hesabın var mı? giriş yap

  • bunu yapabilen erkeğe babanız sizi verse de siz varmayın. olay düşündüğünüz kadar naif olmayabilir.

  • üstüne başka bir kuş tarafından sıçılmış güvercin görmek.

    bizim kafamıza sıçınca iyi oluyordu değil mi? şimdi de sen dolaş bakalım öyle.

  • marsın kutuplarında buz bulunduğu biliniyordu. ancak bu su buzu değil, karbondioksitten oluşan (bkz: kurubuz) idi. 25 seneden beri mars'ın çevresini turlayan çeşitli uydular, bu karbondioksit buzunun altında su buzu da bulunduğunun işaretlerini yakalamıştı. örneğin mars odyssey adlı uzay aracı, 2002’de mars’ın güney kutbuna yakın bir bölgede geniş bir alanın altında bol miktarda hidrojen olduğunu keşfetmişti. bu hidrojenin yüzeyin altında donmuş haldeki suda (h2o) bulunduğu düşünülüyor.

    mars ve dünya 4,56 milyar yıl önceki aynı gaz ve toz bulutunun -benzer- içeriğinden oluşmuştur. oluşumlarından sonraki bir milyar yıl boyunca iki gezegen de asteroit ve kuyrukluyıldız bombardımanına maruz kalmıştır. bu sayede ikisine de uzaydan bol miktarda su gelmiştir. ancak mars'taki su miktarı dünyanınki ile karşılaştırılamayacak kadar azdır. (tüm gezegeni ancak 11 m derinlikte bir su tabakası kaplar, oysa dünyanın %71'ini kaplayan okyanus ve denizlerin ort. derinliği 3400 metredir.)

    yine de bir zamanlar mars bugünkünden çok farklıydı. az miktarda da olsa, gezegende bulunan su, su nehirleri ve denizleri oluşturabilecek kadardı. ancak oluşumundan 1 milyar yıl sonra manyetik alanını yitiren kızıl gezegen, güneşin kavurucu rüzgar fırtınalarına karşı korumasız kaldı. yüzeyinde bulunan bu su da adeta uzaya savruldu.

    mars'ın yüzeyinde bulunan şekiller de, gezegenin bir zamanlar sıvı su tarafından 'oyulduğunu' gösteriyor. yani gezegen gerçekten de, bir devrinde su nehirlerine ve denizlerine ev sahipliği yapıyordu. ancak bu su sonradan uzaya saçıldı. güneş ışınlarından kurtulabilen bir miktar sıvı su ise kutuplarda bulunan kurubuz yataklarının altında uzaya savrulmadan kalabildi.

    sonuç olarak bu önemli ancak beklenen bir keşiftir. mars'taki su ile dünya'daki karşılaştırılabilecektir. böylece suyun dünya'ya hangi yoldan geldiği, mars'taki suyun dünyadakinden ne gibi farklar barındırdığı, bu farkların nelerden kaynaklandığı öğrenilebilecek.

    not: entrydeki birçok paragrafı çağlar sunay'ın '50 soruda evren' kitabına bakarak yazdım. muhteşem ve astronomiye giriş yapmaya uğraşanlar için uygun bir kitaptır.

  • kazıdayız. yaz vakti. 20 tane öğrenci, kazı evinde kalıyoruz. gündüz ne kadar yoğun çalışıyorsak, geceleri de aynı oranda içiyoruz. bozkırın ortasındaki kazı evinde, içki içmek için alternatifler belli... bazıları eski bir ilkokuldan bozma kazı evinin merdivenlerinde içiyor, bazıları bahçe duvarında, bazıları laboratuvarda, bazıları mutfakta.

    hepimiz rock dinliyoruz. kazıya iron maiden külliyatını getiren de var, teoman dinlerken kafa sallayıp kendisini metalci sayan da var. o sene, kazı uzadıkça uzadı. hoca "haftaya bitiriyoruz!" diyor, bir sonraki hafta, tekrar bir hafta uzatıyor kazıyı. yorgunluk artıyor. akşamları içerken neşelenenler, yavaştan hasrete düşüyor.

    çarşamba günleri izinliyiz. kazı evindeki müzik seti bozulmuş. sadece kasetçaları çalışıyor. birkaç kaset bakalım diye bir müzik markete giriyoruz arkadaşımla. raflarda, neşet ertaş'ın ondan fazla kasetinden oluşan best of serisi var.

