hesabın var mı? giriş yap

  • bakan: açık havada ve kapalı ortamda yeterli havalandırma varsa maske kalktı,
    türkler: maske kalktı
    kimse bundan sonra maske filan takmaz arkadaş

  • cem yılmaz'ın leman kültür'deki ilk gösterisi dair tüm gösterilerini ve filmlerini defalarca izlemiş bir hayranı olarak merakla beklediğim bu gösterisini izledim. bence, önceki gösterilerinden oldukça farklıydı.

    öncelikle, kendini ve izleyici kitlesini; toplum olarak bir arada huzur içinde yaşamamız için gerekli asgari kurallara uyan, köşeyi dönmek için binbir dolap çevirmeyen ve genel çerçevesini de eski türkiye'nin aşırıcı olmayan, karşısındaki insana karşı sınırlarını bilen ve saygı çerçevesinde iletişimini sürdürmeye çalışan, aklı başında ve eğlenmesini bilen 'makul insan' olarak nitelendirdiği bir şekilde çizdi.

    anladığım o ki, sosyal medyayı yakından takip ediyor ve her aklı başında insan olarak bu toplumsal değişimlerden rahatsız olduğunu fazlasıyla dile getirdi. bu değişimler de, siyasi anlayıştan estetiğe; düzgün türkçe konuşabilmekten kadınların kendi hakları için yıllarca çabalamalarından sonra kendi elleriyle bunları nasıl heba ettiğine; ekonomik krizden kadın-erkek ilişkilerine birçok konuya eleştirel bir şekilde yaklaştı.

    son zamanlarda üzerine çokça konuşulan, 'eğlencesini yitiren ülke'yi, eğlencesini yitirmiş cem yılmaz olarak da kullanabiliriz. eski gösterilerinde, topluma dair yaptığı gözlemler daha bir genelgeçer tespitler(olumsuz anlamda söylemiyorum, kapsayıcı anlamında) iken ve güncelliğini yıllarca korurken ve bunu tam da bir komedyen olarak, ağır dalga geçen ve enerjik-hazırcevap üslupla yaparken,

    bu gösteride; en başta çerçevesini çizdiği 'makul insan'ın, günümüz türkiye'sine baktığında gördüğü ve farkında olduğu güncel tüm olumsuzlukları esprili bir şekilde ele alarak, biraz bilgece ve toplumun bir kesiminin (eski türkiye'nin neşeli insanı) yani karşısındaki kendi kitlesiyle bir dertleşme havası içindeydi.

    cem yılmaz'ın uzun yıllardır, 'eğitim şart' sloganı, 'faruk eczanesi - toplumda bilmiyorum diyen mi var?' tespiti, do not disturb filminde insanlara hayat tavsiyeleri veren dünyadan bihaber karakter ve profesör ile ayzek'in hiçbir şekilde anlaşamıyor olmasının altında yatan temel sebepler üzerinden, aslında ülkenin büyük problemlerinin altında yatan sebeplere dikkat çekmeye çalıştığını düşünmekteyim. bu son gösteride dediği üzere, kendisinin bir insanda dikkat ettiği, 'tamam güzel de ne anlatıyor bu adam?' yani güldük eğlendik ama dişe dokunan bir şeyler söylüyor mu? anlayışını kendine de temel bir motivasyon edinmiş. bu son gösteri de, verdiğim örneklerin altında yatan çabanın son halkası.

    altında yatan bu ciddi motivasyon mu, anlattıklarının aslında hepimizin farkında olmamız mı, bunların trajikomik olması mı, kaybettiğimiz şeylere üzülmekten dolayı mı bilmiyorum; çok güldüğüm yerler olmasına ve çok keyif almama rağmen, eski gösterilerindeki o dolu dolu eğlenceyi bulamadım. bu, kötü olduğu anlamı taşımıyor fakat bir standup gösterisi olarak düşünürsek, benim için, cem yılmaz'ın tüm gösterileri arasında dördüncü ya da beşinci sırada diyebilirim.

  • doğa üstü müdür değil midir bilmiyorum ama hayatım boyunca başımdan geçen en ilginç olaylardan biriydi.

