hesabın var mı? giriş yap

  • çok enteresan, sanki başörtüyü takmayınca benimsediği düşünceleri de bir kenarda bırakacakmış gibi düşünülüyor herhalde.

    başörtülü bir hakime başörtüsü takmadan da ayrımcılık yapacaksa eğer yapar, başörtüsü takmayınca tarafsız başörtüsü takınca yanlı olmayacak birdenbire. insanların kıyafetlerini engelleyerek zihinlerini değiştiremezsiniz bunu hala anlamadınız mı?

    eğer bir korkunuz varsa yargının kişiselleştirilmesinin önüne nasıl geçilir, gittikçe çarpıklaşan adalet sistemi nasıl rayına oturur, kanunlar dindar, deist, ateist, zengin, fakir ayrımı olmadan nasıl herkesi birey olarak değerlendirip eşit ele alır bunlara kafa yorun. lütfen başörtüsüyle uğraşıp akp’nin ekmeğine yağ sürmeyin, başörtülü arkadaşlara tek çıkış kapıları akp imiş gibi hissettirmeyin.

  • -dayı 1 lira bozuğun var mı?
    -yok.
    -1 dal sigara?
    -kullanmıyorum.
    -saat kaç, onu söyle bari!

  • gallup'un araştırmalarına göre amerikan ulusal bilim akademi üyelerinin %7 si, ingiltere kraliyet bilim akademisi üyelerinin ise %3.3 ü bir tanrının varlığına inandığını belirtmiştir.

    fbıın 1997 de yaptığı bir araştırmada ise fedaral amerikan hapishanelerindeki suçlularda tanrının varlığına ınanların oranı %99.79 dur.

    (bkz: bu ne yaman celişki anne)

  • "...birçok kurum, aydın ve duyarlı insan idamın engellenmesi için imza kampanyaları düzenlediler, dilekçeler verdiler. dönemin başbakanı nihat erim, ‘pişman olduklarını söylesinler, kararı tekrar düşünelim’ dedi.

    bunun üzerine deniz beni cezaevine çağırdı ve şöyle dedi: ‘biz suç işlemedik ki pişman olalım. bugün dışarda olsak yine aynı eylemleri yapardık. ne siz, ne de ailemiz bizim hakkımızda böyle bir dilekçe vermeyin’ dedi. biz de pişmanlık konusunda hiçbir girişimde bulunmadık. artık herkes idamı bekliyordu. ben ve diğer avukat arkadaşlarım evimizde elbiselerimizi çıkarmadan bekliyorduk. 6 mayıs gecesi kapımız çalındı. sivil bir görevli ankara savcısı fazıl bey’in bizi çağırdığını söyledi. kapının önünde duran resmi plakalı bir araçla ankara merkez kapalı cezaevi’ne doğru yol almaya başladık. kentin elektrikleri kesilmiş, her 20 metrede bir asker dizilmişti sokaklara. cezaevi avlusunda onlarca askerle birlikte cellatlar dahil toplam 7 sivil 3 gencin idamını izleyeceklerdi. o anı anlatabilmek için büyük bir sanatçı olmak isterdim, yaşadıklarımız gerçekten tarif edilmezdi. önce deniz çıktı sehpaya, ipi boynuna geçirmek istedi ancak başaramadı. son sözlerinden sonra sandalyeyi tekmelemek istedi. sandalye kendi etrafında 3 defa döndü ancak devrilmedi. cellat ayağının altından çekti sandalyeyi. ancak deniz’in ayakları masaya değiyordu. savcının ‘masayı da çek’ diye bağırmasıyla cellat masayı da çekti. deniz birkaç kez çırpındıktan sonra ipte ağır ağır dönmeye başladı. uzun süre nabzının atmamasını bekledik. ardından yusuf’u ve sonra da hüseyin’i getirdiler..."

    http://www.gunaydinaliaga.com/…ws_print.php?id=2254

    evet, doğrudur. deniz gezmiş yaşasaydı reklam şirketi olurdu. kendi ipini çeken, taburesini deviren adam basbayağı reklam yapıyordu çünkü. yirmi sene sonra kuracağı şirketin ilk temelini atıyordu. bu kadar basit bakış açıları. seviye bu derece düştü. adam boynuna geçen ilmiği göze almış, "pişmanım" kelimesiyle hayata dönmeyi elinin tersiyle itmiş sen hala reklam kokan hareketlerdesin ne diyeyim. ilkokul üç seviyesi bile sevimli bir şeye dönüştü yanıbaşınızda artık. cevap vermek zulüm olmaya başladı, bu basit düzeneğe konuşmak, sesin duvardan dönüşünü izlemek çok ama çok acı vermeye başladı...

