hesabın var mı? giriş yap

  • ibretle okuduğum bir yazının bölümü.
    demek ki senin bile plakan var fatih abi.

    ekleme: colonel casey arkadaşımız da şöyle bir ekleme yapmamı rica etti.

    "bir memur çağırsın bir uber aracı, bağlasın sen yasadışısın diye. araç bile ayağına gelecek, çevirmeye bile gerek yok. neden yok böyle bir uygulama?
    polis ve jandarma mı uyuyor, fatih altaylı mı neyin yasal olup neyin olmadığıyla ilgili bol keseden atıyor acaba?"

  • halam dan geliyor
    ‘yanlış insana değer vermek gömleğin düğmelerini iliklemek gibidir yanlış yaptığını sona gelince anlarsın’

    altına enişteden yorum : evde ne yemek var ?

  • ülkede bir şair, bilim insanı, sanatçı veya sporcu yetiştiremeyenlerin "çivi çakıyoz yeaa" diye atladığı köprü.

    insana değil beton dökmeye yatırım yapın: sonra altınızda alman arabası, cebinizde amerikan telefonu, ayağınızda amerikan ayakkabısı, üzerinizde italyan kıyafeti ile fransız-isveç tasarımı, bankadan borçla yapılmış köprüden geçerken miliyetçilik yaparsınız boş boş...

  • turabi tavlayı yaparken kameralar neden göstermedi. hadi yaparken göstermedi o kadar ufak yuvarlak tahta parçalarını nasıl yaptı. hadi yaptı diyelim nasıl boyadı. hadi boyadı diyelim nasıl o kadar düzgün birlestirdi. hadi birlestirdi diyelim zarı nerden bulcak. zarı buldu diyelim ben yine de turabinin aq.

  • diasetil morfin, ilk kez 1874 yılında morfinin asetillenmesi ile elde edilen bir alkaloittir. 1898 yılında bayer firması tarafından ağrı ve öksürüğe karşı ilaç olarak piyasaya sunulmuş, yıllar sonra bağımlılık yapıcı etkisi nedeniyle yasaklanmıştır. saf eroin, acı tadda beyaz bir tozdur. yasadışı eroin içerdiği safsızlıklar yüzünden kahverengi, krem hatta siyaha yakın renkte olabilir.

    yıllar önce ev arkadaşımın sevgilisinde vardı bu illet. tedavisi çok zor ve uzun bir süreç. tanıdığımda 1 aylık yatılı tedaviden sonraki altıncı ayındaydı ve hala idame dozu olarak eroine yapıca kimyasal benzerlik gösteren bir ilaç kullanıyordu. "iyileşti sayılır" demelerine rağmen orada kaldığım iki ay boyunca hatırladığım kızcağızın sürekli biryerlerde (koltuğun kenarında, duvarın dibinde, koridorda) karanlıkta çömelip tırnaklarını kemirerek saatler geçirdiği. bağımlılığı hakkında kendi ağzından duyduğum tek değerlendirme ise şöyle idi: "her boku ye, bu boku yeme".

  • -saçını yeni bir renge boyamış bir kadına, "ay canım yeni saç rengin seni olgun göstermiş derhal değiştir.",

    -saçı kahverengi kadına, "ya sana böyle alev kırmızısı/havuç turuncusu/kömür karası/hardal sarısı/soğan kabuğu/vsvs renk süper gider mutlaka dene!!"

    -kilosuyla barışık bir kadına, "ay bir 5 kilo versen muhteşem olursun.",

    -kilolu kadına "ay valla ben kiloluyum yani 32 bedene giremiyorum artık:( belim de 50 cm olucak biraz daha yersem:'(",

    -uzun birlikteliği olup henüz evlilikle ilgili bir şey yapmayan kadına, "ee düğün ne zaman;)",

    -yeni evlenmiş kadına, "valla iyi cesaret, ne acelen vardı :/, evlilik akıl karı değil valla",

    -ev işi yapan kadına, "ay , hizmetçi değiliz, hayatta yapmam, yapanı da anlamam",

    -ev işi yapmayan kadına, "ya benim elim yatkın, çok iyi yemek yaparım, manyak titizim",

    demeleri, böyle abidik gubidik cümle kurmaları...

