hesabın var mı? giriş yap

  • başlık: babam oturmuş ciddi ciddi

    entry: çocuklar duymasini izleyip gülüyo amk

    entry 2: hahahhahahahahah

    ... devamında ise sayfalarca @2'ye övgüler.

  • - kendi kafasındaki din, gelenek, giyim, adet, yaşam tarzı kalıplarına uymayanları deli gibi yadırgamak, zorla o kalıplara uydurmaya çalışmak. farklılıklara kapalı olmak.

    - sorunları, çatışmaları empati kurarak değerlendirmek ve konuşarak çözmek yerine havlamak, diş göstermek.

    - inanılmaz bir öz güven ve her konu hakkında nefessiz konuşabilme.

    - kendini harika tüccar, kusursuz bir işletmeci sanmak.

  • sıradan insanın sıradan insana yaptğını kimse yapamaz bu dünyada.

    kadın soruyor bu vergiler n'oldu diye. bu deprem vergileri amacında kullanıldı mı diye soruyor. sorduğu için linç ediliyor.

  • 2002 yılında 6.6 milyar olan vatandaşın bankalara olan borcunu, toki ve tüketici finansman şirketlerine olan borçlar hariç 357 milyarın üzerine çıkararak ülkeyi elleriyle batağa sürüklemiş hükümettir.

    bunun yanında batık kredileri 127 katına çıkarmış hükümettir aynı zamanda..

    50 milyon kişinin ay sonunda sıfır ve altına düştüğü, 42 milyon insanın borçlarını ödemekte zorlandığı, son 6 yılda 9 milyon adet kredi ve kredi kartı hesabının yasal takibe alındığı, 3 milyona yakın kişinin de kara listeye alındığı ülkenin hükümetidir.

    milleti borç batağına sürüklerken, sırf abd para bastığı için gelen yüzmilyarlarca dolar parayı üretim yerine yandaşlarla inşaat projelerine yabancılara avm'lere savurarak cari açığı tarihte görülmemiş düzeye çıkartıp, tüm ülkeyi faizin kölesi hale getirmiş faizci hükümettir.

    (bkz: a.k.p.)

  • sanırım biraz arada kaynayıp giden hlynur palmason'un son uzun metrajı. halbuki bilhassa sinematografisi olmak üzere dikkat çekici yanları var.

    19. yüzyılda geçen filmde, bir rahip, kilise inşa etmek üzere danimarka'dan izlanda'ya doğru sonu bilinmez, zorlukları öngörülemez bir yolculuğa çıkıyor. yanında bir takım eşyaları ve sırtında da fotoğraf makinası var, ki daha sonra fotoğraf makinası filmin ana izleğinin önemli bir parçası hâline geliyor. seyirci de bu yolculuk boyunca yalnızlığın karanlığına, sarsıntılı inanç sorgulamalarına, ölümün ve yaşamın koyu ve parlak kıyılarına davet ediliyor. tüm bunlar bazen görkemli, bazen ürkütücü, kimi zaman da hayranlık uyandırıcı ıssız sahipsiz manzaralarla destekleniyor.

    ***

    zaten filmin henüz başında ''izlanda'da bir tahta kutu ve danimarkalı bir rahip tarafından çekilmiş 7 fotoğraf bulundu. bunlar güneydoğu sahilinin ilk fotoğraflarıdır, film de bu fotoğraflardan esinlenmiştir'' uyarısı ile karşılaşıyoruz. ancak yönetmen palmason'un belirttiğine göre bu aslında kurmaca bir uyarı. yine de başlangıçta böyle bir uyarı ile filmi izlemek ister istemez farklı tahayyül noktalarını çalıştırıyor, empati kurmaya dair arzuyu tembelliğin esaretinden kurtarıyor. ayrıca rahibin kullandığı makinanın çerçeve oranı 4:3 olduğu için filmin de aynı çerçeve oranı ile seyirciye sunulmuş olması, belirli bir düşünce ve amaçla yapılmış olmasından dolayı fena fikir olmamış.

    rahibin rehberle kurduğu bağ ile yerel halk ile kurduğu iletişim filmin ilk kısmını oluşturuyor. iletişime hevesli ve amacından emin görünen rahip, rehberin kaybıyla birlikte ikisini birden kaybediyor. iletişimi derhal, amacını ise yalnızlıktan doğan hevessizliği sayesinde ağır ağır, yavaş yavaş, her anını hissederek ve seyirciye de hissettirerek kaybediyor.