    ---68'liler advertisement kuşağı sona erdi. beyaz show olanca hızıyla devam ediyor---

  • bu gözlemini de 1988 yılında yaptığı bir finlandiya gezisiyle perçinlemiş. amk kıyamet koptu lan o dönemden beri, sovyetler yıkıldı, berlin duvarı yıkıldı, iran-ırak savaşı bitti, abd ırak'a iki kere girdi, akp geldi, o gün daha doğmamış çocuklar hakkari'nin dağlarında ölmeye başladı. kuzey kore'nin devlet başkanı bile öldü lan, ama finlandiya illa ki aynı kalacak, çünkü engin ardıç en son o vakit gördü.

  • 1891-1937 yillarinda yasamistir ve 20.yy’in ilk yarisinin en onemli marxist teorisyenlerinden biridir kendisi. ozellikle kulturel problemler ve kulturel formasyon ile siyasi egemenlik arasindaki iliskiler baglaminda yaptigi calismalar onemlidir. diger yandan, ozellikle ustyapi uzerine yogunlasmasi ve ekonomi, kultur, sinif ve iktidar ekseninde yonelttigi elestirel sorular nedeniyle marxist yazinda bir ilk olarak gorulebilir. gramsci’nin temel elestirisi, marxist yontemi, toplumun, ekonomik ve tarihsel yasalarla belirlenen dogal bir bilimi olarak goren pozitivist marxistleredir. bu baglamda temel argumani da marxism gibi bilinc ve praxis’e iliskin sorunlar uzerinde calisan bir diyalektik bilimin, doga bilimlerinin yontem ve kavramlariyla asla bagdasmayacagi, aciklanamayacagi olmustur.

    gramsci marxism’i bir praxis felsefesi olarak tanimlar. bu yolla isci sinifinin egitilmesinin ve kendini somuruden ve sinif egemenliginden kurtarip ozgurlestirmesinin altini cizer. aslinda gramsci’nin anlatmak istedigi, tarihsel surecin, insani ozu olmayan bir takim iktisadi yasalarin sonucunda degil, politik partiler, dernekler ve ticaret birlikleri gibi formlarda kolektif bir yapiya burunen insan iradesinin sonucunda ekonomiyi yonlendirdigi ve nesnel gerceklige sekil verdigidir. kisacasi gramsci’nin demek istedigi sudur: sosyal degisimlerin duragan bir kitleye yapilan bir takim otomatik dissal etkilerin (tarihsel yasalarin) sonucunda olustugunu soylemek, isci sinifini tarihsel surecte pasiflestirmek demek olacaktir ki bu da o gune kadar kabul goren marxism yorumlarinin yumusak karnidir. kanimca, aslinda marxist tarih teorisinin sosyalizmi kacinilmaz olarak goren yorumu da bu baglamda proleteryayi tarih sahnesinden dislamakla ayni anlama geleceginden, gramsci tarafindan elestirilmeye aciktir. gramsci devrimin, dissal iktisadi kuvvetlerin otomatik bir urunu olarak gorulmesi fikrine karsi cikar; ancak onun bir sinifin diger siniflar uzerinde kurdugu kulturel egemenlik oldugunu da yadsimaz (burada belirtmekte fayda goruyorum, ornegin ekim devrimi’ni boylesine “demir kanunlarin” degil ortak bir iradenin sonucunda gerceklestigini savunur). diger yandan, bir toplumda baskin sinif, sivil toplumu kendi ahlaki, geleneksel, dini ve politik gorusleriyle (bkz: weltanschauung) kontrol altina alan siniftir. gramsci’ye gore devrimci sinif, diger siniflar uzerinde ekonomik, politik ve askeri bir gucu ve entelektuel ve ahlaki onderligi yoluyla bir otorite kurma cabasina girisecektir ve bu sinif, devrim oncesinde toplumun farkli katmanlarina kendi kulturunu nufuz ettirmelidir. baska bir deyisle, eger isci sinifi baskin sinif olmak istiyorsa, toplumun diger katmanlarindan destek alan kontrol edici bir kultur yaratmalidir. ancak gramsci’nin marxist dunya gorusu ve bu gorusun bir sinif ideolojisi degil de aksine tarihin yapisal degisim surecini aciklayan bir evrensel aciklamasi olmasi, onu, baska bir kavrami aciklamaya ve tanimlamaya iter: hegemonya. devrimci sinifin, devrim oncesinde nufuz ettirmesini onerdigi kulturel urunler, iste tam da bu kavrami isaret eder: kulturel hegemonya. bu noktada gramsci’nin hegemonya ve egemenlik kavramlari arasindaki ayrimini belirtmek cok onemlidir: ona gore, hegemonya sosyal siniflar arasinda bir anlasma ve dengeyi isaret ederken, egemenlik kavrami devletin tehdidini barindirir. bu baglamda hegemonya, ozel kurumlar ve sivil toplumda yaratilan ve bireyle devlet arasinda arabulucu rol ustlenen bir kavramdir. dogrudan egemenlik dusuncesi ise devlet aygitlari!devletin ideolojik aygitlari ve kamu kuruluslari yoluyla suregelen tehdit ve zor kullanmanin sonucudur.

