hesabın var mı? giriş yap

  • kendine aşırı güvenmesi.

    dizide kafa kafaya tokuşan polat ve pala karakterini incelerseniz, pala'nın polat'tan bir çok açıdan daha donanımlı olduğunu görürsünüz. pala saha adamıdır. yıllarca dağ bayır dolaşmıştır. suriye'ye hain başına suikaste dahi gönderilmiştir. hayatı yaşayarak öğrenmiştir. polat ise daha steril bir ortamda yetiştirilmiştir. yakından tanıdığımız diğer kgt elemanı abdülhey çoban'a göre daha iyi bir çocukluk yaşamıştır. güzel bir aile ortamında büyümüş, sevgilisi olmuştur. aldığı eğitimler üst düzey olsa da yaşı itibariyle de pala'dan daha deneyimsizdir.

    fakat tüm bunlar pala için bir handikap oluşturmuştur. pala'nın kendine fazla güvenmesi seyfo dayı olayından başlayarak bir çok hatayı peş peşe yapmasına, operasyonlarda başarısız olmasına neden olmuştur. işte pala'nın en büyük hatası budur.

  • komutan ayak üstü askerlerle muhabbet ederken içlerinden birine soruyor:

    -safter oğlum ne zamandan beri beraber bunlar?

    -kimler komutanım?

    -kaşların.

  • netflix'te izlediğim türk filmi.

    buradaki yazar arkadaşların önemli bir kısmının sınıf kininin tetiklendiğini ve/veya filmin yaratıcı ekibinden hoşlanmadığını görüyorum. ben görüşlerimi önceden işin içine katmadan, elimden geldiğince objektif izlemeye çalıştım. biraz bile diğerlerinden farklı görünen bir türk filmi en azından objektif seyredilmeyi hak ediyor, diye düşünüyorum.

    filmin mensubu olmasını istedikleri alt türün ne olduğu yüz metreden belli; 'hayatı çok da takmayan karakterler bir yazlık evde buluşurlar ve sırları ortaya dökülür' hikayelerinin alıcısı hep var. özellikle fransızlar çok sever bunları, konu olarak fazlasıyla benzeştiği les petits mouchoirs gibi, le premier jour du reste de ta vie gibi. amerikan sinemasından ucundan kıyısından a bigger splash veya belki margot at the wedding gibi. bu tarz filmleri başarılı kılan şey, anında tanıyıp sempati veya antipati gibi birtakım duygular beslediğimiz karakterlerin dünyasına, çatışmalarına, acılarına bizi ikna edebilmeleridir. bunlara sıkça yakıştırılan 'samimiyet'in ağırlığı da karakterleri ne kadar umursayabildiğimizle doğru orantılıdır. dolayısıyla samimiyeti ortaya çıkaran başlıca etken senaryo yazarının/yönetmenin maharetidir, hepsi 'a sınıfı' da olsa oyuncuları bir yere doldurup başsız sonsuz muhabbetlerle o duyguyu yaratmayı bekleyemezsin.

    kim olduğunu, nereden geldiğini, nerede tanıştığını bilmediğimiz bir grup insanın tanımadığımız bir insandan gelen bir telefonla neresi olduğunu bilmediğimiz bir yazlığa gitmesi ve çeşitli konularda doluluğu tartışılır muhabbetler etmeye başlaması bu türde bir film için ideal başlangıç noktası değil. filmin hikaye credit'inde adı geçen post-modern kanaat önderi 'sinema yazarı değilim ama' diye takılan arkadaşın iddia ettiği gibi 'birçok filmin aksine başı sonu belli bir hikaye, çoğu filmden daha düzgün bir karakterizasyon' görmek için biraz iyi niyetle, biraz da zorlama bir pozitif önyargıyla bakmak gerekiyor kısacası. ve türk sinema sektöründeki üreticilerin bu 'evet çok iyi değiliz ama şunun kadar kötü de değiliz/en azından yeni bir şey yaptık' gibi cümlelerin arkasına saklanma merakını da anlamakta güçlük çekiyorum, özellikle filmlere 'iyi/kötü' diyerek hayatını kazanan biri bunu yapıyorsa.

