hesabın var mı? giriş yap

  • geçen kendisine terlik fırlattım, tuttu terliği geri bana fırlattı.canımı zor kurtardım dostlar.

    tanım: şu sıralar iskenderun semalarında bolca bulunan yaratık.

  • bu ülkede on yıllarca sömürülen, günde 16 saat hayvanlar gibi çalışıtırıp 2 kuruş ekmeğe muhtaç edlien, sonrasında sırf patron istediği diye kapının önüne konan milyonlarca insan varken japonya ile karşılaştırılmasına oldukça güldüğüm beyanat. japonya'daki işçi özlük hakları ve hayat standartları türkiye'de olsa hiç kimse işini bırakmak istemez.

    edit: imlâ

  • camurun insan bedeni haline geldigine inanan ama buna inanmayanlar var, ustelik evrim insanin maymundan geldigini soyler saniyorlar israrla.

  • çok da imkansız olmayan bir şey.

    çok güzel entryiler yazılmış, debeye girmiş. şahane. sadece kendimce buradakilere ek yapmak istedim.

    ülkenin dilini konuşmak gerekmez, kör topal ingilizce bile yeter. her şehride ucuz ama güzel yemek bulunur. yemek için en trustik caddelerde gezmek yerine ara sokaklara dalınız. nasıl ki istanbul'da sultanahmet'te restoranlar pahalı ve orta kalitede ise, ama eminönüne inince ucuza şahane yemek bulunuyorsa aslında bir çok şehirde de öyle. bir restoranın lokantanın filan iyiliğini anlamak için müşteri sayısına bakmak her zaman işe yarar zaten de bir de içerideki insanlar yabancı mı oranın yerlisi mi ona da bakın. çin restoranıysa ve içeride bolca çinli varsa iyidir, arjantin restoranıysa ama müşteriler hep turistse oradan uzak durun. gibi.

    lokal insanlara sorun. en başta da taksiciye, otobüs şoförüne sorun. çekinmeyin dil bilmeseniz de, adam da bilmese de açın haritayı, el kolla nereye gidelim dediğinizi anlarlar. genelde de herkes turiste yardım etmeyi sever. sokaktan adama sormayın ama. kimcidir necidir belli olmaz.

    başka yemek opsiyonu bizim migrosa denk gelen ne varsa onu keşfedip peynir, salam ekmek filan alıp bir parkta kendine sandviç yapıp yemek. her öğün farklı lezzet deneyecem diye bir amacınız yoksa, ucuza karın doyurur.

    internet önemli; gitmeden önce gideceğiniz ülkenin kullanıp atmalık internet seçeneklerine bakın. bazı ülkelerde çok ucuza turistler için ucuz ve kısıtlı süreli telefon kartları oluyor. her ülkede o kadar da kolay bulunamayabiliyor ama. bir ülkede 2 gün kullanmalık kartı alırsın işine yarar, öbür ülkede ananın nikahına kadar sorup seni 6 aylık kampanya almaya zorlamaya çalışırlar. ikincisi olduğu takdirde free wifi bulacaksınız. özellikle avrupa, amerika, rusya, avustralya ve yeni zelanda'da kolayca bulursunuz. hatta civarınızdaki cafeden bir kahve alıp wi fi şifresi sormaya bile paranız yetmiyorsa oradan çıkan müşterilere sorun. birisi illa şifreyi verecektir.

    kütüphane keşfedin. gittiğiniz ülkeye göre bolca vardır ya da hiç yoktur. ama turistik kitaplar vs burada bulunur. hem de gün içinde yorulunca yine cafeye filan para vermeden takılıp zaman geçirmek için güzel mekandır. ya da bana öyle geliyor ama kütüphane hep benim çok işime yaradı şimdiye kadar. temiz tuvaleti vardır, wifi'ı, bilgisayarı vardır. kimseye hesap vermeden oturur herşeyini şarjedersin. evceğizinden uzakta bir ev adeta.