  • girizgâh
    insanlık tarihi boyunca yazılmış bütün romanlar bir yana, victor hugo’nun 17 yılda tamamladığı, bir sefalet destanı, bir fedakarlık ve çürümüşlük hikayesi olan sefiller diğer yana. bir roman ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi, ne kadar sarsıcı olabilirse o kadar sarsıcı, ne kadar öğretici olabilirse o kadar öğretici ve ne kadar acımasız olabilirse o kadar acımasız.

    dünya edebiyat tarihinin en büyük eserinin incelemesi ve özeti burada

    bir insan olarak victor hugo
    victor hugo yaşamı boyunca toplumun içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmış, adalet terazisini dengeye getirmenin yollarını aramıştı. ölüm cezasının insan onuruna yakışmadığı dile getirmiş, siyaset arenasında bu onursuzluğu ortadan kaldırmak için savaşmıştı.

    yapıtlarıyla dostoyevski, tolstoy, camus, zola, flaubert gibi dünyanın en büyük yazarlarına ilham kaynağı olan hugo, asıl ününü yoksulların ve emekçilerin gönlüne girerek kazanmıştı. o yazar olarak çağının devrimci ruhunu yakalamayı başarmış, gelecek nesillere ilham kaynağı olmuştu.

    bir sanatçının, bir yazarın veya bir toplumcunun gelmek isteyeceği tek yer de bu olsa gerek. yaşarken bunu başarabilen nadir insanlardan biri olan hugo, ölümünden yüzyıllar sonra bile aynı duygu ve hislerle anılacak ve ölümsüz eserleri, dünyanın dört bir yanında okurlarına ulaşmaya devam edecek.

    victor hugo 1885 yılında hayata veda ettiğinde cenazesine iki milyondan fazla insan katılmıştı. paris’in nüfusundan oldukça fazla olan bu cenaze kalabalığı, onun insani olarak ortaya koyduğu fikirlerin değerini, gözler önüne seriyordu.

    yazarın son dileklerinden biri basit bir cenaze töreniyle birlikte yoksul tabutunda gömülmekti. dönemin hükümeti onun şanına yaraşır bir cenaze merasimi hazırladı ve büyük yazarın dileğini yerine getirip yoksullar için hazırlanan bir tabutta gömülmesine izin verdi.

    görkemli törene ve ölümcül kalabalığa rağmen, işçiler, yoksullar, sömürülenler ve sesini duyuramayan insanlar, bu büyük insan için son görevlerini yerine getiriyor, çalışmalarını onurlandırmak ve onun adaletli ruhuna dokunmak için hep birlikte dua ediyordu. çünkü yaşamı boyunca bu insanların sesi olan büyük yazar artık yoktu.
    cenaze aracı ilerlerken ona seslenen insanların ağzından tek bir isim yükseliyordu, o victor hugo değildi, jean valjean’dı…

    --- spoiler ---

    romanın felsefesi
    sefiller romanı yoksulluğa karşı bir protestonun, bir aşkın, dini inançların ve ahlaki seçimlerin hikayesi olduğu kadar suç ve ceza ile adalet sisteminin insanlık onurunu ayaklar altına alışının sert ve güçlü bir eleştirisidir.

    hiç kimse dünyaya iyi veya kötü damgasıyla gelmemiştir. onu iyi veya kötü yapan şey toplumun ta kendisidir. suçlular ceza sisteminin tekil bir ürünüdür ve asıl suçun yükü topluma aittir. bundan dolayı kurumların rasyonel reformu, bireylerin cezalandırılmasından önce gelmelidir.