    üniversitede 2 ev arkadaşımla birlikte büyükçe bir evde kalıyorduk. ortak projeler, grup çalışmaları derken normalde evimizin boş kaldığı nadirdi. gelenimiz gidenimiz yatılımız hiç eksik olmuyordu. o hafta ev arkadaşlarımdan biri memleketine gitti, diğeri de grup ödevi için başka bir arkadaşının evinde çalışıyor. ben de evde yalnız başıma arkadan bir film açmıştım ve çizim yapıyordum. saat gece 10 civarı olması lazım. birden gözlerimi açamayacak kadar halsiz hissettim ve o saniye uyumakla bayılmak arasında kafamı masaya koyup biraz dinlenmek istedim. filmi de durdurmamıştım, muhtemelen 1-2 dakika içinde gözümü geri açarım diye düşünmüştüm.

    arkadaşım eve dönerken aramış, anahtarı evde unuttuğunu, evde olup olmadığımı teyit etmek için aradığını 10-15 dakikaya geleceğini söylemişti. tamam evdeyim zaten çizim yapıyorum gel açarım kapıyı dedim.

    eve dönerken yol üzeri parkta yatan yaşlı bir kadın görmüş. kadın memleketten geldiğini ama çocuklarının onu eve almadığını sokakta yatacağını söylemiş. bizimkinin hemşerisi diye kıyamamış, gel teyze bizde kal bu gece diyerek almış kapıya getirmiş. aklınca cevap points alacak. kadının kendisi de üstü başı da çok çirkindi ve leş gibi kokuyordu demişti sonradan. arkadaşım da gördüğüm en titiz insandır belki, kesin kadın evden gidince 40 gün ev temizlettirirdi bize. sağ kalsaydık…

    neyse kapıya gelince aşağıdan 3-5 kez basıyor zile. açmayınca banyoda olabileceğimi düşünüp bekliyorlar kadınla kapıda. sonra hem telefonumdan arıyor hem de zile basıyor bir yandan ısrarla. 15 dakika bekledik kapıda diyor. sonra birden korkmuş acaba düşüp bayıldım mı, maket yaparken sprey kullandım da ondan mı zehirlendim acaba diye. yaşlı kadına korktuğunu kapıyı açması için polisi arayacağını söylüyor ve kadın o saniye gerek yok ben uğraştırmayım sizi diyerek bir hışımla ayrılıyor oradan.
    elini zilin üzerinden kaldırmadan tüm apartmanı ayağa kaldırmak pahasına basıyor düğmeye. o sırada tam polisi arayacağı sıra kapı açılıyor. muhtemelen komşulardan biri dayanamayıp açtı kapıyı, bizimki ben açtım sanıyor. geri dönüp kadına bakınıyor çağırmak için ama daha birkaç saniye geçmeden köşeyi dönüp gözden kaybolup gittiğini görüyor.

    asansörün bizim katta durduğunu asansör kapısının açılma sesinden anlayınca uyandım. sanki 15 dakikadır apartmanı inleten o zil sesini, kulağımın dibindeki telefonu ve titreşimi duymayan ben değilmişim gibi o saniye kalkıp kapıyı açtım daha zil çalmadan. bir de espri yapıyorum aymaz gibi "bak daha zile basmadan açtım kapıyı" diye. ev arkadaşım şaşkınlık ve şok içerisinde giriyor içeri, haliyle sinirlenmiş biraz dalga geçiyorum diye. bir şey anlatmadan geçiyor odasına. bakıyorum telefonda onlarca cevapsız arama var ve filmin de yaklaşık 15 dakikasını kaçırmışım. uykuya dalmışım ona sinirlendi demek diye düşünüp filmi geri sarıp devam ediyorum çizime.