    gramsci, proleter sinifin lider ve baskin sinif olabilmesini, calisan nufusun cogunlugunu kapitalizme ve burjuva devletine karsi olan bir konuma getirmesinde yardimci olacak bir ittifaklar sistemini kurabilmesine baglar. bu acidan hegemonya; politik, entelektuel ve ahlaki onderligin etkili bir sentezidir ve ayni zamanda bir sinifin ortak cikarlarini savunmak amaciyla olusturulan ve diger sosyal gruplara yonlendirilen bir tutumu kapsar. burada gramsci’nin kendi ornegini alirsak, ona gore, yalnizca burjuvazi ve proleteryanin hegemonya kurma olanagi vardir cunku kapitalizmin aksine feodal toplum, kapali ve bir tur kast sisteminin egemenligi altinda olan bir sosyal yapiyi barindirir. boyle bir sosyal yapilanmada da, egemen siniflar, bizzat kendilerine ait olan ve hem teknik hem de ideolojik olarak apayri kulturel araclar uretemezler.

    gramsci, -pek de sasirtici olmayacak bir sekilde- devrim olasiliginin gelismis kapitalist ulkelerde yuksek oldugunu dusunmustur. bunda sasiracak bir sey yoktur, cunku yukarida da bahsettigim gibi ona gore, isci sinifi burjuva ideolojisinin baskici yapisinin pasif bir kurbani degil aksine, burjuva toplumunun aktif muhalif kanadidir. gramsci’ye gore bati avrupa sivil toplumunun goreceli olarak daha guclu olmasi, burada burjuvaziye anlasma yoluyla hukmetme sansi dogurmustur. elbette gramsci, -cokca vurguladigi gibi- hegemonyayi yalnizca anlasma yoluyla ortaya cikan bir kavram olarak degil ayni zamanda tehdit ve zor yoluyla da yurutulen bir tutum olarak gormektedir. baska bir deyisle, hegemonya, yukarida da bahsettigim denge kavraminda oldugu gibi, anlasma ve tehditin dengeli bir uyumunu isaret eder. bu baglamda sivil ve siyasi toplum ayrimi mutlak degildir, cunku ona gore, kapitalizmin sosyal yapilanmasi ayri ve bagimsiz kurumlara ayrilamaz. ornegin egitim sivil topluma ait bir kurumken, ayni zamanda hem ekonomik hem de ideolojik olarak devlete bagli bir kurumdur. hegelci terminolojiyle gramsci, devletin ahlaki rolunden bahseder ve baskin sinifin ekonomik ve politik cikarlarini savunurken ayni zamanda sivil toplumun guclenmesine katki saglayacak hukuk ve egitim gibi kimi kurumlarin kurulmasinda rol aldiginin altini cizer. bu, devletin bir sinifin digeri uzerinde baski kurmasi icin yaratilmis bir kurum olmadiginin, aksine modern kapitalist toplumlarda yaratilmis ve mesrulastirilmis bir arac oldugunun gramsci tarafindan izahidir. ancak bu surec tahmin edilebilecegi uzere sinif ideolojisi uzerinden degil, burjuva weltanschauung’u ekseninden hareket eder.