    girdiği derin yalnızlıkta sığındığı iki şey var: biri elbette doğal olarak inancı, ikincisi ise fotoğrafları. ancak yaşadığı her yeni zorlukta gücü ve inancı biraz daha tükeniyor; yalnız başına kaldığı anlarda sürekli olarak bir işaret, bir kolaylık, yeni bir yol açılması için dua ediyor ama bunlar cevapsız kalıyor. bir başınalık hâli sürekli ve artan biçimde devam ediyor.

    bu noktada makina, rahibin elindeki tek somut varlık, iletişim kurabildiği tek dil, yalnızlığını gideren tek arkadaş hâline geliyor. bir kadınla yakınlaşabilmesi bile bu makina sayesinde gerçekleşiyor. ve yerel halkın geri kalanıyla da. bir noktadan sonra sanki bir rahip değil de bir fotoğrafçıymış gibi davranmaya başlıyor. kilisenin tamamlanmaya yaklaşması veya tamamlanması kendisinde en ufak bir heyecan, herhangi bir duygu uyandırmazken, fotoğraf çekmek sevinç, öfke gibi keskin duygularını harekete geçirebiliyor. artık sevdiği ve belki de inandığı şey fotoğraflar ve makina olmaya başlıyor.

    ancak finalde ''artık bunu taşıyamam, bu ekipmandan bıktım'' diyerek onu da yere atıyor. rahip böylece onu tüketen, değiştiren, sorgulatan ve yalnızlaştıran yolculuğundaki tüm her şeyden kurtulmuş oluyor. yolculuğun en başında sahip olduğu her şey (inancı, rehber, makina, heves, tutku, amaç) tam anlamıyla bitmiş, rahip de tükenmiş oluyor ve yolcuğu artık orada son buluyor. zaten sonunda da yabancısı olduğu, ilk önce gelmek, sonra kaçmak istediği onu tüketen topraklarda doğaya karışıp gidiyor. yani ölümünde bile değişim son bulmuyor.

    ***

    senaryo pek orijinal sayılmaz, işlediği konuyu ilk kez işlemiyor, sinemayı da yeniden keşfetmiyor. ama yine de her şeyin çılgın gibi hızlandığı, hızlı kurguların birbirleriyle yarıştığı, seyircinin dikkatini dağıtmamak için sürekli olarak bir aksiyon-hareket çizgisinde filmlerin yapıldığı günümüzde kendinden emin şekilde dakikalarca uzun çekimler yapan, seyirciye tefekkür aralığı bırakan, görkemli manzaraları da uzun uzun sunmaktan çekinmeyen, yavaş temposuyla bir yandan masalsı bir his veren bir film.

  • bazılarından ciddi ciddi tırsıyodum. özellikle her gün usul usul yanıma sokulup pantolon cebinden çıkardığı kuru üzümü ikram eden psikopattan. herifle tek ilişkimiz buydu.

    -üzüm yer misin?
    -yok abi sağol.

  • şu rezalete bakar mısın ya? dünyaya ülkece rezil oluyoruz. sosyal medyada imamoğlu algısı yapmaya çalışmalarının sebebi bu işte.

  • halkın parasıyla araplara ziyafet çekilmiş. haram olsun.

    edit: dışardan adana mı söylesinler diyenler var özelden. ülkenin menfaatlerini hiçe sayıp, nice tavizler verdikten sonra hiç bişey olmamış gibi poz kesen herkese yazıklar olsun. tavuk döner bile fazla bu insanlara.
    kim bilir ne tavizler verildi, ne anlaşmalar yapıldı senin benim zararıma.

  • not. fanboy falan değilim lan sony'nin amk. mühendisim.
    xbox'ı da hayatımda 1 defa açtım onda da anasınıfı bebesi gibi karakterine bıyık yap diyince kaldırdım attım.

    sony kendi "teardown" videosunu yayınladı. bu hareket yıllardır görmediğimiz mükemmel bir olay. ayrıca bunu yaparak fiziksel kısıma ve detaylara verdiği önemi de bize göstermiş oldu.