    sanırım bir akşam sonrasıydı televizyonda haberler açık ve birlikte yemek yiyoruz salonda. bizimkinin lokması ağzından kaşığı elinden düşüyor bir anda. yüzüne bakıyorum beti benzi atmış, bembeyaz kesilmiş. ne oldu diye soruyorum ama gözleri ekranı eritecek gibi keskinleşiyor habere bakarken. hiç unutmuyorum o haberi. “3 kişiyi öldüren katil zanlısı adam, kadın kılığında yakalandı. üzerinde cinayet bıçağıyla, seçtiği yeni kurbanını takip ederken yakalandı" diyor…

    sonra arkadaşım bana sarılıp ağlamaya başladı. o gün bana kapıyı nasıl olup da duymadığımı sordu. iyiki açmamışsın diye tekrar tekrar sarıldı. oysa hiç fikrim yok, bir anda gözlerimi açamadım, kapattım ve uyumuşum. hayatımda hiç kendimi kaybederek ölü gibi uyuduğumu bilmem. o gün o on beş dakika dışında. normalde çıt sesine bile uyanırım, tilki uykusu gibi hafiftir uykum ama öyle bir dalmışım ki belki de ikimizin de hayatını kurtarmışım farkında olmadan. üzerinden çok yıllar geçti ama bu olay aklıma geldikçe hala ürperirim.

  • ben bu banyodan sonra krem, nemlendirici falan sürüyolar ya onu anlayamıyorum. bi kere sordum ne işe yarıyo bu diye, bunu sürmeyince "hatır hatır" oluyormuş tenleri kuruyormuş, sararıp solup ölüyorlarmış, ooo çok kötü oluyormuş falan. lan bizim evde banyo sabunu bitti, almayı da unutuyorum, iki haftadır süper dandik bi sıvı el sabunuyla alıyorum duşumu, hala cillop gibi tenim var. bal döküp yalayasım geliyor kendimi bazen. bazenler çoğalıyor bazen.

  • öğrenildiğinde hayatı kolaylaştıran eylem.

    sadece erkek-dişi ilişkilerinde değil, hayatın genelinde bu böyle. kimsenin sizi sevmediğini kabullenir ve anlarsanız, daha az güvenir, daha az hata yapar, daha az sırtınızdan bıçaklanır, daha az ihanete uğrarsınız.

    zaten herkes yalnız ölür.

  • hakikaten anlatildigi kadar kolpa taksicilerdir bunlar.
    kazayla cam cevirme kolunu kirdigim icin benden 20 lira istemislikleri bile vardir.(5'e kurtarmistim allahtan o ayri)
    neyse efendim gecelim biz hikayemize.
    bir istanbul donusunde bindim bunlardan birine ve ayranciya gidecegimi soyledim.
    eve kadar geldik.(dip not evim karakolun bitisiginde)
    karakolun onunde durduk, taksimetreye baktim 11 milyon yazmis.
    ben elemana bir tane 10'luk ve 1'lik verip kolay gelsin dedikten sonra; abi biz giris cikisa da para veriyoruz 3 lira daha vereceksin dedi.
    abi o benim degil senin problemin ; kusura bakma benden alamazsin dedim.
    olur mu oyle sey abi vermek zorundasin dedi.
    ben de elemana ters ters baktiktan sonra; gel abi karakoldan pederden al o zaman dedim.
    bu guzel arkadasim feyki yedikten sonra yuzsuzce, bu seferlik almayalim diye uste cikmaya calisti.
    ben de hic bir zaman alamazsin zaten dedikten sonra kapiyi sertce vurdum; arkadan bavulu aldim.
    indikten sonra da keyif sigarami yaktim yoluma devam ettim*

    edit : beyler taksiciyi bulduk , sozlukte.
    vurdukca vurmus kerata

  • geçenlerde sahile kahvaltıya gittik. hemen yan tarafımızda üç kız iki oğlan (15-16 yaşlarında) termosla çay getirmişler piknik tarzı kahvaltı yapıyorlardı. kahvaltıları bitince top oynadılar, fotoğraf çekindiler , hiçbir taşkınlıkta bulunmadılar. güzelce vakit geçirdikten sonra kızlardan birinin babası geldi almaya.gençleri evlerine bırakacak muhtemelen. kızının nerede kiminle olduğunu biliyor kafası rahat. işte bu kızlar kocaya kaçmazlar . bu kızlar üç beş çocuk peydah edip sokağa salmaz .genelde ailesinin düşüncesini önemser , zamanı gelince doğru tercihler yaparlar.

  • cengiz inşaat denen firmanın bir paravan olduğunu düşünmekteyim. o paraları ona yedirmezler. kime gemicik, kime isviçre'de hesap oluyor acaba bu paralar?