    "neşet baba alsak iyi olur ama hangi birini alacağız!" diyorum.
    "para dayanmaz o kadar kasete." diyor arkadaşım.
    tezgahtar gençten bir eleman...
    "abi" diyor, "siz istediğiniz şarkıları seçin, ben size karışık bir kaset çekeyim."

    karışık kaset lafını duyunca yaşadığım nostaljiyi anlatamam. karışık kaset çekenlerin nesli tükendi sanıyordum ben. tarih öncesinden çıkagelen bir dinozora bakar gibi hayranlıkla bakıyorum kasetçiye. alıyoruz kağıdı kalemi...
    "çek baba bize bunları!" diyoruz.
    3 saat sonra uğrayıp alıyoruz kaseti.
    doksanlık, önlü arkalı neşet ertaş külliyatı.

    akşam kazı evindeyiz. diğerlerinden mutfağı bize bırakmalarını rica ediyoruz arkadaşla.
    "niye?" diyorlar.
    "biz neşet baba dinleyeceğiz." diyoruz.
    gülüyorlar bize.
    "sizin olsun mutfak.” diyorlar.

    ışıkları söndürüp kuruluyoruz mutfak masasına. biralarımızı açıp basıyoruz play tuşuna. uzatmayayım... iki saat içinde, kazı evindeki tüm öğrenciler yavaş yavaş toplanıyorlar mutfağa. kaseti birkaç defa dinledikten sonra, bir tarafın ilk şarkısı olan ah şu yalancı dünya'yı sürekli başa sararak tekrar tekrar dinlemeye başlıyoruz.

    iki kişi içmeye başladığımız mutfakta yirmi kişi oluyoruz.
    masaların üzerindeki boş bira şişelerinin üzerine mumlar dikiliyor.
    herkes teslim olmuş müziğe, kimse konuşmuyor.
    bazıları başını masaya dayamış, ağladığını göstermeden usulca ağlıyor.

    bozkırın çocuğu vuruyor sazın teline... o sazın teli, bozkırdaki çocukların yüreğine dokunuyor.

  • hasta-doktor ilişkisinin mahremiyetini çiğneyen, her hastaya roman ve dizi malzemesi diye bakan, hekimliğinin elinden alınması gereken utanmaz şey.

    p.s. hastalarının hikayelerini ifşa eden bu kadına hala muayeneye gidenlere inanamıyorum!

  • 2000 yılında kupa galipleri kupası mı vardı aq?

    bu fenerbahçelileri, dolunay zamanlarında werewolf’a dönüşenlere benzetiyorum: bunlar da fener maçlarının olduğu günlerde ve sürü liderleri bunları gazladığında rambo okan’a dönüşüyor. ilginç. bence fenerbahçe sembolünü kanaryadan kurt adama çevirmeli *

  • kendisine çarpıp kaçan iş adamından şikayetçi olan izmirli hurdacı bir abimizin sözleri bunlar. iş adamı uzlaşma talep etmiş, hüseyin abimiz para istememiş, 100 tane çocuğa mont talep etmiş. sözlerinin tamamı ise şöyle;

    "günde ortalama 20 tl kazanıyorum. allah bin bereket versin. bugüne kadar haram lokma yemedim. kazanın olduğu gün, sobada yakmak için bir şeyler toplamıştım. karşıdan karşıya geçmek için kaldırımın kenarında bekliyordum, yoldan geçen araç el arabama ve bana çarptı. çarpan kişinin yardım etmek için durmaması beni çok üzdü. ancak sonradan metin bey’i dinleyince, olayın istemeden olduğunu anladım ve ‘kazadır, insanlık hali, hepimizin başına gelebilir’ dedim. uzlaştırmacı canan hanım bana haklarımı anlatınca, şikâyetten vazgeçmek için metin bey’den para değil, 100 çocuğa mont bağışlamasını istedim. hakkım olmayan bir parayı, onun gönlünün rızası olmadan alsaydım, bunun günahını taşıyamazdım. 3 kız evlat büyüttüm, yoksulluğu iyi bilirim. şimdi 100 çocuk sıcak monta kavuştu. bundan güzel bir şey var mı?"

    ilgili haber;100 çocuğu ısıtan kaza