    kalacak yer için de couch surfing, air b&b gibi opsiyonları gözden geçirin. hostel de çok keyifli olabilir ama birinin evinde kalıyor olmanın da farklı avantajları oluyor. evinde kaldığı kişiden çok yardım alan arkadaşlarım oldu. kaldığı evin sahibi bisikletini sürekli ödünç veriyordu mesela bi tanesine, öbürüne giymediği kıyafetlerini vermiş hep anında hava soğuyunca.. diğeri havaalanından almaya geldi filan.. yani tabi böyle beklentiler içinde olmayın ama birine misafir gitmişsin gibi de olabiliyor. bunlar olmasa bisiklet ya da yol paraları ek masraf, hava soğudu hesap edemedin mont alınacak masraf, havaalanından taksi masraf. yarın bir gün sana birisi gelir sen de onu ağırlarsın.

    havaalanından taksi demişken. gideceğiniz yere göre taksi aşırı pahalı olabilir, otobüs münasebetsiz erken saatte bitiyor olabilir. otostopa güvenemiyor olabilirsiniz. ama otostop her zaman bir opsiyon. hele türkiye'den daha güvenli bir yere gittiğinizi düşünüyorsanız. otobüs saatlerine bakın, genelde havaalanından şehir merkezine shuttle lar vardır. keşfedin. o yorgunlukla üşenmeyin. hatta havaalanından sizin gibi arrival'dan çıkan diğer insanlara bile sorun "abi arabanızda yer var mıdır beni/bizi de atsanız merkezi bir yere" diye. tipine göre seçin tabi bu insanları.

    bir de son olarak, şahsi kanaatim bu herkesin tercihi farklı olabilir ama, paranızı bence gece içmek yerine daha çok kültürel şeyleri gezmeye harcayın. gece içmeyin demiyorum, ama her zaman sarhoş olursun, bir kaç günlüğüne geldiğin şehirde sarhoş olacağına, geceleri al eline bir bira ortamı izle, muhabbet et tadını çıkar. ikinci üçüncü dördüncü içkiye harcamadığın parayla da kendi ülkende göremeyeceğin şeyleri gör, mesela bir konsere git, müze gez, tarihi bir yapıya gir bak, hiç yemediğin çok tuhaf bir şeyin tadına bakmaya harca parayı, türkiye'de yapmayacağın bir aktiviteye yatır.

    bol keyifli gezmeler diliyorum.

  • bunu daha once bisiklet basliginda dile getirmistim; ama buraya da yazmak istiyorum. ise bisikletle gidip gelmek -ise bisikletle gidip gelebilecegim bir yerde yasamak bir sans- yasamimda vermis oldugum en iyi kararlardan biridir. bunu yapmaya baslayali 7 ay oldu bile. yarim saat sabah, yarim saat aksam olmak uzere haftanin 5 gunu toplamda 1 saat bisiklet suruyorum. yazinin en sonunda ise bisikletle gidip gelirken edindigim deneyimlere dayanarak dikkat edilmesi gereken birkac noktaya degindim. bisikletime olan sevgimi, bisiklet deneyimimi ve maceralarimi okumak istemiyorsaniz yazinin sonuna, yildizlara*** atlayabilirsiniz.

    yakisikli bisikletimle (bkz: bisiklet/@tamarix smyrnensis) -ki kendisi benim ikinci bisikletim olur (kendisi bir cross bisiklet)- sehir trafigindeki 2 bucuk ayimizi da bitirdik ve ben onu o kadar sevdim ki (mumkun olsa kendisine sarilip uyuyacagim, oyle soyleyeyim) birlikte astigimiz yollari bu heyecanla oturup yazmazsam icimde kalacak.

    kendisine bu kadar hizli alisacagimi tahmin etmemistim dogrusu. ilk kez surdugumde bana buyuk ve yuksek gelmisti. oteki bisikletim kucuktu cunku ve benim buyuk bisiklet surme deneyimim de yoktu; ama firsatini buldugu an icimden bir hiz delisi cikiyor simdi. bisiklet kullanmayi 5 bucuk yil once ogrenmis oldugumu dusunecek olursak, epeyce bir gelisme gostermis oldugum soylenebilir. elbette sehir icinde ne yapiyoruz? kurallara uyuyoruz. bu onemli. (ben uysam da ellerinde telefonla onlerine bakmadan bisiklet suren liseli bebeler yuzunden kaza yapacagim bir gun. bebelere "onunuze baksaniza evladim!!" diye atarlanasim geliyor. ha bir de benim kosu hizimdan dusuk bir hizla bisiklet surup bisiklet icin ayrilmis yolu tikayan amcalar ve teyzeler var. yapmayin iste bunu yapmayin. bir de isiklarda beklerken onume geciyorlar. teyzecim yesil yandiktan 5 saniye sonra seni gececegim halde neden onume gecip bekliyorsun? gercekten anlam veremiyorum. sabah trafiginde insanin cildirmasi isten bile degil.)

