hesabın var mı? giriş yap

  • + nasılsın?
    * - iyiyim. sen nasılsın?
    + iyiyim sağol. eğer işin yoksa kadıköy'e gelsene?
    - işim yok, gelirim tabi ki.
    + tamam ben şimdi yemek yiyorum, vapurdan inince ara beni.
    - tamam ararım, çok teşekkür ederim. hadi görüşürüz.

    asfşkla teşekkür ne lan! niye teşekkür ettin lan tırto!

    (bkz: akıl) (bkz: fikir)

  • bana hitap etmedi, hatta sikimde bile olmadı.. dolayısı ile herkese hitap etmiyor demek ki..

  • çocukluğuma dair fazla şey hatırlamıyorum. bunun birincil sebebinin yaşadığım mutsuzlukları yok saymak çabamın sonucu olduğunu düşündüm yıllarca. sonra farkettim ki yaşadıklarımı önemseyip de hafızama kaydetmemişim. aklımda kalan şeyler de var.
    şimdi bir an geliyor gözümün önüne. her çocuk grubunda olan lider tiple fiziksel bir kavga içindeyiz. üzerimde beyaz bir elbise var. karşımdaki benden fiziksel olarak güçsüz olduğu halde kavgayı kaybetmeme çok az kalmış. etraftaki diğer çocukların onun adına tezahürat ettiklerini duyuyorum. kimse beni desteklemediği için kaybettiğimi sanıyorum bir süre. sonra anlıyorum ki, kazanmak umurumda değil. sadece karşımdaki aptalın kazanmaya ihtiyacı var ve bunu ona vermek ya da vermemek umurumda değil. kazanıyor. elbisem tekmelerinden çamur olmuş. eve gittiğimde annem ne dedi hatırlamıyorum. aradan bir kaç yıl geçiyor. liderin en yakın arkadaşıyım. bana verdiği emirlerin işe yaramadığını görünce, duygusal bir bağ kurmuş gibi yapıp rica ve ortak karar adı altında o'na boyun eğmemi sağladığını sanıyor. ama söylediği şeyleri yapıp yapmamak umurumda değil. bazen bir fikrim olursa ve canım isterse söylüyorum. devamını takip etmiyorum. o yaşta bile ona önem vermediğimi görüp incinen gururunu, diğer çocukların benimle konuşmamasını sağlayarak okşuyor. eve kapanıyorum. tüm gün kitap okuyup tv seyrediyorum. annem dışarı çıkmam için baskı yapıyor. asosyal olmamdan korktuğunu yıllar sonra anlayacağım. onun zorlamasıyla yanlarına gidiyorum. beni umursamadan çekip gidiyorlar. eve dönüyorum. anneme hiçbir şey anlatmıyorum; ısrarlarını ise duymazdan geliyorum.
    yıllar geçiyor. liseye başlıyorum. neden olduğunu bilmediğim ve bilemeyeceğim bir şekilde daima prenses sendromlu kızlar en yakın arkadaşım statüsünü alıyor. onlardan hoşlanmasam da, etrafımda olmalarına ve bitmek tükenmek bilmeyen ego krizlerine ses çıkarmıyorum. daima kitaplarıma kaçıyorum. bir sevgilim olmamasını benden çok dert eden bu kızlar yüzünden birilerine aşık numarası yapıp bazen kendimi dahi buna inandırarak acı çekiyor gibi davranıyorum. her bir kaç yılda bir etrafımdaki en yakın arkadaş değişiyor. önemsemiyorum. yenisi daima kendine yer bulup geliyor. önemsemiyorum. yıllar geçmeye devam ediyor. önemsemiyorum.
    üniversiteye başlıyorum. hayatıma öyle olması gerektiği için arkadaşlarımın çabalarıyla bir kaç adam giriyor. sonra çıkıp gidiyor. acıdan ağladığım zamanlar olmuyor değil. çünkü hissetmek zorunda olduğuma inanmaya başlıyorum ve buna göre hareket ediyorum. sonra o da geçiyor. bir süre neden acı çekmediğime şaşıyorum. sonra hiç çekmediğimi anlıyorum. insanlara cehennem azabı yaşatan dertleri, bana önemsiz geliyor. hiç susmadan "en yakın arkadaş dertleşmesi" adı altında saatlerce canımı sıkmalarına, karşımda ağlamalarına ses çıkarmıyorum. onlara iyi davranıyorum. ters davrandığımda daha çok ağlayıp, konuşup beni rahatsız edecekleri için yapıyorum bunu. gereksiz ve anlamsız dertleri umrumda olduğu için değil. hayat akmaya devam ediyor. beni bazen bazı insanlar çok seviyor ve ben onları sevmediğim için beni suçluyorlar. daima yakınıma, mahremime girmek için uzattıkları burunlarını koparıp ellerine vermiyorum. çünkü insanlar canları yanınca sinir bozucu susmayan yaratıklara dönüp can sıkıyorlar. onları etrafımda istemediğimi anlatmanın bir yolunu bulamadığım için, etrafımda geziniyorlar. benden fazlasını istemedikleri sürece sorun çıkarmıyorum. ama hep istiyorlar. aramadıkça vefasız, sevmedikçe vicdansız oluyorum. etiketlerini, suçlamalarını, acılarını umursamadığımı gördükçe daha çok etiketleyip, suçlayıp, acı çekiyorlar. sonra yavaşça yorulup gidiyorlar ve ben kitaplarıma dönüyorum...

