hesabın var mı? giriş yap

  • boş kağıt vererek 100 almak...
    evet, yanlış duymadınız.
    ahmet cemal'in "basında yaratıcı yazarlık" dersinin sınavında başıma gelmiş, tüm akademik yaşamımda beni en çok etkileyen olaydır.
    yoklama almayan bu hocamızın dersine her hafta 08.30'da gitmiş, not tutmuş ve konuşmuştum.
    sınav başladığında gelip kulağıma eğilerek "sizin yazmanıza gerek yok. ne yazabileceğinizi biliyorum." diyerek kağıdımı alıp, sınavdan yollamıştır.
    her zaman saygı ve sevgi ile anacağım efsane bir entelektüeldir ahmet cemal.
    şimdi bile gözlerim doldu.

  • --- spoiler ---
    açık açık söylediler dizinin konusunu. beğenirsin beğenmezsin ayrı ama durum belli. verildi cevaplar.

    dizinin konusu ve adanın olayı belli; ab-ı hayat.

    ada; ab-ı hayat'ın saklandığı yer.

    tarih boyunca bir çok kişi tarafından aranılan ab-ı hayat, adanın içinde yer alıyor. ab-ı hayat'ın özelliği insanlara sonsuz bir yaşam ve gençlik vermesidir. bu durumda önce jacob'ın sonra richard'ın içtiğini gördüğümüz şaraba benzeyen koyu renkli o sıvı, ab-ı hayat.

    jacob'ın elinde sınırlı miktarda bulunan sıvının kaynağı muhtemelen ışığın merkezindeki yer. kadını ışığa bakarak şöyle söyledi; bütün insanlar bu ışığın peşinde oysa hepsinin içinde biraz var ama kimseye yetmiyor, yaşam ve ölüm orada. bütün insanlık yüzyıllardı ölümsüzlüğün, sonsuz hayatın peşinde ve aslında gerçekten hepimizde biraz olan tek şey bu; hayat. var ama yetmiyor, fazlasını istiyor insanoğlu. bu ab-ı hayatın kaynağı bulunursa bulan insanlar insanlığı bitirir. pek çok inanç sisteminde inanılan şudur; tanrı, yaşam kaynağı, ışık demeti, evren artık hangisini seçerseniz; büyük güç, enerji, ışık, yaşam herkesin, her canlının içinde vardır.

    bizim hikayemizde bu ab-ı hayat bir adanın içine saklanmış duruyor. gelip geçen bulamasın, hiçbir insan sahip olamasın diye. fakat engellenmek istense de bir şekilde insanların yolu oraya düşüyor. bazen bir gemi kazası bazen bir uçak kazası. teknoloji değiştikçe geliş yolları değişiyor. işte bu insanlar adaya geldiği zaman ab-ı hayatı ele geçiremesinler diye bir bekçiye ihtiyaç duyuluyor.

    bu bekçide aranılan şartlar; tercihen adada doğmuş olması, ab-ı hayat içmiş olması, özünde iyi bir insan olması.

    jacob'ın ve isimsiz evladın annelerini öldüren kadın da aslında bir emanetçiden fazlası değil, öldüğü zaman teşekkür ediyor çünkü artık bu döngünün dışına çıkmış yerine vekil atamış durumda. ada artık o'nun ölmesine izin veriyor ve tıpkı richard gibi o da ölmeyi uzun zamandır istiyor.

    jacob'ın ve desmond'ın ortak bir özelliği var. ikisi de tam sebebini bilmedikleri halde adayı korumak için odaklanıyorlar. desmond 108 dakikada bir deli gibi butona basarken dünyayı kurtardığını düşünüyordu. jacob da, ab-ı hayatı saklarken dünyayı kurtardığını düşünüyor. ikisi de haksız sayılmaz.

    özel ve seçilmiş ölü bedenlerin yerini alan black smoke'un bir özelliği var. bedenine girdiği kişinin bazı hareketlerini ve sözlerini yaşatıyor. locke'un bana ne yapmam gerektiğini söyleme civarında bir lafı vardı ve black smoke, locke'un bedenine girdikten sonra bu sözü kullanmaya devam etti. sahil kenarında oturan ve anası isim vermeden öldüğü için isim açısından piç kalan eleman da, annesinin ve kendisinin sözlerini tekrarlıyor. insanlar gelirler yıkarlar...

    bu ab-ı hayat durumu bize, çok zengin insanların hani sayid'in dünyayı dolaşarak vurduğu insanların ve widmore efendinin aslında neyin peşinde olduğunu anlamamızı da sağlıyor. ilana gibi jacob'a bağlılığı ile bilinen insanlar widmore'un karşısında yer alıyorlar çünkü widmore'un o ışığı gördüğünü ve amacının adayı, jacob'ı kurtarmak değil de black smoke olayına girmeden o sıvının, ışığın kaynağına ulaşmak olduğunu biliyorlar. hatırlayın ilana ekibindekiler minibüste söylemişlerdi yanlış taraftasın diye... öyle değil mi ama bir düşünün tarih boyunca gerçekten çok zengin insanlar, krallar ve widmore gibiler yani elde edebilecekleri her şeyi elde eden insanlar neyin peşinde olurlar? ölümsüzlüğün.