    politik, entelektuel ve ahlaki etmenleri ile birlikte gramsci’nin hegemonya kavrami, marxism’in ekonomiyi temel alan ve bu temeli, ideolojik ustyapinin belirlenmesinde yegane guc sayan pozitivist yorumlarina karsi onemli bir karsi savdir. modern kapitalist toplumlarin kendine ozgu kompleks yapilari nedeniyle tek bir sinif, diger sinif ve gruplarin eylemlerini dislayarak ve hice sayarak ustten bir egemenlik kuramaz. egemen sinif mutlaka diger siniflarin seslerine kulak vermek ve onlarin davranislarini goz onune almak zorundadir. bu baglamda gramsci’nin modeli, ikna ve anlasma ile aktif tehdit ve zorlamanin bir uyumunu varsayar denebilir. gramsci’nin varsayimi, egemen sinifin digerlerini toptan yokedemeyecegi, farklilasmalarin, alternatif kulturlerin ve direnc ve devrime iliskin seslerin susturulamayacagi uzerinedir.

    bu sosyal siniflar arasindaki kultur, politika ve degerlere iliskin suregelen catismalar ve hiyerarsik iliskiler, otonom siniflarin, tumden ve uyum icinde sosyal butunde birlesmesine iliskin zorlamalara gosterecegi direnc temelinde gramsci’nin toplum anlayisini tanimlamaktadir. bu, toplumun merkezden disa dogru yayilan toplu bir davranissal eylemler butununun urunu oldugunun farkli bir deyisidir.

    son olarak gramsci’nin modern topluma iliskin entelektueller teorisinden bahsetmeden olmaz: ona gore, ideolojilerin ve toplumsal uyumun yapilandirilmasinda entelektuellerin cok onemli bir rolu vardir, ozellikle toplumsal butunlesme baglaminda. marxism’in gelismis kapitalist toplumlarda basarisizliga ugramasi, entelektuellerin ve dolayisiyla liderligin rolunun yeniden tartisilmasini gerektirmistir. en azindan gramsci, meseleye bu baglamda yaklasmistir. gramsci, entelektuelleri sosyolojik bir tabanda tanimlamis ve spesifik bir toplumsal tabakaya ozgu kimi “entelektuel” aktivitelerle karistirilmamasini istemistir. ona gore, bu tur ozellikler toplumun her uyesinde az ya da cok vardir. bu baglamda, bilgi ureten buyuk entelektuelller idealini reddeder. ona gore, entelektueller bir sinifin cikarlarinin basitce yansitmaktan cok, bilgi ve ideoloji ureten bir gruptur. kapitalizmle birlikte ise toplumun geleneksel toplum yapisindan devlet kurumuna dogru donusumune yardimci olan bir uzman konumundadirlar. gramsci bu baglamda entelektuelleri, uretim, kultur ve kamu yonetimine iliskin orgutleme islevleri uzerinden tanimlar. ozellikle entelektuellerin burjuva toplumunda, ulusal bir egitim sistemi, yerel ve ulusal sivil toplum hizmetlerinin yonetimi, dinin ve kisaca devletin ideolojik aygitlarinin merkezilestirilmesindeki rolunden bahseder. gramsci’ye gore her sosyal sinif kendi entelektuellerini olusturamaz. bu savi aciklayabilmek icin onun entelektuellere iliskin siniflandirmasindan bahsetmek gerekir: ona gore iki cesit entelektuel vardir: organik ve geleneksel entelektueller. organik entelektueller, bir sinifin amaclarini ve umutlarini aciklayan ama kendileri bir sinif olusturmayan sosyal gruptur ve uretim araclarindaki degisimler sonucunda ortaya cikarlar. geleneksel entelektueller ise tarihin kesintiye ugratilamayan surekliligi sonucunda evrimlesen ve uretim araclariyla dogrudan ilskileri olmayan gruptur ve bu nedenle de kendilerini egemen siniftan ayri bir sekilde tanimlarlar. din gorevlileri, avukatlar, ogretmenler, doktorlar gibi geleneksel entelektuellerin baslica islevi, sosyal yapilanmadaki degisimlerdeki surekliligi saglamaktir. oyleyse, gramsci’nin tezi sudur: hegemonya kurmak isteyen her sosyal grup geleneksel entelektuelleri ele gecirmek ve etkisi altina almak zorundadir. ancak burada belirtekte gene fayda var ki gramsci bu tezinden yola cikarak ozellikle zamanin italya’sina iliskin kimi cikarimlara gitmistir ve bunlar yalnizca hipotezdir, cunku entelektueller ile sosyal yapi arasindaki iliski baglaminda ampirik bir calisma yapmamistir.

    son olarak, gramsci’nin en basta bahsettigim gorusunu yinelemek sanirim bitirmek icin en uygunudur: ona gore tarihsel bilgi yalnizca ampirik sosyal bilimlerin urunu olamaz; ampirik calismalar mutlaka tarihsellik ve humanizmanin kilavuzlugunda olmalidir.