    dahası, senaryonun en büyük sıkıntısı bu 'samimiyet eksikliği' de değil. hikaye belli başlı önemli noktalar arasında bir türlü ilerleyemiyor, sanki o 'noktalar' tesadüfen, biraz da zorlamayla o 'anlara' denk geliyor. örneğin herkesin birbirine girdiği bir climax (bu adını koyamadığım alt türe mensup filmlerin ortak özelliklerinden biri) oluşturabilmek için karakterler arasında zorlama çatışmalar yaratılıyor, herkes duygularını 'o an'da yaşıyor, tek bir ağızdan konuşuyor; kaynağı belirsiz, karşılığı olduğunu söyleyemeyeceğim tuhaf bir ütopyanın içinde yaşıyor adeta. hal böyle olunca ben bu ekibin çatışmalarını, aşklarını neden umursayayım ki, diye düşünüyor izleyici. film seyredeni dışlamak konusunda o kadar iddialı ki, yukarılarda bir arkadaşın da yazdığı gibi, yan masaya oturan bir arkadaş grubunu dinlemişsiniz hissi veriyor bittiğinde. şunu da izledikten sonra fark ettim; filmin ekibin duruşundan ileri gelen 'biz kimseyi takmıyoruz' tavrını en iyi gösteren şeylerden biri de adı. 'biz böyleyiz'. tamam siz böylesiniz de, bizi unuttunuz, izleyici olarak umursayamıyoruz sizi.

    iyi yönleri yok mu? hümeyra, yolculuğu son derece özensizce noktalanmış bir karaktere hayat verebilmek için elinden geleni yapıyor; performansıyla kalite katıyor filme. onun yanında kadronun performansları başarılı, içlerinde bir ruh taşımasalar da, almamız gereken duyguyu bize verebilmek için ellerinden geleni yapmışlar. senaryo ise seyirci ile oyuncu arasına kalınca bir duvar örmüş, potansiyeli öldürmüş.

    yönetmen caner özyurtlu'yu beğeniyorum; yani en azından avam biri olmadığını, sinemayı gerçekten sevdiğini biliyorum. bence önünün açılması için kankacılıktan vazgeçmesi gerekiyor. kimse ekşiden okuduğu entry ile hayata bakışını değiştirecek değil de, bunu da son bir not olarak ileteyim eğer buraları okuyorsa.

  • hava daha tam kararmamış, perdelerin arasından hafif aydınlık gelirken ışığı açtığınızda içinize dolan garip his.

    odanın tüm dağınıklığı, yarım kalmış yiyecek paketi, yerde duran çorap teki...

    keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

  • arkeoloji bolumde okuyan bir kisi tarafindan, bilgisayar muhendisliginde okuyan bir kisiye yoneltilmis soru:

    - abi sen bilgisayar muhendisliginde okuyordun dimi?
    - evet.
    - size hacker 'lik yapmayi ogretiyorlar mi, boyle bir ders var mi?
    - sizde tarihi eser kacakciligi diye bir ders var mi?
    -?!

  • çoğu kişi narsisizmle, narsisistik kişilik bozukluğunu karıştırmaktadır. altta aradaki farkları ve hastalık boyutunda olanın neye benzediğini anlatmaya çalışacağım. yalnız uzun bir yazı olacak, sıkı tutunun.

    narsisistik kişilik bozukluğu sahibi kişi iç ve dışı kesin olarak ayırır ve içi herşeyden üstündür. şöyle düşünün: birine aşıksınız diyelim, onun için her şeyi yaparsınız. doğru mudur? işte nkb kişi de kendine aşıktır. kendini korumak için her şeyi yapar, dışarıdaki her şeyi tehlike olarak görür.

    hastalık düzeyinde olanı toplumda %1-5 arasında değişir fakat teşhisinde zorluklar yaşanan hastalıklardandır. evli olmayanlar, erkekler, gençler risk grubudur. ek bilgi genelde erkeklerin toplumda uyumsuz uçlarda daha çok bulunduğu biliniyor, yani uyum konusunda kadınlar daha başarılıdır diyebiliriz.

    --- spoiler ---
    önceki 1-2 eksik bilgiyi düzeltelim
    --- spoiler ---
    1) narsisizm kötüdür! yanlış!
    kişilerin kendini gerçekleyebilmesi, toparlanabilmesi için narsisizm gereklidir. örneğin freud'un birincil narsisizm dediği bir süreç vardır ve her insan bu süreçten geçerek kendi vücudunu sevmeyi öğrenir.

    peki ne zaman hastalık boyutu ortaya çıkar? temel fark yoğun özgüven zedelenmesi ve bunun sonucunda kendini korumak için yansıtma yaparak öfkelenmesidir. empati duymaz, hep korunma halindedir. normal narsisizmde ise bu olmaz, gelen eleştirilerde kişi karşı tarafla ilişkisini kaybetmez, yansıtmalara başvurmaz. amerikan psikiyatri birliği yayınladığı dsm-5'e göre 9 temel özelliğine şuradan bakılabilir. bunlardan en az 5 tanesini kişi taşımalıdır.

