hesabın var mı? giriş yap

  • "drakula istanbul'da" filmi, sadece türk sineması için değil aynı zamanda dünya sineması için de önemli bir yere sahip. drakula'yı doğrudan kendi ismiyle ve tek başına ele alan filmler arasında "drakula istanbul'da" filminin, sinema tarihinde çekilmiş üçüncü film olduğunu söyleyebiliriz. fakat bunun için bazı filmleri elememiz gerekiyor. mesela 1920 yılında siyah beyaz, sessiz bir film olarak rusya'da çekildiği iddia edilen drakula filmine dair elimizde hiçbir somut kanıt yok. filmin var olduğuna dair elimizde yalnızca çok ufak bilgiler mevcut.

    drakula'nın beyaz perdede ilk defa göründüğü film ise 1921 yılı macaristan yapımı olan ve károly lajthay tarafından yazılıp yönetilen dracula's death (drakula halála) kabul edilmekte. ancak bu filmin de gösterim tarihinden beri kayıp olduğu biliniyor. geriye ilk diyebileceğimiz tek bir film kalıyor. o da bir korku klasiği olan 1922 yılı alman yapımı nosferatu. ancak bu filmde kont drakula'nın ismi telif yememek için "kont orlok" şeklinde değiştirilmiş. yine de bu filmin ilk drakula filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

    drakula isminin doğrudan kullanıldığı ve hala izleyebilme imkanına sahip olduğumuz ilk film ise amerikalı universal stüdyolarının çektiği 1931 yapımı dracula filmi. stüdyo bu filmin ardından pek çok devam filmi çekti. fakat o filmlerde ya drakula'nın kızı veya oğluna ya da drakula ile birlikte diğer korku film karakterlerine yer verildi. frankenstein'ın canavarı ve kurt adam gibi... bir de universal stüdyoları, daha çok kişiye ulaşabilmek için yine aynı yıl (1931) aynı stüdyoları da kullanarak drakula'yı bir de ispanyol dilinde çektiler. yani bu filmi de devre dışı bırakırsak nosferatu (1922) ve dracula (1931)'nın ardından drakula'yı tek başına doğrudan ele alan ilk film 1953 yapımı "drakula istanbul'da" olmuş oluyor.

    bu arada, ilerleyen yıllarda drakula'nın "billy the kid" ve hatta "batman" karakterleriyle bile mücadele ettiği filmlerin çekildiğini söylemekte fayda var. gerçi batman'in de yarasayla özdeşleştirildiğini düşünecek olursak bu ikilinin karşılaşması çok da mantıksız gelmiyor kulağa:)

    filme dönecek olursak, ali rıza seyfi'nin bram stoker'ın romanından uyarladığı kazıklı voyvoda adlı romanından sinemaya aktarılan film, tam anlamıyla türk işi bir drakula filmi. bu anlamda, filmin uyarlandığı romanın yazarı ali rıza seyfi ile yönetmen mehmet muhtar'ın oldukça başarılı bir iş çıkardığı ortada. bize dair pek çok öge bazı sahnelerde oldukça komik olacak şekilde filme güzelce yedirilmiş.

    -spoiler-

    film, avukat azmi'nin, kont drakula’nın istanbul'dan almayı planladığı konakların hukuki işlerini halletmek amacıyla kont drakula’nın yaşadığı topraklara yani romanya'ya gitmesiyle başlar. devasa büyüklükte bir şatoda yaşan kont drakula, etrafta yaşayan köylülerce pek de iyi biri olarak bilinmez. insanlar, drakula’nın şatosuna yaklaşmaktan bile korkar. avukat azmi ise drakula ile işlerini halledip bir an önce istanbul'a, güzeller güzeli eşinin yanına dönmenin derdindedir. kendisini dikkatli olması için uyaran köylülere ise "ben allahıma inanıyorum. fena ruhlar bu iman karşısında bana hiçbir şey yapamazlar" diye cevap verir.

    ancak, kont drakula'nın aslında kan içen bir hortlak olduğunu öğrenmesi ile birlikte romanya'dan kaçması da bir olacaktır. romanya'dan kaçarken de kont drakula'yı öldürmeye yönelik başarısız bir girişimi olur; çünkü drakula'yı nasıl öldüreceğini tam olarak bilmemektedir.

    istanbul'a dönen azmi, her şeyin düzeldiğini düşünürken aslında büyük bir yanılgının içindedir. kont drakula da istanbul'a gelmiş, hatta insanların kanlarını içmeye başlamıştır bile. kurbanları da onun gibi geceleri uyanmakta, içebilecekleri taze kan arayışıyla ortalıkta öylece dolaşmaktadırlar.

    drakula'nın, azmi'nin karısının da peşine düştüğü bir gün, azmi ve arkadaşlarının yoğun çabaları ve azmi'nin de son noktayı koyması sayesinde drakula, kalbine kazık çakılarak öldürülür.

