renk çok yakışır. zaten artık kıyafet çok ucuz, 30 liraya 40 liraya tişörtler var. git bak yavru ağızları (?), gül kurları (???) al kendine.'

    yani, evet 30 lira 40 lira 'ucuz' gibi geliyor. fakat bana öyle gelmiyor sözlük. bana 'lüzumsuz bir harcama' olarak geliyor. üstelik 'sırf bana yakışıyor' diye rahat etmediğim ya da sevmediğim bir şeyi giymek olarak geliyor. sebep? şimdi itiraf edeyim, ihtiyacım olduğu zaman ben de gidip fast fashion markalarından alış veriş yapıyorum. hatta sizin o çok dalga geçtiğiniz istiklal mango'sunun en üst katındaki outlet'ten 10-20 liraya alıyorum ne alacaksam. zira kıyafete para vermek bana saçma geliyor minimal bir tarzı olan biri olarak. eşyalarını iyi kullanan biri olarak da pek eskitmiyorum. delindiğinde dikiyor, sahiden artık yırtılana kadar filan giyiyorum. zira senelerdir dişimi tırnağıma takıp para kazanıyorken bir kıyafet parçasına 100 lira vereceğime o parayla prag'da 4 gün hostelde kalabiliyorum. böyle bakınca 'ucuz'luk kavramı değişiyor insanın, değil mi? neyse.

    gelelim işin sosyal ve çevresel boyutuna, zira eminim ki hiç birinizin en ufak bir fikri yok.

    bu fast fashion minnoşları her ne kadar dışardan kurumsal gibi gözükse de içerde bir çöplük yatıyor. birincisi, taşeronlarla çalışıyorlar ve türkiye pazarı artık sektöre pahalı geldiği için çoğu uzak doğuya kaymış durumda. şimdi, etik olarak bir firmanın tedarikçilerini ve hatta tedarikçilerinin tedarikçilerini denetlemesi gerekir. bu ne demektir? benim 'minnoş' adında bir markam olsun ve antep'teki 'katmer' adında bir firmadan kırmızı tişört satın alayım örneğin. antep'teki katmer markası da benim ona verdiğim yüklü siparişi tek başına üretemeyeceği için fıstık, ceviz ve fındık isimli daha küçük markalardan ürün satın alsın. günün sonunda ben aslında ceviz'in fabrikasından çıkan ürünü etiketleyip size satıyor oluyorum fakat benim ceviz ile hiç bir diyaloğum olmuyor. fakat ceviz sigortasız işçi çalıştıran, ek mesai ücretlerini ödemeyen, şirket içi taciz vakalarını örtbas eden, çocuk işçi çalıştıran, illegal yoldan göçmen çalıştıran, zehirli kimyasalları nehre akıtan, tişörtleri kırmızıya boyarken çıkan zehirli gazların salınımını engellemediği için çalışanlarını kanser riskine sokan bir yer diyelim ki. ben minnoş markası olarak ne kadar şahane bir kurumsal kimlik çizsem de, hayır işleri yapsam da, kendi kurumsal yapımda etik kurulumdan toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar harika bir yaklaşım sergilesem de, tedarik zincirimi denetlemediğim için aslında halt ediyorum. benim gidip katmer'i denetlemem lazım. eğer katmer, kendi tedarikçileri olan ceviz, fındık ve fıstık'ı denetlemiyorsa; benim gidip onları da denetlemem lazım. diyeceksiniz ki 'oha malmazel, yok artık'. senin o 'yok artık' dediğin şeyi boyner yapıyor mesela. neden? çünkü fast fashion değil. zira fast fashion ve etik kavramları birbiriyle çok çelişiyor mon cherie.

    devam ediyorum, bir diğer husus, her şeyde olduğu gibi, geri dönüşüm. dünyada geri dönüşümü en rezil sektörlerden biri tekstil. neden? zira tekstil atığı gibi bir kavramı dahi çoğumuz duymamışızdır, bilmiyoruz ve alışkanlığımız yok. ben şanslıydım, öğretildim bir şekilde, size de anlatayım. üzerimizdeki kıyafetler ya organiktir (pamuk, keten, ipek), ya da petrolden elde edilen plastik türevleridir (polyester). organik tekstil ürünleri geri dönüştürülebilir. fiberleri tekrar kullanılır ya da yine ülkemizde çok yaygın olmayan kırpıkçılık şeklinde tekrar kullanılır. organik olmayan tekstil ürünleri ise, karbon salınımı kontrolü olan fabrikalara yakıt olarak satılır. fermuar düğme, aksesuar gibi şeyler de materyallerine bağlı olarak tekrar kullanılır ya da eritilir.

    teoride ne güzel.

    pratikte, bu tekstil ürünleri geri toplanamıyor bebikler. 'ama benim annem onu yer bezi yapıyor'. ya tatlım, tamam, yapsın tabi ki. ama yer bezi olarak da kullanımı bittikten sonra ne oluyor, problem o? ben söyleyeyim size, çöpe gidiyor. zira tekstil atığı geri toplamak değil ülkemizde, henüz dünyada alışkanlığa oturamamış bir şey. fast fashion öyle hızlı yayılıyor ki (sadece giyim değil, ev aksesuarları, örneğin english home), geri dönüşüm pratiklerimiz bu hızın çok ama çok gerisinde kaldı.

    e peki sürdürülebilir bir fast fashion mümkün değil midir? teoride elbette mümkün. fakat çok uzak ve zahmetli bir ihtimal, bu nedenle pratikte (muhtemelen) asla mümkün olmayacak. baktığımız zaman fast fashion markalarından h&m bir şeyler yapmaya çalışıyor, tedarik zinciri denetiminden geri dönüşüme kadar; ancak ne kadar başarılı ya da ne kadar içten, orasını bilemem. neticede bir çaba var diyebilirim yalnızca.

    çözüm?

    tüketmemek. biliyorum bunu duyduğuna çok üzülüyorsun ancak doyumsuz benliklerimizi zincirlemediğimiz sürece problemin bir parçası olmaya devam edeceğiz. tüketme arkadaşım. ihtiyacın yoksa, tüketme.

  • bir zamanların efsane yazarı delikan76'nın içine düştüğü aczi gösteren durum.
    1970'lerde istanbul gelişim orkestrası ile türkçe sözlü hafif müzik, caz falan söyleyip 80'lerde işsiz kalınca arabeske yönelen şarkıcılar gibi.
    ee şimdilerde trend bu, orası şöyle burası böyle temalı kız başlıkları.
    muhsin bey gibi direnecek hali yok yozlaşmaya.
    edit: cümle düşüklüğünü giderme.