    2) narsistler kendini beğenmiş öfkeli insanlardır! yanlış!
    çoğu narsisti ilki görüşte anlayamazsınız (anlayamazsıınıız). tam tersi size yakın, sevecen yaklaşabilirler. öfkeli değil, kendililikleri yetersiz olduğu için boş hissederler ve kendilerini tanımlamak için dışarıdan birine ihtiyaç duyarlar. yani başarılarının takdir edilmesini beklerler. bunu her insan bekler fakat narsisist kişi kendini yeten kişi değildir, devamlı onay bekler. stratejilerine ters durumlar oluştuğunda kendi benliklerini korumak için yansıtmalarla sizi kendinize güvensiz hale getirirler. siz de "sevgililim veya can dostum benim kötülüğümü düşünmez" diyerek kendinizi sorgularsınız. en temel savunmaları idealizasyondur. yani ya sizi 10/10 görürler ya da 1/10 olarak değerlendirirler. 10/10'dan 1/10'a bast bir hatayla geçebilirsiniz.

    3) narsistler dışa dönüktür! yanlış!
    narsisizm dışa dönük olabileceği gibi, içe dönük de olabilir. buna kırılgan narsisizm denir. içe dönük narsisizm kendini çok belli etmez, depresiftir ama dışa dönük gibi kolayca özgüven zedelenmesi gösterir. kendini sakladığı için büyüklenmeci davranışlarını belli etmez. gizli narsistlerdir diyebiliriz. [gabbard, 1989]

    bütün narsistler yalnız kalacaklarını, terk edileceklerini anladıkları anda manipülasyon yaparlar, sizi kendilerine bağımlı hale getirmek için uğraşırlar. referansımda anlattığım gibi bu kişiler tartışmak sadece onları kışkırtmaya yarar. yalnız kalmamak için sizi değersizleştirebilirler. örneğin "tek dostun benim, seni tek ben değerli buluyorum, biz bize yeteriz" gibi...

    --- spoiler ---
    narsisizm tanımlanmasında ve gelişmesinde 3 temel görüş:
    --- spoiler ---
    bu kısımı olabildiği kadar basit anlatmaya çalışacağım. ilginizi çekiyorsa muhtemelen eğleneceksiniz.

    1) sigmund freud
    kişide kendini ve karşıyı algılamasını sağlayan 2 tip libido bulunur. bunlar kişi ve obje libidolarıdır. bizim 1. narsisizmi yenmemiz kişi libidosunun obje libidosuna akmasıyla mümkündür. böylece bir bağ kurarız. freud der ki 2. narsisizmde nesne libidosundan kişi libidosuna enerji tamamen akarsa kişi bağlantısını kaybeder ve narsisizm patolojik bir narsisizme dönüşür. freud daha çok histerik kadınlarla çalışmıştır. narsisistik kişileri tanımlasa da tedavi için çok fazla kuram geliştirmemiştir. zaten 1970 öncesine kadar geliştirilen tedavi şekilleri nkb'i tedavi edememiştir. hatta tedavi olan kişilerin terapistine derin negatif duygular taşıdğı bilinmektedir (n. mcwilliams-psikanaliti tanı)
    (bkz: obje libidosu/@karanlikruya)

    2) otto f. kernberg
    freud'dan sonra psikolojiye melanie klein ile farklı bir ekolden giren ve ağırlıklı olarak kişilik bozukluklarını nesne ilişkileri üstüne çalışan dr. kernberg der ki; narsisizm odipal dönem(3-6 yaş arası) öncesi ortaya çıkan "pre-odipal" dönemin benlik çatışmalarının sonucudur. benliği 3'e ayırarak bunlara ideal, nesne ve gerçek ismini verir.
    ideal ben=olmak istediğim kişidir.
    ideal nesne=sevmek-sevilmek istediğim kişidir.
    gerçek benlik= kendini yetiştiren kişi sonucunda oluşan kendini özel hissettiği esas benliktir.

    basit şekilde egoyu oluşturan bu 3 kavram; ebeveynin tavırları, süperego(etik, algılama) ile birlikte düzgün birleşemez ve sağlıklı bir ego yapılanması oluşamazsa narsisistik patoloji oluşur. başka bir ifadeyle kişi ideal ben, nesne ve gerçeği genellikle annenin yanlış tavırlayı yüzünden karıştırır, ayırt edemez. soğuk anneye karşı, çocuk savunma geliştirir ve büyülenmeci, narsisistik patoloji kazanır. sonuçta da kişide narsisistik kişilik bozukluğu ortaya çıkar. kernberg'ün genel dışa dönük narsistlerle çalıştığı, kohut'un ise içe dönük narsistlerle çalıştığı (ya da karşılaştığı diyelim) bilinmektedir. [ref gabbard 1989]

    kernberg'in teorisiyle kohut birbirine zıttır. kernberg tedavi aşamasında kişinin nkb ile yüzleştirilmesi gerektiğini savunur.