    şüphesiz ki adalet ve adaletsizlik roman içindeki en önemli temayı oluşturmaktadır. victor hugo belirli bir felsefi kuram benimsediğini dile getirmemiş olsa da, ahlak felsefesi ve sosyal felsefenin izlerini sürmek oldukça kolay bir iştir.

    yazar sevgi ve şefkatin bir insanın başka bir insana verebileceği en önemli armağan olduğunu ve bu nitelikleri her daim tekrar etmenin bir insanın hayattaki en önemli hedefi olması gerektiğini belirtmiştir. jean valjean'ın da hayatını değiştiren en büyük kırılma anı piskoposun ona gösterdiği sevgi ve merhamettir.

    jean valjean bir mahkum gibi muamele görmeye ve yargılanmaya alışmıştır. bu nedenle, piskoposun gümüş şamdanlarını çalmaya teşebbüs ettikten sonra adamın ona merhamet göstermesi onu şaşkına döndürmüştü. jean valjean'ın tövbe etmesi ve piskopos'un kendisine gösterdiği merhameti kucaklaması için neredeyse bir refleks olarak son bir suç daha işlemesi gerekti. zira merhameti kabul etmek dayanılmaz bir şeydi ve derin bir irade ve metanet gerektiriyordu.

    işte, küçük gerves adındaki bir çocuğun parasını çaldıktan sonra kafasında merhamet ve vicdan gibi değerleri yeniden değerlendirdi ve yaptığının ne kadar iğrenç olduğunu fark edip hayatını değiştirmeye kesinkes karar vermiş oldu.

    nefret dolu, öfkeli ve yaşama karşı iğrenç duygular besleyen bir suçludan saygın bir hayırsevere, sevgi dolu bir babaya ve merhametli bir ihtiyara dönüşmesi, hugo'nun sevgiye yaptığı vurgunun en somut örneğidir, çünkü jean valjean ancak başkalarını sevmeyi öğrendiğinde kendisini geliştirmiş ve başka insanların sevgisine layık olmuştur.

    sevgi ve fedakârlık birbirine eş değerdir. jean valjean'ın başkaları için yaptığı fedakarlıklar, kaçınılmaz olarak eski mahkûmda büyük sorunlara neden olurken, aynı zamanda ona daha önce hiç hissetmediği bir mutluluk ve tatmin duygusu kazandırmaktadır. başkalarına, özellikle de cosette'e olan sevgisi, onu umutsuz zamanlarında bile ayakta tutan en önemli güçtü.

    jean valjean yaptığı fedakarlıkların hiçbir zaman karşılıksız olmadığını zamanla görecekti. bunlardan biri fauchelevent adında bir adamla bağlantılıdır. jean valjean bir gün bu adamın at arabasının altında kalmasına şahit olur. çevredeki kalabalık adamın ölmesine kesin gözle bakarken jean valjean sıradan bir insanın yapamayacağı bir fedakarlıkla adamı kurtarmayı başarır. bir zaman sonra bu fedakarlığın karşılığı olarak jean valjean’ın ve cosette’in hayatı da düzene girmiş olur.

    jean valjean mösyö madeleine isminin arkasına sığınarak belediye başkanı olduğu sıralarda bir adam jean valjean olduğu gerekçesiyle yargılanmaya başlamıştı. madeleine baba vicdanının sesini dinlemeyip mahkemeye gitmeseydi ve o adamı büyük fedakarlıkla kurtarmasaydı, gölge bir ismin arkasında huzurla yaşayabilirdi. ama o bunu yapmadı.

    cosette’i çok sevdiği ve kendisinden başka kimseyle olmasını istemediği halde, ayaklanma sırasında neredeyse öleceği kesin olan marius’u barikattan kurtarıp kızının sevdiği adama ulaşması için ölümle burun buruna mücadele etmiş, kendisini yine feda etmişti.

    sürekli peşinde olup onu zindana atmak için var gücüyle çalışan javert’i öldürüp ömrü boyunca kurtuluşa erebilecek şansı eline geçirmişken o, javert’i bağışlamıştı. üstelik bu adamın daha sonra kendisini yakalamak için yine karşısına çıkacağını bile bile bunu yapmış, bir kere daha kendisini feda etmişti.