    ben dengemi benim onceki kucuk bisikletime gore cok daha cabuk yitiririm diye dusunuyordum; ama oyle olmadi. hatta onceki bisikletime gore daha dengeli bir surus sagliyor ve savrulmuyor. gerci onceki bisikletim dagilmak uzere oldugu icin herhangi bir yeni bisiklet ondan cok daha iyi performans gosterirdi gerci. oteki bisikletimin suspansiyonu vardi. yakisikli bisikletimde yok. suspansiyonun olmamasi gercekten sarsiciymis; ama alistim.* bisikletteki orta barin varligi beni biraz kaygilandiriyordu acikcasi; cunku ilk bisikletimde yoktu ve ben bacagimi onden atarak binmeye alismistim. bu bisikletimde oldugu icin bacagimi arkadan atarak binmem ve inmem gerekiyor ve bunu da animsamam gerekiyor. bu bisikletimi ilk aldigimda inip binmeyi denerken aliskanlik olarak birkac kez onden atmaya kalkisip bisikletle devrilme tehlikesi gecirdim. “yok, ben kasimi gozumu patlatacagim herhalde bu bisiklete inip binerken.” diye bile dusunup korkmustum; ama dusundugumden hizli alistim. simdi hicbir sorun olmadan arkadan atarak iniyorum. dusundugum kadar gerizekali olmayabilirim. bir de, orta bari olmayan ve dik oturarak surulen bisikletlere neden kadin bisikleti dendigini anliyorum artik. birincisi, gidona agirliginizi vererek/egilerek surdugunuz icin dusuk yakali bir ust giyerseniz yakaniz aciliyor.** ikincisi, orta bari olmayan bisikletlerden farkli olarak bacagi hafifce kaldirip onden atarak binmek yerine arkadan atip kaldirarak binmek gerektiginden “edepli”(!) bir goruntu ortaya cikmiyor. pantolonla binmek yine sorun degil de etek ya da elbiseyle bu tarz bir bisiklete binmek ya da bisikletten inmek bir dert(!) ki dar bir etekle binmek zaten olanaksiz gibi bir sey. eh, bu yuzden de kadinlar gunluk kullanim icin pek tercih etmiyorlar bu tur bisikletleri. cinsiyetci de olsa orta bari olmayan bisikletlere kadin bisikleti denmesinin bir mantigi varmis. yani ben mantigini boyle kurdum en azindan. belki zamaninda farkli bir nedenden oturu kadin bisikleti denmeye baslanmistir. arastirmadim. ben ise gidip gelirken bazen etek giyiyorum. uzun etekle durumu kurtariyorum bence. gerci kisa etekle de giydim birkac gun once. gece olmasindan oturu kurtardigima inaniyorum; ama acikcasi umurumda da degil. bir sorun varsa da bu, toplumun sorunu. ben halimden ve bisikletiminden cok memnunum. (yasadigim yerde, sehir icinde cogunlukla "city bike" denen orta bari olmayan bisikletler kullaniliyor. bu bisikletler cok yuksek hizlara cikmiyor ve daha "sakin" bir ulasim sagliyor. bu tarz bisikletleri her iki cinsiyetten de pek cok kisi kullaniyor. bir de orta bari olan, daha ince tekerlekli cross bike'lar var. bu tarz bisikletler yuksek hizlara cikabiliyor -ki amac da bu zaten- ve erkekler tarafindan tercih ediliyor daha cok.)

    ise basladigimdan beri hemen her hafta is arkadaslarim bisikletle gidip gelmenin zor olup olmadigini soruyorlar. once yazin “hava cok sicak degil mi? bisiklet surmek yorucu degil mi?” diye soruyorlardi. simdi de havalar sogurken “hava soguk degil mi? bisiklet surmekten yorulmuyor musun?” diye sormaya basladilar. hayir. hic. ne yazin sicagi yildirabilir beni ne de kisin sogugu. eger bir masanin basinda 9 saat oturarak gecirecegim bir gune iyi hissederek basliyorsam bu, ise bisikletle gidip geldigim icindir. eger ara vermis oldugum kosularima bir anda hic sorun yasamadan donebildiysem bu, her sabah ve aksam bisiklet surdugum icindir. is cikisi hic erinmeden kosmaya gidebiliyorsam bu, isten bisikletle dondugum icindir. bisikletle gidip gelmek benim yalnizca dayanikliligimi artirmakla kalmadi ve benim guclenmemi de sagladi.

