hesabın var mı? giriş yap

  • kötü niyetli ama ondan daha da büyüğü cahil.

    inönü'ye hakaret eden paylaşımıyla ilgili olarak:

    1. libya, oniki adalar, balkanlar vs lozan'dan evvel, hatta 1. dünya savaşından evvel elden çıkmıştı.

    2. birinci dünya savaşı'nı kaybeden bir ülke zaten o toprakları elinde tutamazdı. zaten daha evvel imzalanan sevr de bunu gösterir.

    3. bahsi geçen 129. maddedeki alan ingiliz askerlerinin mezarlığı toprak türkiye'nin ama mezarlığın kullanımı ingiltere'nin.

    bir de türkiye oraya inşaat yapamaz ne demek? ölü asker mezarına avm mi dikecekti bunlar? şunların yapmak istediğini ingilizler portsmouth'taki türk şehitliğine yapsalar dünyayı ayağa kaldırırlar diyeceğim ama diyemiyorum şehitlik falan salladıkları yok pek zira.

    78 milyonluk ülkede bizi temsil etsin diye seçtiğimiz 500 kişiden biri, bu tarihinden bihaber cahil işte. ondan sonra çıkıyor diyor ki devrim silahla değil sandıkla yapılır.

    bununla mı yapacaksın. bununla birlikte yapsan yapsan sahanda yumurta yaparsın.

  • siyasal islam sözlüğü:

    kız-erkek birlikteliği haram,

    erkek-erkek birlikteliği haram,

    kız-kız birlikteliği haram...

    tarikat yurtlarında tecavüz helal,
    kadın cinayetleri helal,
    üç kelimeyle kadın boşama helal,
    kadının üstüne kuma getirme helal,
    amcanın yeğene tecavüzü helal,
    erbaşın köylü kıza tecavüzü helal,
    bilumum şerefsizlik ve ahlaksızlık helal...

  • ibreye doğru eğildiğinde oluşan aerodinamikle dengeye ulaşan motor, salağın doğrulmasıyla tamamen bozuluyor ardından kontrolü kaybediyor. bunlar hep fizik. fizik, aerodinamik bilmiyorsan o hızları yapmayacaksın. gerçi o hızları hiç bir türlü yapmayacaksın da işte, ne diyelim doğal seçilim.

  • “adapazarı’na gitmeye hazırlanıyorduk. gitmeden önce bazı siparişler vermek üzere biriyle buluşmam gerekiyordu. birden, üstümün başımın pek güven verici olmadığını fark ettim, özellikle ayakkabılarım çok kötü durumdaydı. taksim sineması’nın (şimdi devlet tiyatrosu’nun bulunduğu bina) uzun duvarı boyunca art arda dizili ayakkabı boyacılarına doğru hızla yürüdüm, az vaktim vardı, en öndekinin sandığına ayağımı koydum. ‘çabuk usta, şişir, acelem var’ dedim. boyacı başparmağı ile arkayı gösterdi. ‘arkadaki arkadaşa geç beyim’ dedi. ‘neden, ne oluyor’ dedim. ‘ben ayakkabı boyarım’ dedi adam, ‘bu benim işim, şişirme istiyorsan arkaya geç’. bir an kalakaldım. bütün alacağı yirmi beş kuruştu, bir liranın dörtte biri. ayağımı sandıktan çekmedim. ‘buyur, bildiğin gibi boya’ dedim, ‘hakkını ver’. beni bekleyen sonsuza kadar bekleyebilirdi, ben burada hayatımın dersini alıyordum.”

    lütfi akad, ışıkla karanlık arasında, sayfa 24.
    türkiye iş bankası kültür yayınları, istanbul 2004

  • 5000 - 6000 yıl öncesinin orta ve güney-batı amerikasının verimli arazilerinde uygulanan bir tarım tekniğidir. avrupalı göçmenlerin kıtaya gelmesinden bin yıllar önce amerikanın yerli halkları yani başka bir değişle kızılderililler tarafından geliştirilmiş ve kanada'ya doğru bile uygulama örneklerine rastlanmıştır.

    teknikteki üç kız kardeş mısır*, fasulye, kış kabağı*dır. bu üç bitkinin birbiriyle kurduğu simbiyotik ilişkiden yararlanılır. görsel

    - mısır koçanları, fasulyelerin üzerinde tırmanarak büyüyebileceği 'çit' görevi görür,

    - fasulye havadaki azotu bağlayıp toprağı azot açısından diğer bitkiler için zenginleştirirken, sert rüzgarlara karşı mısır koçanını sararak sağlam durmasını sağlar,

    - kış kabağı büyük yaprakları sayesinde toprağı nemli tutarken yabani ot büyümesini de engeller. ayrıca tümsek oluşturacak şekilde dikilirse rakun gibi zararlıları da engeller.

    toprağın verimsiz olduğu yerlerde balık kalıntıları veya sebze çöpleri toprağa gömülerek gübreleme çalışması yapılabilir. bu ekim şekli toprağı besiyer madde açısından zenginleştirirken, toprak erozyonunu önler. monokültürel ekim ile karşılaştırıldığından bu polikültürel ekim aynı miktar kaloriye karşın daha fazla protein içerir. üç kızkardeş birlikte tüketildiğinde 9 esansiyel aminoasitlerin hepsini karşılar. bu tarım tekniğinin uygulandığı yerlerde verim yüksek olduğundan insan nüfusu kuzey amerikanın diğer bölgelerine göre çok daha fazladır.