    3) heinz kohut
    narsisizm konusunda en farklı düşünen psikanalizdir. bunun sağlıklı insanın bir gelişme evresi olarak görür ve süreç hayat boyu devam eder. yani freud'un bahsettiği gibi anlam değiştiren veya "aşılan" bir süreç değildir. birincil narsisizm zihinde bilinçaltı bölgede hep bulunur. ego ise bir hamur gibi narsisistik libidoyu devamlı olgunlaştırır.

    kernberg'den ayrıldığı nokta narsisistik libidonun bir bölümü bilinç kısmında olan "egodan" bağımsız olarak dürtülerin bulunduğu id'de olduğu görüşüdür. yani ulaşılmazdır. narsisistik libido, aynı id gibi davranır. dürtüleri yönetir ve devamlı olarak süper ego kontrolünde gelişir, oysaki kernberg'e göre narsisistik yapılanma 3 yaş öncesinde çoktan yerleşmiştir. freud da benzer düşünür. o da ilerleyen zamanda tekrardan hatırlandığına dikkat çekerek, buna 2. narsisizm der.

    kohut'a göre narsisisitik bozukluk çocukluk evresinde takılma sonucu ortaya çıkar. yani narsisistlik gelişim süper ego kontrolünde şekillenecekken gelişimi durur. sebebi ise aynalamanın olmamasıdır. yani çocuk annenin hatalı davranışları sebebiyle ona giden davranışlardan geri dönüş alamaz ve kendini tanıyamaz. narsisistik libidoyu anneye yansıtamaz ve sonucunda yansıtılamayan bu durumla çocukta doygunluk yaratmadığı için hep bir savunma hali olur. buna narsisistik kişilik bozukluğu denir.

    kohut tedavi sürecinde yüzleştirmeye değil, empati göstermeye inanır. terapist hastasına anlayışlı davranır. karşı aktarımlarına dikkat eder. karşı aktarım (terapistin duygu ve düşünce aktarmı) nkbli kişilere sorunludur. çünkü nkb'li kişi terapistin de kendine özgüvenini sarsabilir, hiçleştirici, önemsemez tavırlar göstererek terapistin karar mekanizmalarını zayıflatabilir.

    özetle narsisizmin tanımlanma süreci böyledir. her 3 kuramcının karşılaştıkları farklı hastalar sebebiyle kısmen anlaştığı ve ayrıştığı noktalar mevcuttur ki bu da tedavide farklılıklar gösterir. örneğin kernberg ayrışan benlikleri(ideal ve nesne) birleştirirken, kohut duraksama dönemine dönerek hatalı aynlamayı tedavi etmeye çalışır. freud ise narsisizmin imkansızı tedavi etmek gibi olduğunu belirtmiştir. kernberg'de bazı narsist hastaları tam anlamıyla iyileştirmenin mümkün olmadığını savunur (ref: kernberg - aşk ilişkileri).

    narsisizm bir şaka ya da kişinin kendine mal edebileceği, övünebileceği bir hastalık değildir. bir "kişilik bozukluğudur" narsist kişiler hastalıklarını kabul etmedikleri için tedavide sorun yaşarlar. hastalıklarına antisosyal kişilik bozukluğu veya pasif-agresif kişilik bozukluğu eşlik edebilir. bunun yanısıra sınır kişilik bozukluğu, histriyonik, şizotipal tipte bozukluklar da eşlik ettiği rapor edilmiştir [caligor, 2015].

    günümüzde psikanalitik yöntemler kullanıldığı kadar bir çok tekniğin iç içe geçtiği şema terapisi de sıklıkla uygulanmaktadır.

    referanslar ve ileri okumalar
    1] ana schmıdt, "kernberg ve kohut’un narsisistik kişilik bozukluğu kuramlarının karşılaştırması" türk psikiyatri dergisi 2019;30(2):137-41
    2] heinz kohut, kendililiğin yenilen yapılanması, metis yayınları
    3] sigmund freud, narsisizm üzerine, oda yayınları
    4] kerngberg , aşk ilişkileri, ayrıntı yayınları
    5] https://www.psychiatry.org/…chiatrists/practice/dsm
    6] glen 0. gabbard, m.d., "two subtypes of narcissistic personality disorder", 1989
    7] eve caligor, m.d., kenneth n. levy, ph.d., frank e. yeomans, m.d., ph.d., narcissistic personality disorder: diagnostic and clinical challenges
    8] nancy mcwilliams - psikanalitik tanı

