hesabın var mı? giriş yap

  • ülkedeki birlik duygusu.

    2000 yılbaşı bir dini güne denk geliyordu diye hatırlıyorum. işgüzar bir muhabir camiden çıkanlara yılbaşıyla ilgili sorular soruyordu. konuşanların hepsi yeni yılı kutlamış ve eğlenen insanlar hakkında son derece hoşgörülü sözler sarfetmişti. ülke ayrışmamıştı.

    bir başarı kazanıldığında ülkenin her kesimi sevinirdi. 2002 dünya kupasında kürt gençlerinin türk bayraklarıyla sokaklara fırlayıp nasıl coşkulu kutlama yaptıklarını hatırlarım. bir felakette herkes üzülürdü. depremin doğusu batısı yoktu. ülke ayrışmamıştı.

    insanlar ayrışmamıştı.

  • ilk amelie. 100 kere de izlenir. sıkmayan, kaybedecek hiç bir şeyim olmasa veya zamanı durdurabilsem neler yaparım sorusuna da cevap bulmuş ve mutluluğun iyilik yaparak sağlanacağını söyleyerek sanıyorum amelie'ye örnek olmuştur.

    phill zamanında ekzotik bir adada ananas suyu içtiği, çok güzel bir kadınla birlikte olduğu günü tekrar yaşamak istediğini, neden bu günü yaşadığını sorgular. işte filmin mesajı burda saklı. hayatınızın en güzel gününü elde etmek sizin elinizde. nitekim phill sonunda gerçeği kavrar ve her günü hayatının en güzel günüymüş gibi yaşamaya ve yaşatmaya başlar.

  • "lazerle bozuk gözleri çizdirmek o kadar iyi bir şeyse doktorların alayı hele hele göz doktorlarının alayı niçin gözlük takıyor" olacaktı. sığmadı.

    dün canım çok sıkıldı. internette gezinirken meşhur göz hastanesinin reklamını gördüm. bilmem ne profesörü işte şöyle iyiyiz, böyle şahaneyiz, dünyada göz konusunda 1 numarayız falan. tıkladım. bir de ne göreyim. gözümü çizecek doktor gözlüklü. alla alla dedim. bu nasıl iş diye de ekledim içimden. görüyorsunuz, cidden şahane köşeye sıkıştırmalı soru.

    derhal telefona sarıldım. aradım bu işletmeyi. dedim benim gözlerim şu kadar bozuk şöyle şöyle. "tabii efendim hemen çizittirelim" dediler. dedim "bir saniye, madem gözleri bozuk olanların hemen çizmesi gerekiyor ve lazerle çizim süpersonik bir şey, niçin doktorlarınız gözlüklü?" sanıyorum birkaç saniyelik bir sessizlik oldu. "eeöö" gibi sesler çıkakrdı hattın diğer ucundaki hanım. "hebele hübele" gibi şeyler söyledi. inanın hebele hübele çok daha mantıklı kelimeler. enayi yerine konmak biraz sinirlendirdi beni. dedim "bana müdürünüzü çağırın." "bağlıyorum bir saniye" dedi.

    bağladı;

    + buyrun efendim nsaıl yardımcı olabilirim size?
    - lazer iyi bir şeyse doktorlar niye gözlüklü?
    + eeööö efendim şimdi bu çok geniş kapsamlı bir konu
    - vaktim var, dinliyorum
    + müsait olduğunuz vakit uğrayabilrseniz size çok detaylı bir şekilde anlatabiliriz?
    - yarın 2'de oradayım?1
    + görüşmek üzere efendim
    - dıt dıt dıııt dııııııt

    ***

    işte böyle tersledim. yarın da o profesörün karşısına çıkacağım. resmen tek atımlık kozum var. mantıklı gerekçe sunarlarsa çizdiririm artık ne yapayım :/

    edit: profesör'ü yazamamışım. meyve parcacikli kadin uyardı sağolsun.

  • diyelim iliski bu yil bitti. iliskinin baslama yili 2004. yugoslavya vardi lan o zaman. yeni yikilmisti. putin, bush, tayyip gibi dunya liderleri yeni yeni isimlerini duyurmustu. saddam, arafat, kaddafi, bin ladin dunya gundeminin en populer isimleriydi. lebron liseyi yeni bitirmisti. messi'yi kimse bilmezdi. xavi genc yetenekti. robben chelsea'de yine 53 yasinda idi. jose mourinho'nun saclari siyah idi. twitteri gectim youtube, facebook falan yoktu. ayrilmadan once bi daha dusunun. beraber bi tarih yasamissiniz amk. david seaman hala kaleciydi. freddie mercury'den sonra 2.biyikli ingiliz.