    bu arada tamam jacob'ın yerine biri geçiyor ve o görev devrediliyor da arkadaş harbiden salaksınız ha bu kavuk olayı black smoke geleneğinde yok hala uyanamadınız. dumanın özelliği şu; o ışığı korumakla görevli kimseler ölürse onların bedenlerine yerleşebiliyor. deli teyzenin amacı neydi? adayı koruma görevini piçe vermek, aday o'ydu yani. o ölünce bedenine girebildi black smoke tıpkı, locke gibi bir başka seçilmiş aday ölünce bedenine girebildiği gibi.

    adadaki manyetik alanın özelliği falan filan hep aynı çünkü adanın içinde ab-ı hayat var ve bu enerji kaynağı çok güçlü...

    peki ölüler niye dolanıyor?

    hayatın ve ölümün kaynağı olan yerden bahsediyoruz. bilumum inanışa göre ölen ruh, enerji aslına rücuu eder yanı o kaynağa geri döner. o enerji ise bazılarının öldüğü halde işlerinin bitmediğine inanıyor ve içine almıyor. o kimseler serbest salınıma devam ediyor.

    --- spoiler ---

  • yüksek lisansın size verdiği unvan "uzman". yani kabaca sizden tez savunduğunuz alanın uzmanı olmanız beklenir.

    doktorada ise sizden o bilim dalına bir katkı yapmanız beklenmektedir.

    ikisini de tek cümleyle anlattım ama arada dağlar kadar fark var.

    yüksek lisans size bir diploma kazandırır.

    doktor unvanı ise sizi bir camiaya sokar.
    mesleğiniz çöpçülük bile olsa herhangi bir bilim dalında doktor unvanı aldığınız zaman bu aslında hayat değiştiren bir şeydir. herkese mr. denirken size dr. denir yani... bir gruba aitsiniz artık bir anlamda.

    ülkemizde her şey sulandığı gibi doktora da sulanmıştır. kanaatimce her üniversitede lisans ya da yüksek lisans olabilir -bir ölçüde- ama doktora olmaz. yrrak kürek fihristleri, şifalı otları falan alt alta dizerek doktor olan şerefsizler var. bunları doktor yapan haysiyetsiz jüriler var. bu anabilim dallarını kilitleyip üstüne erimiş bakır dökmek gerekiyor. başka türlüsü mümkün değil.

    yok bütünleşik doktora, yok tezsizden doktora falan derken zaten sağlam sktiler bir ara. hepsini tuvalete atıp sifonu çekmek gerekiyor. cemil meriç iğrenç bir çağdan şanlı maziye duyulan özlem gericilik olmaz diyor ya hani. doktora eğitiminde geçmişe dönmemiz gerekiyor. buyurun biraz da gerici olalım.

    akademisyen olmayan öğrencilerin doktora derslerini ve tezlerini de "hanimiş yavyum... yajdın mı bakiim tejini?" diye koçaklayan danışman ve jürilere de lanet olsun. o herifler mezun olunca her kadroya dosya gönderip üstüne bir de torpille, bilmem neyle atanıyor. hayatında bir gün asistanlık yapmamış dümbük gelip dr. öğr. üyesi oluyor. tabi bölümü skmek kalıyor geriye bir tek. onu da kariyerinin kalanında hallediyor sağ olsun. akademiye giriş sadece ve sadece asistanlıktan olmalıdır. öğretim görevlileri de dahil kimseyi en az 2 yıl asistanlık yapmadan öğretim üyesi yapmamak gerekiyor. doçent de olsa ya dışarıdan ders versin ya da gelsin 2 yıl fiilen asistanlık yapsın. kimseyi elmakaya belediyesine şef bile yapmıyorsun dışarıdan küt diye. öğretim üyesi oluyor adam. daha öğretim üyesi ile öğretim görevlisinin farkını bilmiyor ama fyk üyesi. her neyse...

    ama yine de hala doktor unvanının bir anlamı var... rahatlıkla söyleyebilirim bunu.
    özellikle iyi bir üniversiteden aldıysanız...

    yüksek lisans meraklısına, ilgilisine iyidir. vaktiniz, enerjiniz, işiniz gücünüz varsa yapın. çevre edinirsiniz. okumayı, araştırmayı, öğrenmeyi seviyorsanız yüksek lisans çok keyiflidir.

  • iki ihtimal var:

    1- sabah duş alıp çıkmak
    2- akşamdan duş alıp sabah darmadağın olmuş saçları düzeltmek için saçları yıkayıp çıkmak.