  • maalesef! en güzel alanlar sigara içenlere ayrılıyor; bize de kıyıda, köşede oturmak kalıyor ki kapalı alanda bile sigara kokularına maruz kalıyorsun çünkü yan tarafta yarı açık-yarı kapalı sigara içenlere ayrılmış yerden kokular buram buram geliyor.
    ama tabi sigara içme özgürlüğü, saygı duyacaksın falan...
    içmeyene saygı yok, özgürlük de yok. buram buram içine çekeceksin dumanı, içmediğin sigaranın kokusu sinecek üstüne, parkta bile pofur pofur maruz kalacaksın, çocuk varmış umurlarında değil! parklar da onlar için her yer onlar için ya da otobüs durağında duraktan uzakta duracaksın; cafelerde kıyıda, köşede oturacaksın maalesef!

    sonradan gelen düzenleme: tabi her zamanki gibi bencillikleri malum "kendinize göre sigara içilmeyen mekana gidin" diye salık veriyor! acaba sigara içilmeyen cafe dışarıda nerede?
    kışın totonuz donmasın diye açık alanda ısıtıcılar harıl harıl çalışıyor nerde donuyor toton yalana bak!

    açık alanda duman altı olmuyormuş muş! yanında sağdan soldan bir sürü kişi içsin bakalım duman altı oluyor mu, olmuyor mu! nefes alamıyorsun.

  • düşünseniz de çocuklarınızla gezintiye çıktınız yanınızdan birisi 1 tonluk makine ile 370km/h hızla geçiyor.

    devletin böyle adamların ehliyetini 5 yıl gibi süreyle alması gerekiyor.

    o yollar halk için.

    hız yapacaksan piste git. bu adamı tutuklamayan ve ehliyetini almayan devlet, devlet değildir.

  • ne uzatılan bir konudur. ateistler vegan veya vejetaryen olmadan da bu bayram hakkında olumsuz fikirlere sahip olabilirler.

    -bunun bir "kutlama şekli" oluşundan rahatsız olabilirler.

    -tanrının neden hayvan yerine bir fidan gönderip ibrahime ek demediğini sorgulayabilirler.

    -neden hayvanların uyuşturulmadan, illa canlı şekilde dakikalarca çırpınarak ölmesi gerektiğini, illa foşur foşur kan akması gerektiğini sorgulayabilirler.

    -bir toplum dayanışması yani fakirleri doyurma kampanyası şeklinde görülüyorsa toplumdaki açlar yalnızca üç beş gün mü aç kalıyorlar diye sorabilirler, bu kadar aç sefil dilenen çocuklar neden var, öğütle güzellik olmuş mu, din buna mutlak bir çözüm getirmiş mi diye sorgulayabilirler.

    ve daha yüzlerce şekilde eleştirebilirler. bunlar zaten subjektif değerlendirmelerdir. kutsal görmediği bir şeyi eleştirip sorgulayabilir herkes, nitekim de böyle yapıyorlar.

    "ateistlerin kudurması" diye açılan başlık yeterince hedef gösteren ve ayrımcı bir dil kullanmıştır zaten, "islamofobiyi benimseyenler için benim lafım" çok sağlıklı bir yaklaşım olmuyor başlığa bakınca yani. ben de din düşmanı değilim, herkes istediği şeye tapabilir, istediğinden medet umabilir, toplumu bu eksende hizaya getirmeye çalışmadığı sürece buyursun inançlarını istediği gibi yaşasın. ancak bu şekilde olmuyor hiçbir coğrafyada görüldüğü üzere.

    dahası, "ateistlik nedir bilmeyen" denmiş. ateizmin tarihi falan dense anlarım da ateizmin kendi başına bir öğretisi, ödevi, geleneği yoktur. ateizm tanrıyı reddetme biçimidir. üzerine çok bir şey bilmeyi gerektirmez. zaten yapılan her ankette ateistlerin dini ve din tarihini ortalama bir dindardan daha iyi bildikleri ortaya çıkıyor. inandığı tanrının buyruklarını başkasının yaşam anlayışına da empoze etmeye çalışmaları, baskı ve zulüm göstermeleri hiç azımsanacak örnekler de değil, dolayısıyla dindarları bilinçlendirme girişimleri daha yerinde bir hareket olur.