  • maliyeden hiç anlamayan maliye bakanıdır. ama kurtuluş savaşının mali kahramanı olarak geçer. şöyle ki;

    milli mücadelenin ilk yıllarında maliye bakanı olan hasan bey'i*mali durumun berbat olması sebebiyle muhalefet istifaya zorlamış ve mustafa kemal ve arkadaşları buna sinirlenmişti. çünkü mali durumun kötülüğü şahıslara münhasır bir durum değildi.

    sinirlenen mustafa kemal paşa maliye bakanlığı için “bana maliyeden hiç anlamayan birini bulun” der, çünkü mali durumumuz bilenin içinden çıkamayacağı kadar karışıktır. ve bunun üzerine hasan fehmi bey* 24 nisan 1922’de maliye bakanı olarak seçilir. hasan fehmi bey 2 ocak 1924’de kadar bu görevde kalır, dolayısıyla büyük taarruz sırasında maliye bakanlığı yapmış olur, yani paraya en çok ihtiyaç duyulan zamanda.

    kendisi teşkilatçı ve hesap verme sorumluluğu olan biri. bu yüzden iki ayrı ordu (1. ve 2. ordular) için iki ayrı defterdarlık kurmuş, masrafları belgelendirmiş, öncelikle parayı orduya harcamıştır. kendisinden para isteyen bakanlara, “para ancak yağlı kurşun ile keskin süngüye”, kolordu olan grup komutanlarına araba isteyen milli savunma müsteşarı selahattin adil paşa’ya ise “izmir’de düşmanın elinde istediğinizden fazla otomobil var, orada duruyorlar, gidin alın hepsi sizin olsun” der. böylelikle cimriliği ile nam salar, zor kaynaklardan elde edilen gelirleri en doğru yere yönlendirir, aylarca ödenmeyen maaşların ödenmesini sağlar.

    hasan fehmi bey en ciddi sınavını büyük taarruz öncesinde verir. orduya 1.5 milyon lira para lazımdır, hasan fehmi bey “nerden bulayım” der, mustafa kemal de “ben bilmem, bu göreve bu zor gün için seçildiniz, bir çare bulacaksınız” der.

    bunun üzere hasan fehmi bey gece boyunca hiç uyumaz, sanki ordu taarruza kendisi yüzünden çıkamayacakmış gibi bir hisse kapılır. ertesi gün çareyi bulur. osmanlı bankası’nın ankara şube müdürü mösyö bojeti’yi çağırır ve der ki “ordunun 1.5 milyon liraya ihtiyacı var, bu parayı bana siz bulacaksınız, bulamazsanız milli hükümetin sınırları içinde yer alan 16 şubenizdeki tüm parayı makbuz mukabilinde alırım” der ve kendisine 1 saat mühlet verir. bojeti ise ilk başta karşı çıkmasına rağmen gördüğü kararlılık karşısında “mühlete lüzum yok” der ve parayı getireceği sözünü verir. bunun üzerine hasan fehmi bey büyük bir cömertlikle mösyö bojeti'ye "şimdi demli bir çayı hakettin" der.

    hasan fehmi bey savaş sonrası başarılarından ötürü kırmızı-yeşil şeritli istiklal madalyası ile ödüllendirmiştir.

    kaynakça:
    wikipedia
    sevin dabağ
    haldun cezayirlioğlu
    turgut özakman
    ismail kandemir

  • konumuz "ekşi sözlük'e bir daha gelinse alınacak nick'ler" değil. tarih konuşacağız... buyursunlar:

    italyan ve alman zırh ustaları 1400'lerde tam plaka zırhları geliştirdiler. bu icat, savaş alanında tam bir nimet olsa da tuvaletini yapmak isteyen bir süvari ya da şövalye için can sıkıcı bir duruma sebep olabiliyordu. görsel

    1450 yılından italyan tam plaka zırh: görsel
    1555 yılında fransa kralı ikinci henry için yapılan zırh: görsel

    zırh takımlarında, ata binmeyi zorlaştırdığı için kasıkları veya kalça kısmını kaplayan metal plakalar kullanılmıyordu ancak düşmanın bacakların arasından yukarıya doğru bir kılıç ya da mızrak saplamasını önlemek için dökümlü bir zincir gömlek ya da zincir etekler kullanılıyordu. şövalye ve süvariler uzuvlarının tahriş olmasını önlemek için bu zincir gömleğin altına kapitone pamuklu bir tayt giyiyordu.

    çelik bacak plakalarının ayak bileklerine doğru kayıp acı vermemesi için bu plakaların bir bel kemerine ya da gövde zırhına bağlanması gerekiyordu.

    tüm bunları giyen bir şövalye, doğa kendisini çağırdığında ve tuvalete girmek zorunda kaldığında çömelebilmek için arkadaki tüm bu aksesuarları kaldırmak için yaverine ihtiyaç duyardı.

    bacak zırhlarının bel kemerine bağlı olması ve alta giyilen bir tayt da söz konusu olunca şövalyenin tuvalete girebilmesi için tüm bu aksesuarların çıkarılması gerekliliği de doğardı.

    şövalyenin dizanteri olması ve ishal problemi yaşaması durumunda tüm bu teferruatla uğraşırken altına sıçacağını hatta bunu tercih edebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

    nasılsa zırhını ve kendisini temizleyecek bir yaveri var... işinizi sevmiyorsanız bu yaverin yaşadıklarını aklınıza getirin...

    bundan sonra da montla sıç yerine zırhla sıç dersiniz...
    görsel

    kaynak: bbc history extra