    basladigim gunden bu gune ise bisikletle gitmeye hic erinmedim. bir gun bile, gercekten, bir gun bile “off bugun de bisikletle gitmek zorundayim.” diye surat asmadim. yagmurda bisiklet surmek tam bir rezillik olsa da gunes’in en keskin oldugu donemlerde bisiklet surerken sirtimdan asagi terler suzulse de aksam ayaziyla birlikte bisikletin ruzgarinda yuzum ve kulaklarim donsa da bisiklet surmekten hic erinmiyorum, hic mutsuz olmuyorum. sabahlari ise giderken ve aksamlari is cikisi heyecanla bisikletime kosuyorum. bunu gittigi yere kadar goturebilecegimi dusunuyorum ve daha da onemlisi, bunu istiyorum. cok keyif aliyorum bisiklet surmekten ve ulasimimi her gun her yere bisikletle saglamaktan.

    gunes henuz batmamisken, ruzgari yuzumde hisserek bisiklet surmek cok ama cok iyi hissetmemi sagliyor. ise bisikletle gidip gelme olanagi oldugu halde bunu yapmayip toplu tasimayla, hele de ozel aracla seyahat edenler cok sey kaciriyor bence; ama bunun biraz da zevk meselesi oldugunu dusunuyorum. is gorusmesine toplu tasimayla gittigim ilk sefer, insanlarla tren istasyonunda ve ardindan otobus duraginda sap gibi dikildikten sonra kendime once “trende kitap okuyabilirim aslinda.” dedim; ama is gorusmesinden cikip da donuste de sap gibi bekleyince ve bunu haftanin 5 gunu sabah ve aksam yaptigimi dusununce dehsete dustum ve “ise alinirsam kesinlikle ama kesinlikle bisikletle gidip gelecegim!!” diye karar verdim aninda. kapali alanlarda beni afacanlar basiyor zaten. dusuncesi bile eziyetli. kilometrelerce bisiklet surebilirim; ama bir aracin icinde oylece beklemeyi hic sevmiyorum. kilometrelerce kosabilirim; ama kapali mekanda spor yapmaktan da hoslanmiyorum. icim daraliyor. bence bu gercekten zevk meselesi. her gun, kurumsal kostumum, bisikletci eldivenlerimle, oraya buraya savrulan saclarimla ise gidiyor ve isten donuyorum. sabahlari bisikletle gittigim icin cok mutluyum. donuste bisiklete bindigim icin cok mutluyum. ustum basim sacim dagiliyor; ama hem egzersiz yapmis oldugum, hem acik havada zaman gecirmis oldugum, hem cevreye zarar vermemis oldugum, hem de firsatini yakaladigimda arka ve bos sokaklarda hiz yapabildigim icin cok iyi hissediyorum. bisikletle trafige ilk kez ciktiginda yanindan arac gecinde zangir zangir titreyen o insan, bir hiz delisine evrildi.

    yasamimda eksikligini cektigim sey, sevgili bisikletimin varligiymis. hala her gun isten ciktigimda ayni heyecanla kosa kosa yakisikli bisikletimin yanina gidiyor ve atlayip evin yolunu tutuyorum. calisirken oylesine dolayip topuz yaptigim saclarimi aciyor ve saclarimi savura savura surmeye basliyorum. kendimi bir bisiklete binerken bir de kosarken bu kadar havali** hissediyorum. cok hosuma gidiyor dogrusu. ileride cok daha hizli ve saglam bir bisiklet edinecegimi ve sabahin bir korunde cantami toplayip onunla kilometrelerce yol yapacagim gunlerin gelecegini ongoruyorum. ilk hedefim, denize gitmek olacak. bunu yakisikli bisikletimle de yapabilirim elbette. o da artik onumuzdeki yil.
    ***
    buraya kadar okuduysaniz tesekkur ederim. yakisikli bisikletime olan askimi anlattigim bu yaziyi, ise bisikletle gidip gelirken dikkat edilecek birkac meseleden soz ederek bitireyim.