    -spoiler-

    filmde, drakula ile verilen mücadelede kullanılan araç gereçler islami unsurlarla değiştirilmiştir. haç yerine filmin başlarında azmi, cebinden ucunda cevşen bulunan tespihini çıkarır. yine drakula’yı etkisiz hale getirmek için birkaç sahnede kuran'dan ayetlere başvurulur. ayrıca filmde bol bol sarımsak kullanılmıştır. hatta sarımsak kullanımı o kadar yoğundur ki drakula’yı gündüzleri uyuduğu tabutlarından uzak tutmak amacıyla bir ara tabutların içleri sarımsakla doldurulur. filmin sonunda ise azmi, evin her yerine koydukları sarımsak kokularından artık bıktığını söyleyip bütün sarımsakları dışarı atmak ister ve bir daha evde sarımsak görmek istemediğini belirtir. bunun üzerine karısı ise şaşkınlıkla "imambayıldıyı da mı sarımsaksız pişireyim" diye sorar. izlediğimiz şeyin bir türk filmi olduğu, bu tür sahnelerle daha da bir vurgulanır sanki:)

    film, oldukça düşük bütçeyle ve çok zor şartlar altında çekilmiştir. örneğin, filmin iki sahnesinde "minerva dikiş-nakış makinelerinin" reklamı verilir. ayrıca, filmin mezarlık sahnesinde ihtiyaç duyulan sisli atmosfer, sis makinesi alınamadığı için film ekibindeki herkesin ellerine aldıkları üç beş sigarayı içtikten sonra kameranın önüne doğru üfürmeleri ile sağlanabilmiştir. ancak, tüm imkansızlıklara rağmen film zamanına göre oldukça iyi bir iş ortaya çıkarmıştır. hatta söylenenlere göre "drakula istanbul'da", drakula’nın köpek dişlerinin uzadığının görüldüğü sinema tarihindeki ilk filmdir.

    bu arada, filmle ilgili pek çok şehir efsanesi de mevcut. söylenenlere göre film, amerika'da gösterildiği bir festivalde altyazısı bile olmamasına rağmen gösteriminin ardından izleyiciler tarafından ayakta alkışlanmıştır. hatta film, yoğun istek üzerine ikinci kez tekrar gösterilmiştir. bu bilgiyi doğrulatabileceğim bir yabancı ya da türkçe sağlam bir kaynağa ne yazık ki internette ulaşamadım. bulan olursa bana mesaj atabilir.

  • aynı zamanda temel karamollaoğlu'na "ben sizi dinlemek istemiyorum" diyen kadındır. e sen dinlemek istemiyorsun da başkan seni niye dinliyor?
    peki şu yaptığın çıkışı erdoğan'a yapabilir misin?

  • benim bu, ilkokuldan beri hep sessiz çocuk dediler benim için. halbuki ben sessiz değildim sadece anlatacak çok şeyim yoktu. 30 yaşındayım hala sessizim, birçok şeyi hala anlatılacak kadar özel bulmam. insanlar neden her şeylerini anlatır ki?

    çok konuşan insanlar mı onları hiç anlayamadım bak...

  • belki defalarca yazılmıştır fakat tekrar hatırlatmakta fayda var. en azından ben hep şu demeciyle hatırlayacağım kendisini.

    bir röportaj esnasında kendisine, en basit hazırlık maçında bile neden bu kadar çok koştuğunu, son ana kadar terlediğini soruyorlar.

    verdiği yanıt: ben fakir bir balıkçının oğluyum. babam bir kaç balık için bütün gününü harcardı. benim kazandığım paranın çok daha azı için insanlar çok ağır işlerde ve çok ağır şartlarda çalışıyor. ben 90 dakika koşmuşum çok mu?

    bu adamı en net özetleyen cümlesi budur arkadaş. helal olsun aldığın her kuruş. özleyeceğiz sarı reyiz.