  • ılık ile serin arası bir bodrum akşamı. "haydi sünger pizza'ya gidelim" diyoruz arkadaşlarla. terasa çıkıyoruz, masamıza geçmek üzereyken köşe masadaki gruba gözümüz takılıyor. "özhan canaydın değil mi o ya" diyorum, "haydi yanına gidelim." arkadaşlarım "ya hu ayıp olur" falan diyor, "yok be" diyorum, "gidip bir merhaba deriz, bir de fotoğraf; o kadar."

    yanına geldiğimizi gören özhan canaydın, büyük bir nezaketle ve insanın tüylerini diken diken eden bir beyefendilikle ayağa kalkıyor, "bir saniye çocuklar" diyor ve ekliyor "müsaadenizle ceketimi giyeyim." ben arkadaşlarıma bakıyorum, onlar bana. kaldı mı gerçekten böyle insanlar diye birbirimize boş bakışlarla soruyor ve dumurdan dumura koşuyoruz.

    "ee çocuklar nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" diyor başkan bize. ve bunu o kadar içten yapıyor ki sanırsınız karşımızda koca galatasaray başkanı değil de kankamız var. "sağolun başkanım" diyoruz; "siz de iyisinizdir inşallah." "sağolun" diyor ve gözü o zaman kız arkadaşım şimdi ise eşim olan canıma takılıyor. "siz nasılsınız küçük hanım" diye soruyor; ya hitaba, klasa bakar mısınız. kız arkadaşıma o kadar içten ve sıcak bakıyor ki gören torununa baktığını sanır.

    biraz sohbet ettikten sonra bana dönüp "aman kaçırma bu güzel kızımızı" diyor, "yok efendim kaçırmam" diyorum. efendim hitabını yaparken önce kendime sonra bu saygın bilge adama şaşıyorum. kendime şaşıyorum çünkü o güne değin kullandığım bir hitap şekli değil; özhan bey'e şaşıyorum çünkü bir insanın böylesine bir zarafet içinde olabilmesini aklım almıyor.

    "kusura bakmayın çocuklar, yerimiz olmadığı için sizi masaya buyur edemedim, bir içecek ısmarlayamadım" diyor, bunu derken neredeyse kırılacak kibarlıktan. o bunları söylerken biz adeta şoktan şoka giriyoruz. "estağfurullah başkanım, ne önemi var, sizin elinizi sıkıp gideceğiz zaten" diyoruz.

    biraz daha sohbet ettikten sonra "aman derslerinizden, işinizden geri kalmayın" nasihatlerini de dinliyoruz başkandan. o an aklıma sürekli benim iyiliğimi isteyen ve her konuda bana yol gösteren babaannem geliyor, istemsizce gözlerim doluyor ılık bir bodrum akşamında.

    elini öpüp yerimize geçiyoruz. arkadaşlarla muhabbete dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varamıyoruz. derken bir ses duyuluyor: "haydi iyi geceler çocuklar, iyi eğlenceler." bir anda okulun en disiplinli ama en sevilen hocası sınıflarına dalmış haylaz öğrenciler gibi ayağa fırlıyoruz ve "sağolun başkanım" diyerek teşekkür ediyoruz.

    aradan yarım saat daha geçiyor, masanın en büyüğü olarak garsona "hesap lütfen" diyorum. garson masamıza geliyor ve kulağıma fısıldıyor: "hesabınız kapandı efendim, özhan bey halletti." biz bir kez daha şoke oluyoruz, gözlerimiz doluyor adeta. "ne adam be" diyoruz. ama ödediği hesap için değil, bize davranışlarından ötürü elbet.

    sonra aradan seneler geçiyor, o güzel adam çok ama çok uzaklara gidiyor ve uğruna gece gündüz çalıştığı stadın açılışında şu an galatasaray'ın başkanlık koltuğunu açıkça işgal eden adnan polat tarafından adı dahi anılmıyor. sonrasında konuşan erdoğan bayraktar adlı basit bir müteahhit tarafından "karşımda naif ve güçsüz duruyordu" denerek sözde küçültülmeye çalışılıyor.

    benimse aklımda o rüya gibi gece; şimdi yukarılardan bir yerden bizleri izleyen bu güzel adamı anıyor ve soruyorum: ulan siz kim, sizin adınızın böyle bir adamla aynı cümlede dahi geçebilmesi kim? adnan polat, erdoğan bayraktar kim, özhan canaydın kim?

    elimizde takımlar üstü olan bir tek süleyman seba kaldı; bari onu kırmayalım ve iyi bakalım.
    adettendir editi: beşiktaş'lıyım.

  • galerici ve müşteri..
    m: iyi günler bilader..
    g: iyi günler buyurun..
    m: kaça bu porşe?
    g: 250 milyar..
    m: yav destur!.. geçen hafta 240 milyardı?
    g: peki ondan önceki hafta ne kadardı?
    m: ee.. o zamanda 230 du..
    g: demek kiii?
    m: demek ki her hafta soruyorum..
    g: fakaaat?
    m: fakat almıyorum..
    g: demek kiii?
    m: demek ki yürüyüp gitmem lazım yavaştan..
    g: fakaaat?
    m: fakat yüzsüzlük edip kalıcam galiba..
    g: demek kiii?
    m: şş tamam lan sıkıldım ben..
    g: fakaaat?
    m: fakat sen betermişsin be!!
    g: demek kiii?
    m: şimdi oturtuyorum yumruğu..!
    g: fakaaat?
    (polis müşteriyi yakalar)
    m: fakat sen çoktan polise haber vermişsin..
    g: demek kiii?
    m: demek ki içerden çıkınca ben senin ananı..
    g: fakaaat?
    m: fakat ben içerdeyken sen benim anamı.. bırakın laaan!