    hava sartlari
    *sicak havalarda bisiklet surmek
    1. gunes’ten korunma: eger ise kurumsal giysilerinizle gidecekseniz yuzunuz, elleriniz, kollariniz, ayak ustleriniz ve bilekleriniz disinda vucudunuzun acikta kalan baska yeri yoktur diye tahmin ediyorum. mutlaka bir sapka takmanizi, ellerinizle kollariniza da kolluk gibi bir parca gecirmenizi oneriyorum. bunu yapamiyorsaniz da gunes’ten koruyucu krem kullanmanizi oneriyorum. bunlar gunes yanigi almaniza engel olacaktir. hatta acikta kalan, kapatamadiginiz her yerinize gunes'ten koruyucu krem kullanin. oteki turlusu feci gunes yanigi olmaniza ya da vucudunuzun farkli parcalarinin ayri etnik gruplara aitmis gibi gorunmesini yol aciyor. yasandi; onaylandi.

    2. terlemek: gunes’in en keskin oldugu donemde bisiklet surmek, trafik isiklarinda beklerken bile terlemenize yol aciyor. soylememe gerek oldugunu sanmiyorum; ama her sabah dus alip bisiklete oyle oyle cikin. bunu yaparsaniz, bisikleti eforlu da surseniz, ter korkmuyorsunuz. bu cok cok onemli. benim is yerimde, lavabolar da dahil olmak uzere, uzerimi degistirebilecegim rahat bir ortam olmadigi icin kurumsal giysilerimle gitmekten baska bir cozumum yoktu. bir de bisikletinizin sepeti varsa esyalarinizi sepete koyarak surun ki sirtiniz terlemesin ya da daha az terlesin; cunku mutlaka terliyorsunuz. soz gelimi, eger bilgisayar tasidigim bir gunse sirt cantasi takiyor ve onu da sepete koyamiyordum zarar gormesin diye. is yerine varana kadar suya batip cikmis gibi oluyordum. hic hos bir his olmuyordu. hic hos bir goruntu de olmuyordu. is yerinde havlu bulunduruyordum. eger ise kurumsal giysilerinizle gitmeyip uzerinizi is yerinde degistirecekseniz zaten sorun olmaz ki yapabiliyorsaniz bisiklet icin ozel giysilerle gidip ustunuzu degistirin bence. bacaklarinizi acikta birakacak tayt gibi bir giysiyle giderseniz bacaklariniz da gunes yanigi oluyor ki buna ilk maddede deginmistim. buna dikkat edilmeli.

    *yagmurlu havalarda bisiklet surmek
    gunes altinda bisiklet surmekten daha rezil bir durum varsa, o da yagmurda bisiklet surmektir. yagmurlu gunlerde basima siperlikli bir sapka gecirip onun ustune de kapusonlu panco biciminde yagmurluk giyip kapusonu gecirerek gitmek disinda bir cozum bulamadim. pantolon ve ceket olmak iki parca yagmurluk da giydim; ama bunu giyip cikarmasinin zor olusu ve cok terletmesi nedeniyle pek kullanisli bulmadim. o yuzden de yagmurlu gunlerde kullanmak icin panco oneriyorum. siz alacaginiz panconun siperlikli olmasina dikkat edin. ben ona dikkat etmemistim. daha dogrusu, en ucuzu o diye onu almistim. siz benim gibi yapmayin. paraya kiyip duzgun bir panco alin. sirt cantasi ya da herhangi bir canta takiyorsaniz onun icin de ayrica kilif edinmenize gerek kalmiyor. yalniz, uyarmam gereken bir durum var. panco da su gecirmez plastik oldugu icin icerisi hamam gibi sicak oluyor. yagmur sizi islatmasa da iceride oyle bir terliyorsunuz ki “islanmamak icin giydigim bir zimbirtinin icinde suya batip cikmis hale geleceksem bunu neden giyiyorum ki? yagmurda duzgun duzgun islanayim. en azindan bir romantizmi var.” diye soylene soylene suruyorsunuz bisikletinizi. ayrica, ayaklar da feci bicimde islaniyor. yagmurlu gunlerde kapali bir ayakkabi ve corap giyerek bisiklet surmenizi kesinlikle onermiyorum. bisiklet surerken ayaginizdan kayip cikmayacak rahat bir cift terlik edinin ve oyle surun. ayakkabilarinizi ve coraplarinizi da yaniniza alin ya da is yerinde kuru bir cift corap bulundurun. islak ayakkabilarla ve coraplarla 9 saat gecmiyor gecmiyor!! benden soylemesi.