  • evet ben bugün avm'ye gittim ve yine hayattan soğudum.

    allahım bu kadar sıkıcı, iç daraltıcı yerler olabilir mi? yemin ederim eve döndüğümde üstümden tır geçmiş gibi oluyor. fakat gözlemimi de yaptım, döndüm. kimdir bu avm'lerin özellikle haftasonları vazgeçilmez karakterleri? ne yer ne içerler? nerede yaşarlar? hepsi fely farkıyla sizinle;

    yüzü boyalı aptal çocuklar; avmler özellikle haftasonları onlarsız olmaz. avm'lerin gürültü yükünü çeken çilekeş tipler. avm'lerdeki fiks uğultuda onların payı büyük. kendilerine teşekkür ediyor, alkışlarla uğurluyoruz.

    oyun alanındaki asosyal çocuklar: bunlar da tam site-apartman, konut projesi çocukları. çocuk hayatında bakıcısından başka insan görmüyor ve avm'de oyun alanında başka insanların da olduğunu görünce tribe giriyor. annesinin yanından ayrılamıyor ve asosyalliğini vurguluyor. annesi de çocuğunu sosyalleştirmek derdinde.

    bakışmaya gelen ikili kız grupları: evet tek amaçları bakışmak. ne sevgili olmak ne birisiyle birlikte olmak. bakışmak. tek amaç bu. ne kadar bakışıldı o kadar kar. ikili olunca güvende hissederler. ayrıca yeni kıyafetlerini giyecekleri en uygun mekan. en fazla 30 tl harcarlar. 6 saat avm'de takılırlar.

    marco reus saçlı 3-4 kişilik erkek grupları: evet bunlar da olmazsa olmaz. avmye girmeden önce mutlaka sigara yakarlar. favori bölümleri defacto, lc waikiki, coton ve media markt tarzı teknoloji mağazaları. bunlar olmadan avm kepenk açmaz.

    direkt yemek katına çıkan beyaz yakalı: arabayı park etmiş garaja. tchibo'ya uğrar belki. ordan bi şeyler alır. ordan starbucks'a ya da gloria jeans'e geçip kahve içer. bambaşkadır bizim beyaz yakalı. hey yabancı buralar asıl benim triplerindedir.

    ilişkilerini avm'de yaşayan tipler: bunlar da olmazsa olmaz. sevgililik daha avm'nin dışına çıkmamış. ilişki daha dış havada oksijen görmemiş. burada sinemaya gidilmiş, burada kahve içilmiş. burda birbirinden sıkılıp cepten nete girilmiş, burda çekilen fotolar paylaşılmış.

    kendini mila kunis sanan kozmetikçi ablalar: bunlar da ayrı bir tür. lan yüzündeki o makyajı atsan bildiğin yıldız tilbe'sin ama hava mila kunis. bir gerine gerine yürüme. bir odaklanarak, karşıya bakarak yürüme. dandirik kozmetik mağazasında 1300 tl'ye çalışmıyor da, new york borsası'nda çalışıyor sanki. sizi de eledim.

    avm'ye gidip gözlemini ekşi'de yazan tipler: bu da ben oluyorum. kendimi de kategorize edeyim :) herkese b.k attık kendimize de atalım. bunlar da sanki toplumdaki genel kitleden çok farklıymış gibi gelir ekşi'de entry yazarlar. sanane millet istediği gibi takılsın. öyle mutluysa öyle devam etsin işte.

    lan cidden benim ne işim vardı avm'de? :)

  • video yeni değil, eski. iş bırakma eyleminden önceki video. konunun iş bırakmayla alakası yok. provakatör yazar işbaşında. yazarı sibere şikayet ettim.

  • basketbolda yenilenlere 1, yenenlere 2 puan verilir.
    peki futbolda olduğu gibi, yenilenler neden 0 puan almaz da, 1 puan alır?

    sebebi şudur:

    basketbolda sahaya çıkmayan, veya sahadan çekilen takıma 0 puan verilir. maça çıkıp yenilmesine rağmen maçı tamamlayan takıma 1 puan verilir, yenene ise 2 puan verilir.

    takımların yenileceğini anlayarak sahaya çıkmamasının veya maç içinde çok sayı farkı olduğu zaman maçı terk etmesinin önüne geçmek için alınmış bir uygulamadır. çünkü futboldan farklı olarak, basketbol sürpriz olasılığı daha az bir spordur. zira futbolda skor az saha büyük, basketbolda saha küçük skor çoktur. ve güçlü takım rakibi karşısında daha maçın başında sayı farkını çok açabilir. maçın başında sayı farkı çok açılmasına, ve aslında yenenin belli olmasına rağmen, yenilen takım oyun oynanırken maçtan çekilmesin diye yapılan uygulamadır kısacası. bir nevi teşviktir.

  • diaspora ne diye sorsak uganda'lı bir futbolcu diyecek adamlar gelmiş ekonomi ve siyaset konuşuyor. ciddiye almayın.