  • malum zat, çevresi ve takipçileri tarafından "dış güçler" şeklinde yorumlanacak olan karardır. zira hak hukuk bilmezlik bunu gerektirir.

  • yapılan bir araştırmada orta doğu'da yaşayan insanların en az 12.000 yıl önce gelişmiş balıkçılık araçları kullandığı ortaya çıkmıştır. görsel - görsel

    arkaik balıkçılığın incelenmesi, kullanılan malzemelerin bitki lifleri, ahşap gibi doğada kolayca çözülen malzemeler olması nedeni ile oldukça zordur. buna rağmen erken balıkçılık teknolojisinin bugüne kadar oluşturulan en büyük koleksiyonlarından biri olan çalışma kullanılan teknikler hakkında araştırmacıların fikir sahibi olmasını sağlamıştır.

    almanya'daki römisch-germanisches zentralmuseum arkeolojik araştırma enstitüsünden antonella pedergnana liderliğindeki ekip, kuzey israil'deki hula vadisi'ndeki ürdün nehri'nde bulunan 19 kemik balık kancası ve altı tane yivli taş üzerinde çalışmıştır. bulunan yivli taşların ağırlık (kurşun) olarak kullanıldığına inanırlar.

    israil tel hai koleji'nden profesör gonen sharon: "kancalar, boyut, özellik ve yapım becerisi açısından modern kancalara inanılmaz derecede benziyor. ayrıca kancalar, balığın kancadan kaçmasını önlemeyi amaçlayan alt çengel gibi günümüz kancalarında nadiren bulunan özelliklere sahiptir." diyor.

    bu karmaşık yöntemler göçebe yaşam tarzından tarımsal yaşam tarzına geçiş ile ortaya çıkmıştır. bu balık avlama araçlarını kullanan insanlar avcı-toplayıcıydılar ancak tek bir yerde, taş evlerde yaşıyorlardı. diğer kaynaklar tükenebilirken, balıklar çok daha kolay bulunabildiği ve yıl boyunca mevcut olduğu için büyük ölçüde balığa yöneldiler.

    kancalarda büyük bir çeşitlilik vardı, bu da farklı balıklar için farklı aletlere ihtiyaç olduğunu anladıklarını gösteriyordu.

    sharon, "kancalara baktığımızda, birbirine benzeyenlerin olmadığını görüyoruz. her kanca boyut, özellik ve stil bakımından farklı. bu değişkenlik, bu insanların balık davranışlarıyla ilgili sahip oldukları mükemmel bilgilerle açıklanabilir.

    hangi boy ve tür balık için hangi kancanın iyi olduğunu ve her balık türü için hangi özelliklerin en iyi sonucu almak için gerekli olduğunu tam olarak biliyorlardı.

    ayrıca, bölgede bulunan balık kemiklerinden, yakalanan balıkların boyutunun çok küçük balıklar ile 2 metreden uzun dev sazanlar arasında değiştiğini biliyoruz." diyor.

    aletler birçok yönden modern kancalara benzese de, bazı farklılıklar da vardır. "jrd balıkçıları (jordan river dureijat) kancalarda delikler açmak yerine (muhtemelen kemikler yeterince güçlü olmadığı için) oltayı kancaya ve ağırlıklara yivler, çıkıntılar ve karmaşık düğümler gibi çeşitli yöntemler ve hatta tutkal kullanarak bağladılar."

    kancaların kıvrımlarındaki bazı oyuklar ve bitki lifi kalıntıları, balıkçıların yapay yemler kullandıklarını düşündürmektedir.

    sharon "sinek balıkçılığının kullanılması, balık davranışı hakkında tam ve derin bir bilgi birikimine işaret ediyor. bazı balık türlerinin su yüzeyine yakın böceklere saldırarak avlandığını ve sinek taklidi yapan yapay bir yeme saldıracağını bilmelisiniz. yani 13.000 yıl öncesine kadar hula gölü balıkları hakkında bilinmesi gereken her şeyi biliyorlardı.” diyor.

    kaynak

  • kuzenim tarafından kendisine şiirler yazılan insan.
    (bkz: kuzenim yazmış)

    kutudaki paralar yandaşlara saçıldı,
    reza gilin önünde bütün yollar açıldı,
    tapelerin üstüne soğuk sular içildi,
    tam ümidi kesmişken çıkageldin bharara

    sen bunları bilmezsin, hepsi birer engerek,
    bize de senin gibi yiğit savcılar gerek,
    istersen sana burdan fındık fıstık gönderek,
    jack daniels'ın yanında biraz yerdin bharara

    ebru bugün yalıda karaları bağlamış,
    demir atmış yalnızlığa, içli içli ağlamış,
    miami'nin adaleti kılıncını yağlamış,
    dolce vita hayata ayar verdin bharara

    garip reza mahpusta, beli göçmüş ranzada,
    oysa ki gezecekti roma'da fransa'da,
    havuz medyası seni paralelci sansa da,
    diğer yüzde elliden hürmet gördün bharara