    bisikletci eldivenleri ve bisikleti kurumsal giysilerle surmek
    *sele kilifi: ah o bisiklet selesi var ya o bisiklet selesi... iki tane guzelim pantolonumu mahvetti. puruzlu yuzeye sahip sele, pantolonlarimi pedal cevirdikce asindirdi ve giyilmez hale getirdi. o yuzden de seleye pantolonlarima zarar vermesine engel olmak amaciyla kilif gecirdim. seleye kilif gecirmenizi kesinlikle oneriyorum. yoksa dolabinizi yok yere yenilemek zorunda kalirsiniz. gereksiz tuketimi hic sevmem.

    *bisikletci eldivenleri: bisiklet selesinin pantolonlarinizi asindirmasi gibi bisiklet tutmaclari da avuclarinizi asindirarak avuclarinizin nasir tutmasina yol aciyor. bisikletci eldiveni edinmenizi ve her gun onlari takmanizi, ileride kalin derili ve nasirli avuclarinizin olmasini istemiyorsaniz kesinlikle oneriyorum.

    amma cok yazdim yine. boyleyken boyle. kendinize dikkat edin; bisikletinizle mutluluklar dilerim. bitti.

  • driftinde falan değilim de daha dün boğaziçi olan köprünün adının hunharca kullanılması canımı sıkıyor. yarın ülkenin adı türkiye değil, 15 temmuz şehitleri islam cumhuriyeti deseler ona da ayak uyduracaksınız. benim için hala boğaziçi köprüsü, hatta;

    (bkz: ayır bizi boğaziçi)

  • üç kişi giyotinle idama mahkûm olur.
    bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...
    *idam sehpasına ilk papaz çıkarılır. başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
    – son sözün nedir?
    der ki:
    – ben tanrıya inanıyorum, o beni kurtaracaktır.
    giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
    – onu serbest bırakın; tanrı onu korumuştur.
    böylece papaz idam edilmekten kurtulur. sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
    – demek istediğin en son söz nedir?
    der ki:
    – ben papaz gibi tanrıya inanmıyorum. ama adalete güveniyorum.
    giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur.
    bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
    – adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.
    böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur.
    sıra fizikçiye gelir. ona da;
    – son sözünü söyle derler
    der ki:
    – ben ne tanrıya inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim... bildiğim tek şey şudur: giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
    görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar.

    toplumdaki "düğümler" ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..
    gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır.

    debe editi: yaran fıkra olmaktan ziyade düşündüren bir fıkra... debe için teşekkürler.

    edit: bu fıkra mükerrerdir...

  • “sen hiç monako prensesi fantazisi olan erkek gördün mü? göremezsin. hepsi hizmetçi, sekreter, konsomatris vs. ister.”

    zerrin iffet (yalan dünya)

    jhshsjahaha

    konsedit: akademide olsam makale niteliği taşıyacak onca yazım var fakat içinde kons geçen girimle debedeyim* teşekkürler arkadaşlar, zerrin’in iddiası bir kere daha ispatlandı.

  • videoya saçma sapan bir icat çıkacak diye tıkladım. ama son derece basit, kullanışlı ve ekstra maliyet getirmeyen bir çözüm olmuş. tebrik ettim.

  • akil insan olmak için sadece "artık kan akmasın" cümlesini ezberlemenin yeterli olduğunu hepimize gösteren kadın. bu akşamki aykırı sorular programında enver aysever karşısında konu hakkındaki bilgisizliğiyle gerçekten acınası bir haldeydi, nihat doğan'dan bir farkını göremedim.

    istanbul'a dikilen 11 milyon lale' ye aynı soruları sorsak illa ki bir tanesi dile gelir, elle tutulur bir şeyler söylerdi lan. bildiğimiz laleden bir farkın olsun be akil lale.