    cosette ile marius evlendikten sonra marius’u karşısına alıp kendisinin eski bir forsa olduğunu ve geçmişinde yaptığı hataların onların hayatını mahvetmemesini istediği için, son kez kendisini feda etmişti. jean valjean bir forsa, bir suçlu, bir mahkûm, bir serseri olarak başladığı hayatı işte böyle fedakarlıklar zinciriyle bağlamış ve yüce gönüllü bir adama dönüşmüştü.

    toplumun onu itip kabullenmediği bir noktada, bir piskoposun ona el uzatmasıyla değişen hayat ancak sevginin gücüyle olgunluğa erişmiş, vicdanın insanın adalet terazisi olduğunu, nasıl kullanması gerektiğini ancak kendisinin bilebileceğini göstermişti.

    iyiler, kötüler ve fedakarlar… romandaki iyi şüphesiz ki cosette, fedakâr ise jean valjean’dır. kötüsü ise romanın en önemli karakterleri olan, insanın nasıl onursuz bir yaşam sürebileceğini, nasıl bir parazit gibi kan emici olabileceğini, vicdansızlığın ne menem bir musibet olduğunu gösteren thenardies’lerdir.

    cosette’in annesi fantine bu insanlara çocuğunu bırakmak zorunda kaldığında thenardies’ler hem cosette’i bir köle gibi kullanmıştı hem de fantine’i soyup soğana çevirmiş, kadını kendi bedenini satmak zorunda bırakmışlardı.

    salt kötülüğün en büyük göstergesi olan bu açgözlü, bencil, aşağılık, rezil insanlar kolay yoldan servet kazanmak için kendi çocuklarını satıp sokağa terk edecek kadar merhametsiz ve acımasızdır. bundan dolayı onların kötülüğü javert ile karşılaştırılamaz çünkü javert bir kanun adamıdır ve o merhametini ve vicdanını cebinde saklı tutup sadece jean valjean’a odaklıdır.

    fakir bir taşralı aileden gelen bir mahkûmdur jean valjean. ahlaki olarak iyi ve kötü arasında kalıp en nihayetinde iyinin izini sürmeye karar verir ve onun uzun ve sancılı dönüşümü, romanın en önemli anlatı örgüsüne tekabül eder.

    jean valjean'ın kadırgalarda geçirdiği 19 yıl, başta onu çaresiz bir çocuktan sert bir suçluya dönüştürüyor- ki bunun sorumlusu hugo'ya göre hapishane sisteminin sosyal kötülükleri yaratıp sokağa salmasıdır.

    tolstoy’a göre insanın içindeki tanrı vicdandır. roman boyunca sürekli jean valjean’ın vicdanıyla mücadele içinde olduğuna tanık oluyoruz. bildiğimiz bir şey var ki, tolstoy, victor hugo’dan çok etkilenmiştir. kim bilir ona bu sözü söyleten belki de bu roman olmuştur.

    jean valjean’ın vicdanı fantine’in, fauchelevent’ın, marius’un, belediye başkanı olduğu koca bir kasabanın, cosette’in ve javert’in yaşamını kökünden değiştirmişti. bütün bunların sebebi ise bir piskopos ve romanın çok küçük bir yerinde gördüğümüz küçük gerves sayesinde olmuştu. biri inançtı diğeri masumiyet.

    jean valjean marius’u kanalizasyonda sırtlanıp kurtarmaya çalışırken boğazına kadar pisliğe batmıştı ama yine de dimdik ayakta durmayı başarmıştı. aslında o küçük sahne onun bütün hayatının temsiliydi. ömrü boyunca hep boğazına kadar doluydu ama o dimdik durmayı bilmiş, doğrunun ve adaletin peşinden gitmeye ant içmişti.
    sonuç olarak yaşam gerçeklerin bir gün ortaya çıkma huyuyla sona erdi ve jean valjean’ın yüce gönüllü bir insan olduğu ancak ölüm döşeğindeyken fark edildi.
    --- spoiler ---

  • angela merkel'in almanya'nın golünden sonra sevincini izlediğimiz maç. sen gül anam gül, 3. havaalanını tamamladığımızda da böyle gülebilecek misin bakalım?