    -ayak tek vidayla sökülüyor
    -ayağın altında vidaya yer var
    -ayağın altında kasada boş kalan vida yerini dolduracak bir pul var
    -ayağın içindeki döner mekanizma vida koyulan boşluğu saklıyor. (oha lan)
    -ps5'i sökmek çok basit, inanılmaz derecede hızlı ve temiz. (geçen hafta ps3'ü açıp termal macunu değiştirdim, çıkardığım vidaları kağıda buradan çıkardım diye işaretleyip koymasaydım sağlam parça arttırırdım, açılma prosedürünü bildiğim halde kasanın 2 plastik dişi kırıldı, 1 yemek masası parça çıktı)
    -bakıma ihtiyacı olan parçalara sadece 2-3 hareketle ulaşılabiliyor. özellikle fanlara ve hava boşluklarına erişim çok kolay.
    -hayvan gibi heatsink var makinede. 5 kilo gelir heralde.
    -bomba geliyor, ps5 normal termal macun kullanmıyor. sıvı metal kullanıyor. yani 6-8 yılda bir değiştirmek gereken bildiğimiz macunlardan değil. hayvani bir ısıl iletimi var ve ömrü yok. buna karşın ps5'inizi biryerden düşürmek istemezsiniz kesinlikle, heleki sıcakken olabildiğince sabit durmalı. sıvı metalin etrafında hertürlü önlem var ancak yinede oynaşmamak gerekli.
    -sıvı metalden ve 5 kiloluk heatsink'den anladığım kadarıyla işlemci de ekran kartı da overclock.

    sorunlar,
    -dediğim gibi sıvı metalle sıcakken oynaşmamak gerekli ne kadar önlem alınırsa alınsın.
    -ssd anakarta lehimli. ssd'ler süper ilerledi ancak ileride çıkacak sorunlara karşı anakart değişimi gerekecek. özellikle ssd keşke lehimli olmasaymış. ev kullanıcısı için bu hiç de sıkıntı değil ancak kafelerde bir süre sonra ssd'ler patlamaya başlar heralde. bu tür ssd'ler normal ev kullanıcısını 10-15 yıl idare eder çok şanssız değilseniz.

  • sakarya'da yaşanan patlamada iş güvenliği uzmanı aslı bozkurt'un ifadesinde geçen cümledir.
    tam hali şu şekildedir;
    "olayın olduğu gün sakarya’daydım. o bölgenin güvenli olmadığını bildiğim için fabrikaya gitmedim."
    "işçilerden sürekli kendisine şikâyet geldiğini aktaran bozkurt, "işçiler bana, ‘burası patlayacak, başımıza bir şey gelecek, bir şey yapın’ diyordu. yapmış olduğum incelemeler sonucunda her şeyi iş sağlığı güvenliği kurul toplantı tutanaklarına yazmama izin verilmiyordu"

    yani iş güvenliği uzmanı raporları yalan yanlış bir şekilde doldurması için çalıştığı firma tarafından mobinge uğruyor. aksi taktirde patlayan fabrika, firma ile anlaşmasını fesih ederek istediği gibi rapor dolduracak başka bir firma ile anlaşacak. bunu yapabiliyor çünkü sistem-yasalar-yönetmelikler buna müsaade ediyor. buna müsaade edenlerin* umurunda olan iki şey var; bir fabrikatörlerin* "rahatsız" olmaması, iki ab standartlarında denetim mekanizmalarının göstermelikte olsa yapılarak ilgili akreditasyonların ab kurumlarından alınması. ve maalesef tıpkı gıda kontrol görevlileri, yapı denetim firması çalışanları,çevre mühendisleri* gibi iş güvenliği uzmanları da benzer mobinglere yönetmeliklerin-kanunların yardımı ile kolayca maruz kalıyorlar. yani yediğimiz yemekler,içtiğimiz sular, oturduğumuz binalar, çalıştığımız fabrikalar, yaşadığımız doğa bizzat şirketler ve devletin işbirliği ile sadece göstermelik kontroller yapılarak önümüze sunuluyor. bize kalan ise kanser*, patlamada ölmek, doğanın talan edilmesi gibi felaketler zinciri oluyor.

    haberde çok daha ilginç detaylar var. mesela emniyet müdürlüğünün denetimlerinden önceden haberleri oluyormuş. bu nedenle denetim öncesi göstermelik önlemler alıp denetimi sorunsuz geçiriyorlarmış. fabrikatörlerimizin emniyette bağlantıları olduğu iddiası yani. şaşırdık mı?

    neresinden tutsan elinde kalan bir olay. allah ölenlerin ailesine sabır ve bütün bu yozlaşmışlıklara direnecek dirayet versin.

    edit: suçu iş güvenliği uzmanlarına atanlar esas meseleyi kaçırıyorlar. denetim mekanizmaları şirketlerin insiyatifine bırakılacak şekilde düzenlenirse o imzaları atanlar her zaman olacaktır.
    özetle yaşananlar iş kazası değildir, planlı-örgütlü cinayetlerdir.